30 Nisan 2016 Cumartesi

Dava - Franz Kafka | Çizgi Roman Yorumu


Orijinal Adı: The Trial: A Graphic Novel
Seri: Yok
Yayınevi: NTV Yayınları
Sayfa Sayısı: 128
Baskı Yılı: 2009
Goodreads Puanı: 3.63 (690 Oy)

Arka Kapak Yazısı


  NTV Yayınları'nın yeni serisi Çizgi Roman Dünya Klasikleri, ilk çizgi roman Macbeth'in ardından Franz Kafka'nın en ünlü romanı Dava ile devam ediyor...
Shakespeare'den Kafka'ya

  Bu çizgi romanda yeniden yaratılan Dava, bir sabah hiç açıklanmayan sebeplerden ötürü tutuklanan Joseph K'nın hayret verici bir yargı süreciyle mücadelesinin kasvetli hikâyesini anlatıyor. Joseph K, bir kafa karıştırıcı durumdan diğerine sürüklenirken, bilinmeyen suçlamalar karşısında masumiyetini kanıtlama konusunda giderek umutsuzlaşıyor. Birbirine yabancılaşmış uyruklarının hayatlarını ezip geçen otoriter bürokrasinin sert bir portresini çıkaran Dava, bugün de eski güncelliğini koruyor.

  Shakespeare'le başlayan ve Kafka ile devam eden "Çizgi Roman Dünya Klasikleri" serisi, dünya edebiyatının seçkin yazarlarını bir araya getiriyor.

Yorum

  Dava'yı roman olarak okuyup bitirdikten hemen sonra internetten e-kitap halini bulup çizgi romanını da okudum. Dava'yı tam olarak sevemeyince sorunun neyden kaynaklandığını  merak ettim ve çizimlerle desteklenmiş halini okursam son karara varabileceğimi düşündüm. Çizgi roman sayesinde Dava'yı ikinci kez okumuş gibi oldum.

  Dava'nın konusu ve içeriği ile ilgili bilgi vermeyeceğim. Dava'nın kitap yorumundan bunlara ulaşabilirsiniz. Çizgi romanda Josef K. Kafka olarak çizilmişti ve bu hoşuma gitti, yazarın hayatı ile Josef K.'nın yaşadıklarına da bakınca bu durum çok uygunsuz değildi. Çizimler ve diyaloglar Dava'nın yapısına uygun ve güzellerdi, çok beğendim. Romanda olan bazı sahneler çıkarılmıştı, çok da sıkıntı olmamış bu, anlaşılırlığını sağlamış. Anlatımı, çizimleri ve diyaloglarıyla güzel bir çizgi roman olmuş, sayfalar su gibi aktı. Ancak ben iyi ki roman halini okuduktan sonra çizgi romanı okumuşum dedim çünkü kitaptaki derinliği bunda bulmak mümkün değil. Zaten çizgi romanların sevmediğim yönü bu, fazla yüzeysel oluyorlar.

  Çizgi romanı okuduktan sonra romanla ilgili düşüncelerim değişmedi aksine pekişti. Dava'yı bir kez daha okuyup, olayları yeniden gözden geçirmekse romanın zihnimde yer edinmesi açısından oldukça faydalı oldu. Dava hala beklentilerim altında kalmış bir kitap ama okuduğuma pişman da değilim, beğendim, güzel bir kitap fakat ben pek sevemedim. Çizgi roman hali de güzel hazırlanmış ve romandan sonra okursanız bence çok da güzel olabilir. Sonundaki notlar ve yazara ilişkin bilgilerse gerçekten çok hoş olmuş.

Dava'nın çizgi romanını e-kitap olarak incelemek isterseniz, aşağıdaki linke tıklayabilirsiniz.
Franz Kafka - Dava (Çizgi Roman) e-kitap


Puanım


Dava - Franz Kafka | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: Der Prozess
Seri: Yok
Yayınevi: Panama Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 270
Baskı Yılı: 2015
Goodreads Puanı: 3.98  (129,354 Oy)

Arka Kapak Yazısı

Birisi Josef K.'ya iftira atmış olmalıydı.
Yanlış bir şey yapmadığını bildiği halde bir sabah tutuklanmıştı. Bayan Grubach'ın aşçısı her sabah saat yedide ona kahvaltısını getiriyordu. Bayan Grubach onun ev sahibesiydi ama ne hikmetse o gün ortalarda yoktu. Daha önce böyle bir şey yaşandığını hiç hatırlamıyordu. K.; yastıktan başını kaldırmadan, hemen karşı taraftaki binada yaşamakta ve alışılmadık bir merak içerisinde kendisini izlemekte olan yaşlı kadına bakarak bir süre daha bekledi. Hem karnı acıkmış hem de canı sıkılmıştı. Daha fazla dayanamadı ve zili çaldı. O daha zili çalar çalmaz kapıya vuruldu ve hemen sonra bir adam girdi odaya.

Adamı daha önce bu evde hiç görmemişti. Zayıf ama sağlam yapılı bir adamdı. Üzerinde vücudunu sıkıca saran siyah bir takım elbise vardı. Tam olarak ne işe yaradığını bilmese de oldukça kullanışlı görünen çok sayıda cebe, tokaya, düğmeye ve bir de kemere sahipti bu elbise.

"Siz de kimsiniz?" diye sordu K., yatağında yarı doğrularak.
Adam, bu şekilde içeri girmesi son derece doğalmış gibi soruyu duymazdan gelerek, "Zili mi çaldınız?" diye sormakla yetindi.

Yorum

  Kafka sevdiğim yazarlardandır. Dönüşüm ve Aforizmalar adlı eserlerini okuduktan sonra diğer kitaplarını da okumam gerektiğine karar vermiş ancak okuyamamıştım. Dava en çok merak ettiğim kitaplarından birisiydi ve aylar önce kitabı almış olmama rağmen okumadıklarımdandı. Geçenlerde 1000Kitap'ta başlayan bir etkinlik sayesinde Dava'yı okuma fırsatı buldum.

  Dava, Josef K.'nın sebebini bile bilmediği bir davanın sanığı olmasını ve davanın süreçlerini anlatan bir kitap. Bir sabah Josef K. suçsuz olduğu halde kendini tutuklanmış olarak bulur. Davanın sebebini bilmeyen Josef K. aylarca bu davayla uğraşır ve giderek daha kötü bir ruh hali içine girer.

  Kitabın başından sonuna kadar dava sebebi belirsizliğini koruyor, okuyucu bu sürede davayı, Josef K.'nın yaşadıklarını ve ruh halini yakından takip edebiliyor. Kitap için genel olarak dili ağır ve yavaş ilerliyor dense de ben bu sorunu yaşamadım, sayfalar hızlı geçti, özellikle kitapta yer alan psikolojik çözümlemeler ve karakterin ruh hallerini okumaktan oldukça hoşlandım. Kitapta ayrıntılı çözümlemeler uzun yer kaplıyor, hoşlanmayanlar için sorun teşkil edebilir bu durum. Kitabın sonundaki hikayede oldukça düşündürücüydü, yazarın duruma farklı yorumlar getirmesi ise hikayeyi daha etkileyici hale getirmişti.

  Kitapta olaylar gelişirken Kafka hukuk sistemi ile ilgili bir çok ayrıntıya yer veriyor ve bunları oldukça ürpertici bir biçimde sunuyor. Aslında kitabın genelinde ürpertici bir hava hakim. Hukuk sisteminin eleştirisi yapılırken gerçekler karşısında ürpermemek zor, anlatılanlar her ne kadar bugüne ait olmasa da bugüne uyarlanabilecek cinsten gerçekler, aradan yılların geçmesi Kafka'nın hukuk sistemi ile ilgili değindiği noktaların gerçekliğini değiştirmemiş ne yazık ki.

  Genel olarak güzel bir kitap olsa da benim beklentilerimin çok altındaydı ne yazık ki ya da benim beklentilerim çok yüksekti, emin olamadım. Kitabı okuyup bitirdikten sonra çok sevmediğimi anladım, etkilendim, içindeki bir çok şeyi sevdim ancak genel olarak kitap bana istediğimi veremedi. Ucu açık kalmış çok şey vardı, diyaloglar ve olaylardaki bazı boşluklar, kadın karakterlerdeki tek düzelik kitabın sevmediğim yönlerindendi. Kitap bittikten sonra ben mi anlamadım ya da hakkını vermedim diye düşündüm ve Dava'nın çizgi romanının e-kitap halini bulup dün gece okudum ve fikrimin değişmediğini anladım. (Dava'nın çizgi romanının yorumu için buraya tıklayabilirsiniz.)

  Dava güzel ve düşündürücü bir kitaptı. Ben yeterince sevemesem de ,ki bence bunda beklentimin yüksek olmasının etkisi de var, okumanın bana bir şeyler kattığını düşündüğüm kitaplardan oldu. Kitap herhangi bir önkoşul olmadan önereceğim kitaplar arasında yer almıyor, Kafka'nın tarzını tamamen yansıtan, farklı ve hukuk sistemiyle ilgili bir kitap okumak istiyorsanız Dava tam size göre.  İyi Okumalar :)

Alıntılar

En küçük bir umut bile bazen büyük acılar verir ve tıpkı şimdi olduğu gibi daha fazla zarar vermeden kestirip atmak en iyisidir. 
O sırada kendi kendine bir söz verdi; bu meseleyi tekrar gündeme getirecek ve gücü yetene kadar şu ana kadar kimsenin suçlamaya cesaret edemediği gerçek suçluların, üst kademeden yargı mensuplarının cezalandırılmasını sağlayacaktı. 
Kadınlar sanıldığından daha güçlüdür. 
Başka insanların fikirlerini bu kadar önemsememelisin.

Puanım


29 Nisan 2016 Cuma

Mahşer - Stephen King | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: The Stand 
Seri: Yok
Yayınevi: Altın Kitaplar
Sayfa Sayısı: 1216
Baskı Yılı: 2012
Goodreads Puanı: 4.33  (404.579 oy)
                                                               

                                                   Arka Kapak Yazısı                                                  
Biyolojik denemeler yapılan bir kuruluştan kaçan biri, kısa süre sonra domino etkisiyle insanların yüzde doksan dokuzunu yok edecek mutasyona uğramış ölümcül bir grip mikrobunu yaymaya başlar. Hayatta kalmayı başaran korku ve şaşkınlık içindeki bir avuç insan kendilerini kurtaracak bir lider arayışı içine girer. Ve iki aday ortaya çıkar...Colorado'da bir halkevi kurmakta ısrar eden 108 yaşındaki hayırsever rahibe Abagail ve kötülükten başka bir şey düşünmeyen, kargaşadan mutlu olan şiddet yanlısı "kötü adam" Randall Flagg...
  Yalnızca düşlerde varolabileceğini sandığımız karanlık bir hikâye...


Yorum
   Stephen King severler buraya. Yazar yine çok özgün bir kurguyla daha karşınızda. Belki öldürücü virüslerin dünyayı sarıp insanları yok ettiği birtakım filmler ya da benzer konulu kitaplar okumuş olabilirsiniz. Hatta bu bana bir bakımdan Will Smith'in "Ben Efsaneyim" filmini de çağrıştırdı ama tabi bu kitapta onun gibi zombi ya da garip yaratıklar yok. Bu biraz da "garip" tanımınıza bağlı tabi ama genel olarak gerçekten kurgusu bu tip film ve kitapları andırsa da King'in ellerinde yine bambaşka şekilde işlenerek adeta apayrı bir kurguya dönüşmüş. Arka kapak yazısından da anlaşılacağı üzere bir kobayın kaçması sonucu bu kobaydaki virüsün temasa geçtiği herkese yayılması sonucunda insanları ele geçirmesi anlatılıyor. Tabi bu virüse bağışıklığı olup da kurtulabilmiş bir avuç insan ise onları kurtaracak, dünyanın yok olmasını engelleyecek ve eski düzeni yeniden kuracak bir lider arayışı içindeler. Bu liderlik savaşı içerisinde tamamen dinine bağlı ve kendini Tanrı'ya adamış, insanları kurtarmak üzere gönderilmiş olan "iyiliğin temsili" Abagail'e karşı her kurguda görebileceğimiz bir kötülük temsilcisi şeytani taraf da var tabiki. Randall Flagg'den  başkasından bahsetmiyorum. Ve kitap sadece bu iki kişiliğin çatışmasından oluşmuyor. Geriye kalan bir avuç insanın bir tara seçme çabası,iyilik ve kötülük ile mücadelelerinden de oluşuyor. 

    Kitap ilk olarak bazı karakterlerin tüm bu salgın ve dehşet anlarından önceki kendi tabirleriyle "basit insan hayatları"ndan bahsediyor. Birçok bölüm var ve her bölümde farklı karakterlerin hayatları, umutları, nefretleri, korkuları hakkında ufak bilgiler veriliyor. Daha sonra bu griple dünyanın yok oluşuna tanık olmaları çevresindeki insanların birer birer ölmesi sonuncunda yapayalnız kalan insanların neler yaptığı güzel bir kurguyla gözler önüne seriliyor. Bunca yaşanandan sonra çoğunun akli dengelerini yitirmesi, artık çok korkak olmaları, güvensizlik ve umutsuzlukları, kabusları gerçekliğe uygun anlatılarak kurguyu daha sağlam ve inanılır kılıyor ve okuyucu kendini bende aynı durumda olsam ne düşünürdüm ne yapardım diye düşünürken buluyor. Kitap böyle güzel kurgusuna rağmen bazı konularda yetersizliğini okuyucuya hissettiriyor ne yazıkki...Özellikle kitabın isminin "Mahşer" olması, askiyon-gerilim gibi bir tür içerisinde olması ve en önemliside Stephen King faktörü beklentiyi bayağı yükseltiyor ve kitabın bunu karşılayamadığını hisseden okuyucu şevkle başladığı kitabı biraz zorlanarak ilerletebiliyor. Çünkü benim gibi birçok okuyucununda macera ve gizem konusunda cidden çok etkili olduğunu düşünerek kitaba başladığını diken üstünde oturtacak kadar heyecan verici ve sürükleyici olduğu beklentisi içinde olduğunu düşünüyorum. Ve kitap hernekadar orjinal kurgusu ve bazı macera dolu yerleri ile okuyucuya istediğini verse de yinede bunu yeterli ve tatmin edici görmüyorum. Stephen King'in kurgusu daha basit kitaplarına kıyasla hayalgücünü daha yansıttığını düşündüğüm kitabının başarısız yönü; diğer birçok kitabına göre aksiyon ve gerilimin dozunun düşük olması ve okuyucuda biran önce alıp okumalıyım diye bir istek ve merak uyandıramaması. Kitap Stephen King'in Kule serisindeki ilk kitabı gibi çok fazla uzun olduğu için göz korkuttuğu kadar kitabın bazı yerlerinin gereksiz yere detaylandırıldığı için insanı biraz bunalttığı da doğrudur. Yani Stephen King'in George R.R Martin kitapları gibi uzun kitap yazmakta, kısalarda sahip olduğu başarıyı yakalayamadığına değinmeden geçemiyorum malesef. Çünkü kitapta asıl olay ve maceralı yerler kitabın son 200 sayfasında oldu ve ondan öncesi güzel kurgulanmış olsa da gereksiz ayrıntı ve tasvirler üzerinde çok fazla durulması okuyucuyu sıkar nitelikte idi. Diğer bir eleştireceğim nokta ise güzel kurgusuna rağmen kitabın sadece "Amerika"dan ve sadece oranın halkından ibaret olması, yayılan virüs ya da karakterler konusunda dünyanın diğer yerlerinin tamamıyla göz ardı edilmesiydi.
     
       Kitabın dili son derece akıcıydı. Bir yandan karakterlerin gündelik diyaloglarına yer verilirken diğer yandan olayın her karakterin bakış açısından anlatılması, karakterlerin söyledikleri ve aslında söylemek isteyip söyleyemedikleri akıllarından geçen düşüncelerinde içsesleriyle konuşuyormuşcasına okuyucuya yansıtılması kitabı daha etkileyici kılıyor. Özellikle tek bir baş karakter olmayıp da birden çok karakter odaklı kitapların sevdiğim yönü tüm olayların, felaketlerin, mucizelerin tek bir insan etrafında dönmesinin sıkıcılığından ve gerçek-dışılığından kitabı uzaklaştırmasıdır. King de kitapta bunu başarıyla yansıttığına göre bu işi biliyor gibi gözüküyor.  Kitapta birçok karakteri tanıdım ve birçoğu da benim favori karakterlerim oldu. Bu karakterlerin başına beklenmedik anda gelen felaketleri etkileyici şekilde aktarması, hiç umulmayan kişilerin umulmayan anlarda sandığımızdan farklı çıkmaları, umulmadık ölümler, hiç beklenmedik zaferler kitabın gizemli tarafını ve "okuyucuyu şaşırtma" faktörlerini daha ön plana çıkarmış. Kitabın son 150-200 sayfası gerçekten heyecan vericiydi ve macera kitabı okuduğunu sadece bu kısımlarda hissetmeni sağlıyordu. Sonu da şaşırtıcı ama hoştu. Yinede açık uçlu bırakılmıştı ve okuyucunun aklına takılan birtakım noktalar kaldı. Ama bir bütün olarak değerlendirirsek gerçekten okunmaya değer bir kitap olduğunu söyleyebilirim. Kurgusu çok güzeldi. İyi okumalar dilerim :)


Alıntılar
Nick sonunda tuhaf bir duyguya kapıldı. Sanki kapıları değil de ölüleri uyandırmak için mezarları yumrukluyordu. Er ya da geç ona cesetler cevap verecekti.
Ve öfkeli bir kadın şeytanla ya da uşaklarıyla işbirliği yapmakta bir sakınca görmezdi. 
Hayali artık her şeyin farklı olduğuydu, gerçekse aslında hiçbir şeyin değişmediğiydi. 
Soyulmaktan en çok korkan hırsızlardır.
Cehenneme giden yol iyiniyetle döşelidir.
Hayat, hiç kimsenin üzerinde duramayacağı bir tekerlekti. Ve sonunda daima aynı yöne dönerdi. 
Doğru olanı yapmaya çalışanlar hep çılgın sıfatıyla yaftalanmıştır.

Puanım
 


23 Nisan 2016 Cumartesi

Takipçi (Demir Druid Günlükleri #1) - Kevin Hearne | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: Hounded
Seri: The Iron Druid Chronicles #1
Sonraki Kitap: Büyücü
Yayınevi: Artemis Yayınları
Sayfa Sayısı: 381
Baskı Yılı: 2013
Goodreads Puanı: 4.12  (47,965oy)

Arka Kapak Yazısı

  Druidler'in sonuncusu, Atticus O'Sullivan, Arizona'da huzurlu bir yaşam sürüyor. Eski bir kitapçı dükkânı işletiyor ve boş zamanlarında İrlanda av köpeğiyle birlikte avlanmak için şekil değiştiriyor. Komşuları ve müşterileri, Atticus'un yirmi bir yaşında, yakışıklı, dövmeli bir İrlandalı olduğunu düşünüyor. Hâlbuki Atticus tam yirmi bir yüzyıl yaşında. Gücünü topraktan alıyor, keskin bir zekâsı var ve zekâsından daha da keskin olan Cevaplayıcı, Fragarach kılıcını kullanıyor.

  Ne yazık ki, gazabı şiddetli bir Kelt tanrısı da bu kılıcın peşinde ve yüzyıllardır Atticus'un takipçisi. Üstelik bu sefer amacına çok yaklaştı. Atticus ondan kurtulmak için bütün gücünü toplamak zorunda. Ayrıca baştan çıkarıcı ölüm tanrıçasının, vampir ve kurtadam avukatlarının, bedeni bir cadı tarafından ele geçirilen çekici bir garsonun ve meşhur İrlandalı şansının yardımına ihtiyacı var.


Yorum

  Herkese Merhaba! Bugün uzun zaman sonra fantastik bir roman okumuş olmamın mutluluğu ile karşınızdayım. En son bir ay kadar önce beni pek tatmin etmeyen Hırsız'ı okumuştum, ondan sonra da hiç fantastik okumamışım ve kendimi eksik hissetmeye başlamıştım. Okuduğum kitaplar ne kadar güzel olursa olsun fantastik okumazsam olmuyor, en sevdiğim tür fantastik kurgu çünkü, bende yeri çok ayrı.

  Takipçi benim okumakta kararsız kaldığım kitaplardan biriydi, içinde kurtadam, vampir gibi türlerin olması benim kitaba karşı biraz önyargılı olmama sebep olmuştu. Vampir, kurtadam, zombi gibi türlerin bulunduğu kitaplardan genel olarak çok hoşlanmıyorum çünkü. Ama kitabın Kelt mitolojisiyle iç içe olması kitabı okumam için yeterli bir sebep oldu.

  Takipçi, dünyada kalan son Druid Atticus'un ezeli düşmanı ile arasında yaşananları konu alıyor. Tabii kitap sadece bu kadarla sınırlı değil, yirmi yüzyıl yaşında bir Druid, onun düşmanı olan bir tanrı ve hangi tarafta olduğu belli olmayan diğer tanrılar... Kitapta fantastik yaratıkların çoğu yer alıyor, iblisler, kurtadamlar, cadılar vs vs. Bu kadar çok türün bir arada olmasından normalde hoşlanmasam da kitapta göze batmayacak bir biçimde çok güzel sunulmuştu.

  Kitap Atticus'un gözünden anlatılıyor ve oldukça akıcı bir dile sahip, diyaloglar da bol olunca sayfalar çok hızlı akıp gidiyor. Okurken size sorun çıkarabilecek tek şey İrlandaca isimler, okunuşları gerçekten zor ve akılda tutmakta sıkıntı oluyor. Yazar kitabın başında İrlandaca kelimeleri ve okunuşlarını veriyor, küçükte bir not ekliyor;
  Baştan belirtmek isterim ki okurlar bu kitapta isimleri istedikleri gibi okumakta özgür. Kitapları okurken en önemli şey eğlenmeniz, bu nedenle yanlış okudunuz deyip keyfinizi kaçırmak istemem.
  Yazar burada dediği kitabı eğlenerek okunması için yazmış, kitabın kurgu ve edebi yönü oldukça zayıf olsa da, akıcı ve eğlenceli yazılmış bir kitap. Özellikle Atticus ve köpeği arasındaki diyaloglar çok eğlenceliydi, aksiyon ve mizahın harmanlandığı bir kitap olmuş. Kitap çerez gibi, hızlıca ve keyifle okuyup bitiriyorsunuz.
Atticus ve Oberon

  Kitaptaki karakterlerin çoğunu da sevdim, güzel yazılmışlardı ancak tanrıların fazla insansı olmalarından hoşlanmadım. Tanrılar sanki yüzyılların getirdiği birimden yoksundular ve fazla insanlardı, onları insanlardan ayıran tek özellik sihirleri gibiydi ki bu bana saçma geldi. Oberon'u her ne kadar sevmiş olsam da hayvanların konuşması özellikle de insan gibi akıllıca konuşabilmeleri bana hep saçma gelmiştir, bu kitapta da bu beni rahatsız etti. Oberon ve Atticus arasında geçen diyaloglar keyifli olsa da saçmaydı, bir köpeğin öyle konuşabilmesi mantıkdışı. Çok garip yaratıkları, değişik doğaüstü yetenekleri doğal karşılayabiliyorum ancak hayvanların konuşmasını hiç doğal bulmuyorum. :D

  Çok uzun bir yorum oldu farkındayım, kusura bakmayın yazasım geldi öyle :D Takipçi genel olarak hoşuma giden bir kitap oldu, eğlenceli zaman geçirmek için okunabilecek güzel bir fantastik roman olmuş, seriye devam etmek istiyorum en kısa zamanda. Dil ve kurgu açısından zayıf olsa da aksiyonu ve mizahı bol güzel bir şehir fantezisi. İyi zaman geçirmek istiyorsanız ve Kelt mitolojisine ilgi duyuyorsanız bu kitabı size tavsiye ederim. İyi Okumalar :)

Alıntılar

Eğer iraden demirinkinden daha kuvvetliyse demiri istediğin şekilde bükebilirsin. 
Şu anda hayatımdaki insanlar, kaybettiğim ya da gömdüğüm diğer insanları unutmamı sağlıyor. Onlar benim için gerçek büyüdür. 
Bazen bir noktaya ulaşmak için o kadar çok çalışırız ki, oraya vardığımızın farkına bile varmayız.

Puanım


21 Nisan 2016 Perşembe

Parlayan Sözler - Brandon Sanderson | Kitap Tanıtımı

  Herkese Merhaba! :) Bugün size küçük bir kitap tanıtımı yapacağım, küçük olan kitap değil tanıtımım. Söz konusu Brandon Sanderson olunca küçük bir kitaptan söz edebilmek pek mümkün değil. :)

  Benim en sevdiğim fantastik kitaplardan biri olan Kralların Yolu, Fırtınaışığı Arşivi'nin ilk kitabıydı. İşte Fırtınaışığı Arşivi'nin ikinci kitabı nihayet Türkiye'de Akılçelen Yayınları tarafından çevrildi ve satışa sunuldu. Bu haberi duyunca çok sevindim, çok sevdiğim bir seri olmuştu ilk kitaptan ve ikinciyi çok merak ediyorum.

Kralların Yolu'na yaptığım yoruma buradan ulaşabilirsiniz.





Orijinal Adı: Words of Radience
Seri: The Stormlight Archive #2
Yayınevi: Akılçelen Kitaplar
Sayfa Sayısı: 1016
Baskı Yılı: 2016
Goodreads Puanı: 4.76 (76,858oy)



Arka Kapak Yazısı

Parlayan Şövalyeler bir kez daha dayanmak zorunda.
2
Kadim yeminler en sonunda dillendirildi, sprenler geri döndü. Kayıp olanı arıyor herkes; korkarım ki bu arayış sonları olacak.

Ama büyünün doğasında var bu. Ne de olsa harap ruhların, içine başka bir şeylerin yer edebileceği defoları olur. Bizzat yaradılışın gücü olan Dalgabağlamalar, harap bir ruhu tamir edebilecekleri gibi derinliklerine sızıp yaralarını da genişletebilirler.

Rüzgârkoşucu, intikam ve onurun sınırları arasında dengelenmiş, mahvolmuş bir dünyada kayıp. Yavaş yavaş geçmişi tarafından yok edilmekte olan Işıkören, dönüşmekte olduğu yalanı aramakla meşgul. Kan ve ölümle doğan Bağdökümcü yok edilenleri yeniden var etmeye çabalıyor. İki insanın kaderleri arasında gidip gelen Kâşif ise yavaş bir ölüm ve tüm inandıklarına korkunç bir şekilde ihanet etmek arasında bir seçim yapmak zorunda.

Onlar için uyanış zamanı çoktan geldi geçti, çünkü Dinmezfırtına tepelerine binmek üzere.
Ayrıca Beyazlı Suikastçı da geldi.

“Her anlamda tam bir başyapıt. Sanderson, farklı farklı karakterleri ve hikâye ilerledikçe adım adım önümüze serilen
muazzam tarihiyle capcanlı ve etkileyici bir dünya yaratmış.”
The Guardian

“Hiç şüphe yok ki, Sanderson da adı Tolkien, Leiber,
Moorcock, Jordan ve George R. R. Martin ile birlikte anılacak
yazarlardan biri olacak.”
SFFWORLD

20 Nisan 2016 Çarşamba

Budala - Dostoyevski | Kitap Yorumu


Orijinal Adı: Идиот (Idiot)
Seri: Yok

Yayınevi: İş Bankası Kültür Yayınları
Sayfa Sayısı: 784
Goodreads Puanı: 4.17  (77,207oy)

Arka Kapak Yazısı

  Fyodor Mihayloviç Dostoyevski (1821-1881): İlk romanı insancıklar 1846'da yayımlandı. Ünlü eleştirmen V. Belinski bu eser üzerine Dostoyevski'den geleceğin büyük yazarı olarak söz etti. Ancak daha sonra yayımlanan öykü ve romanları, çağımızda edebiyat klasikleri arasında yer alsa da, o dönemde fazla ilgi görmedi. Yazar 1849'da I. Nikola'nın baskıcı rejimine muhalif Petraşevski grubunun üyeesi olduğu gerekçesiyle tutuklandı. Kurşuna dizilmek üzereyken cezası sürgün ve zorunlu askerliğe çevrildi. Cezasını tamamlayıp Sibirya'dan döndükten sonra Petersburg'da Vremya dergisini çıkarmaya başladı, yazdığı romanlarla tekrar eski ününe kavuştu. EN önemli eserlerinden Budala 1868-1869 yıllarında Russki Vestnik dergisinde tefrika edildi. Dostoyevski bu romanda insan ruhunun labirentini çılgınlık, tutku ve hastalık prizmasında kırılan görüntüsüyle sergilemiştir.
Ergin Altay (1937); Yusuf Ziya Ortaç'ın Akbaba dergisinde yayımlanan ilk öykü çevirisi Zoşçenko'dan günümüze, son elli yılın en önemli Rusça çevirmenlerindendir. Dostoyevski ve Tolstoy kadar, Gogol, Gonçarov ve Çehov da Altay'ın yetkinlikle dilimize kazandırdığı yazarlar arasındadır.

Yorum

  Herkese Merhaba! :) Bugün Dostoyevski'nin Budala'sı ile karşınızdayım. Ben Budala'yı yaklaşık 5 yıl önce okumuştum ama o zamanlar çok sevmemiştim, bugünlerde ise kitabın hakkını veremediğimi düşündüğüm için bir kez daha okuma kararı aldım ve ikinci kez okudum. İyi ki de okumuşum.

  Bir kaç yıl önce klasiklere biraz önyargılıydım açıkçası, onların dilini ağır buluyor ve okumasının zor olduğunu düşünüyordum ve gerçekten de bazılarını okurken zorlanıyordum. Hatta başlayıp ilerleyemediğim için bıraktığım ya da ilerlesem de Budala gibi hakkını vermeden okuduğum klasikler var. Zamanla kitap okudukça algım ve ben değiştim, eskiden ağır ve sıkıcı bulduğum kitapları artık zevk alarak ve daha iyi anlayarak okuyorum. Ne yazık ki hepimize empoze edilmeye çalışılan klasikler ağır ve sıkıcıdır, düşüncesini aştım, artık darısı aşamayanların başına. :D

  Kitaba dönecek olursak, Dostoyevski'nin en bilinen yapıtlarından biri olan Budala, sara hastası olan, budala denebilecek kadar saf ve iyi yürekli Prens Mışkin'in öyküsünü anlatıyor. Prens Mışkin tedavi olmak için gittiği İsviçre'den dönmesi olayların başlangıç noktası olur. Başkarakter her ne kadar Prens Mışkin olsa da kitapta onun kadar güçlü ve güzel kurgulanmış yan karakterler de bulunuyor ve bazılarının hikayelerine de daha yakından tanık oluyoruz.

  Kitaptaki karakterlerin çoğu çok güzel yazılmıştı, Dostoyevski söz konusu olunca farklısını düşünmek zor zaten. Karakterlerin psikolojik tahlillerini okumak çok güzeldi, zaten şimdiye kadar okuduğum yazarlar içinde karakter tahlilini en sevdiğim yazar Dostoyevski. İnsan onun yazdığı karakterleri okurken yazara hayran kalmadan edemiyor, karakterlerin davranış sebeplerini en ince ayrıntısına kadar hesaplayıp yazması, üstün körü değil gerçekten karakterin derinine inmesi beni Dostoyevski'nin en sevdiğim özelliği diyebilirim rahatlıkla. Bu kitapta da yazarın bu özelliği ile sık sık karşılaşıyorsunuz ve ben buraları okurken çok zevk aldım.

  Kitap bir aşk hikayesini konu alıyor aslında ancak Dostoyevski'nin kendine has tarzı kitabın romantik tarafını geri plana atıyor. Yazarın karakterlere ve onların düşünce yapılarına yönelmesi, kitapta ki aşkın geri planda kalmasında en büyük etken. Hazır kitabın romantik yönüne gelmişken, kitabın aşk yönünü okuması çok zevkliydi, bazen keşke biraz daha ön planda olabilse dedim. Çünkü bazı karakterler ilgimi oldukça çekmişti ve onları daha fazla bir arada görmek istiyordum.

  Karakterleri çok sevdim, özellikle Nastasya Flippovna benim çok ilgimi çeken bir karakter oldu, onun gururlu, başına buyruk, Prens Mışkin'in deyimiyle deliliğini okumaktan büyük zevk aldım. İppolit de bir diğer ilgimi çeken karakterlerdendi, ölümüne az bir zaman kalan bir insanı çok güzel yazmıştı yazar ve okuması da bir o kadar güzeldi.

  Budala'da zamanının özelliklerini ve o döneme hakim olan düşünce akımlarını görmek mümkün, Dostoyevki birbirinden farklı özelliklere sahip karakterler seçerek bir çok ayrı görüş ve düşünceyi kitabında toplamış. Zaman zaman karakterlerin ağzından zaman zamanda anlatıcı olarak çeşitli düşüncelere yer vermiş ve bazı eleştirilerde bulunmuş, bunlar kitabı zenginleştiren ve değerine değer katan çok önemli özelliklerdi.

  Biraz düzensiz bir yorum oldu, kusura bakmayın, kitapla ilgili düşüncelerimi düzenlemek biraz zor oldu, dopdolu bir kitaptı ki yorumlamakta zor. :) Budala'yı ben çok sevdim, iyi ki ikinci kez okumuşum, okumadan önce düşündüğüm gibi ilk okuduğumda gerçekten kitaba hak ettiği değeri verememişim. Bu sefer az da olsa verebildiğimi düşünüyorum. :)  Budala gerçekten karakterleriyle, anlatmak istediğiyle çok güzel bir kitaptı, okuması zevkliydi, bazı yerlerde yazar sanki bazı şeyleri biraz uzatmış gibi geldiyse de bana, ben rahatsız olmadım ama klasiklerle arası iyi olmayan okurları biraz sıkabilir bu tabii. Budalalık derecesinde saf ve iyi bir insanın hikayesini Dostoyevki gibi bir yazardan okumak istiyorsanız hiç durmayın derim. İyi Okumalar :)

Alıntılar

Ailesinden daha sıkı neye sarılabilir insan? 
Mutlu olduğunuzu söylediğinize göre, herkesten daha az değil, daha çok yaşamışsınız demektir. 
İyi kalpli ama akılsız bir aptal da, akıllı ama kötü kalpli bir aptal kadar mutsuzdur. 
Dikkat et, asla ömür boyu sürecek bir söz verme. 
Gülmek istedikten sonra az şey mi bulunur? 
Ona acı veren bir gerginlik, bir huzursuzluk vardı içinde; aynı zamanda müthiş bir yalnız kalma isteği. Yalnız kalmak, kendini bu acı dolu gerginliğe en küçük bir çıkış yolu aramadan bütünlüğüyle bırakmak istiyordu. 
Ah, ne çok şey istiyordum! Ama şimdi hiçbir şey istemiyorum! İstemek de istemiyorum! 
Önemli olan yaşamdır, yalnızca yaşam... onun keşif süreci, sürekli ve bitmek tükenmek bilmeden yaşamı keşfetme çabası, yoksa keşfetmiş olmak değil... 
Bir insanın kafasında doğan dahice veya her yeni düşüncede, hatta ciddi her düşüncede, onu anlatmak için ciltlerce kitap yazsa, otuz beş yıl sözlü olarak anlatmaya çalışsa yine de kafasından bir türlü dışarı çıkmayan, ömür boyu içinde kalacak, başkalarına anlatamayacağı bir şeyler her zaman vardır. Böylece belki de en önemli düşüncelerini, düşüncelerinin o bölümlerini hiç kimseye tam olarak anlatamadan ölür. 
...insanlar birbirlerine acı çektirmek için yaratılmışlardır. 
Bir kişiyle olsun, her şeyimi kendimle konuşur gibi konuşmak istiyorum. 
İnsanların bana saygı duymasını isterim prens. Nasıl desem, kalbimi armağan ettiğim insanlardan da beklerim bunu. Prens, ben kalbimi çok sık armağan ederim insanlara ve her zaman aldatılırım. 
Aptalca... mutlu olmaktansa, nedenini bilerek mutsuz olmak daha iyidir. 
Ah, mutlu olmaya gücüm varsa, hüzün ve felaketin ne anlamı olabilir? 
Evet, kitaplardan, hayallerden oluşan, içe kapanık ve fantastik bir dünyası vardı ve güçlü, derin bir dünyaydı bu...

Puanım


18 Nisan 2016 Pazartesi

Başmeleğin Öpücüğü (Lonca Avcısı #2) - Nalini Singh | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: Archangel's Kiss
Seri: Guild Hunter #2
Önceki Kitap: Meleklerin Kanı
Sonraki Kitap: Başmeleğin Gözdesi
Yayınevi: Yabancı Yayınları
Sayfa Sayısı: 382
Baskı Yılı: 2015
Goodreads Puanı: 4.24  (34,218 Oy)


Arka Kapak Yazısı
Vampir Avcısı Elena Deveraux, bir yıllık komadan uyandığında değişmişti. Artık, kanatları gece yarısı ve şafak renginde olan bir melekti. Ama Elena'nın vücudu hâlâ kırılgandı ve uçabilmek için iyileşmesi gerekiyordu. Son derece çekici bir şekilde tehlikeli sevgilisi Başmelek Raphael ise geçmişten bugüne hep "benim" dediklerine karşı korumacı ve kontrolcü olmuştu. Ne var ki, Elena söz konusu olduğunda otoritesi hiçbir işe yaramıyordu. 

 Birbirlerini henüz anlamaya başlamışlarken Raphael, bir diğer Başmelek olan Lijuan'dan bir balo davetiyesi almıştı. Bu daveti reddetmenin ölümcül sonuçları olabilirdi; bu yüzden Raphael, balonun olacağı ve onları korkunç bir kabusun beklediği Pekin'e gitmeden önce Elena'nın uçmasını sağlamalıydı. Çünkü kadim ve merhametsiz Lijuan, ölülerin gücünü taşıyordu ve özellikle Elena için korkunç planları vardı...


Yorum
     Kitabını ilk kitabıyla kıyaslayacak olursak kesinlikle bu kitabının daha etkileyici olduğunu söyleyebilirim. Yazar iki kitap arasında yaratıcılığının sınırlarını bir hayli genişletmiş olmalı ki kitabı gerçekten ilkiyle kıyaslanamayacak kadar zevkle okudum. Kitapta cinayet ve gerilim romanlarında göreceğimiz türden faili meçhul cinayetler, gizem ve sırlar hakimdi. Buda okuyucuya sadece fantastik bir kitap okuduğunu unutturup adeta bir aksiyon ve gerilim kitabı okuyormuş hissi yarattı. Kitabın bu yönünü sevdim. Kitapta ilk kitapta da hakim olan Elena ve Raphael'in geçmişleri ve aile hayatları ile ilgili birtakım gizemler tamamen olmasa da büyük oranda çözüldü. Bu da Raphael'in o an olduğu kişi olmasında ve Elena'nın neden avcılığa bu kadar bağlı olduğu gerçeği altında yatan sebepleri okuyucunun daha iyi kavramasını sağlamış oldu. Bu kitabın sevdiğim bir diğer yönü de sadece esas kız ve esas oğlanı işleyip yan karakterleri gözardı eden alanı dar kitaplar sıfatına bürünmeyip karakterleri daha ön plana çıkaran diyaloglara ve kesimlere yer vermesiydi. İlk kitapta çoğunun ismini dahi bilmediğimiz "Raphael'in Yedisi " olarak bilinen koruyucuları ve bunların kısa hikayeleri kitaba ayrı bir tat katma özelliğine sahipti. Aynı şekilde sadece bu koruyucular değil Onlar Meclisi üyeleri Başmeleklerin özellikleri, kişisel hırsları, hakimiyet alanları da ön plana çıkarılarak kitabın amacına hizmet etmesi daha iyi sağlanmış oldu. 

      Kitapta sevmediğim nokta öncelikle arka kapak yazısında da okuduğunuz üzere değişime uğrayan komadan uyanmış ve kanatları olan Elena'nın bu değişimi benimserken pek fazla zorlanmaması bu değişimden daha farklı sorunlara değinilirken o sanki doğuştan avcı değil bir melekmişçesine bu duruma pek değinilmemesi kitabın kısır noktalarından biriydi. Kitapta Elena'nın doğuştan avcı olduğu ve bu özelliğinden melek olsa bile vazmeçmeyeceğine değinilirken melekliği kolayca benimsemesi ve üstelik kitapta ilk kitaba oranla avcılıkla ilgili ve Loncayla ilgili bir gelişme olmaması kitabın çelişkili yerlerinden biriydi. Kitapta hoşlanmadığım diğer bir noktada kitabın bazı yönleriyle Elli Ton Üçlemesine taş çıkaracak kadar Elena-Raphael sahneleriyle ve erotizmle içiçe olmasıydı. Kavuşmalarını ve birarada olmalarını ne kadar beklemiş ve mutlu olmuş olsak da birbirlerine olan aidiyetlerinin her fırsatta bu kadar ön plana çıkarılması hem gereksiz hem kitabın amacıyla bağdaşmayacak nitelikte idi. Kitapta sık sık Elena'nın geçmişine gidilerek ona kabuslar yaşatan anıların canlanması, Raphael'in zalim ve bir anlık öfkeyle herşeyi yakıp yıkacak gücüne rağmen ona güvenip onun yanında olabilmek, yaratılmış melek olmanın getirdiği şöhretle tüm gözlerin aynı zamanda tüm düşmanlık ve nefret oklarının üzerine çevrilmesinin üzerinde oluşturduğu hayatta kalma içgüdüsü ve bunlardan çok daha derinde Elena'yı Elena yapan değerleri, asiliği, avcı yetenekleri ve eski kendi iradesiyle kararlar verdiği hayatı ile şuan Raphael ile olan hayatında zıtlaşan noktalar ve bu süreçte Elena'nın gösterdiği bunalım süreçleri kitapta başarıyla işlenmişti. İlk kitapta da eleştirdiğim ve hoşuma gitmeyen bir taraf ise kitapta bazı gereksiz sahneler, betimlemeler çok uzun tutulurken sonunun yine bir oldubittiye getirilmesi ve kitabın başından beri halledilemsi çok sıkıntılı ve zor görünen problemlerin 5 sayfayı bile doldurmayacak şekilde halledilip okuyucuya "Bu kadar basit miydi?" hissi yaşatmasıydı. Bu konuda yazarın kendini geliştirmesi gerektiğini düşünüyorum.

Kitabın diliyse ilk kitabın neredeyse birebir aynısı olmakla birlikte tek kusuru diyalog sahnelerinde kimin hangi cümleyi söylediğini ayırt etmek bazı yerlerde ustalık istiyordu. Kitap yine üçüncü kişinin ağzından anlatılmıştı ve yalın,akıcı bir dile sahipti. İlk kitabı okuyanların ikinci kitabı çok daha akıcı ve istekli okuyacağını düşünüyorum ve her kitapta heyecan ve gizemler bu şekilde artacaksa üçüncü kitabı okumayı iple çekiyorum. Okumaya değer fantastik serilerden birisi olduğu su götürmez bir gerçek. Herkese bol kitaplı günler diliyorum :)

Alıntılar
Hatıraların insanı en keskin jiletten bile daha fazla kanatacağının bilincindeydi.
Vicdan olmaksızın sahip olunan güç ruhu çürütür. 
Duygusuz mantık çoğunlukla zulmü maskeler; mantıksız duygu da insanların her türlü bahanesini haklı çıkarır.
İlk uçuş hayatta unutamayacağın birşey. Kanatlarını ilk açtığında gelen o hava akımı, baş döndürücü özgürlük hissi, olman gereken kişi olmanın verdiği sevinçle ruhunun dans edişi...

Karakterler
Elena Deveraux:  Avcılar Loncasının en yetenekli avcısı. Raphael'in dişisi. Bebek melek
Raphael: New York Başmeleği. İki kutsal Başmelek olan Nadiel Ve Caliane'nin oğlu
Dmitri: Raphael'in yedi koruyucusunun başkanı olan 1000 yılı geçmiş ömrü olan vampiri. Erotizm oku fırlatmak gibi yeteneklere sahip
Illium:  Namı diğer Bluebell. Zamanında bir faniye aşık olduğu için kanatları yolunan, şimdiyse herkesin hayran olduğu mavi kanatları olan, Raphael'in yedi koruyucusundan biri.
Venom(Zehir): Yakışıklı ve yılan gözlü, ağzından zehir salgılayabilen vampir. Raphael'in yedilerinden en genç olanı.
Jason: Raphael'in yedilerinden birisi. Siyah kanatları olan bu melek, geçmişte çok acılar yaşamasına rağmen güçlü kalmış, Raphael'e en sadık meleklerden birisi.
Aodhan: Raphael'in yedisinden en sessiz ve kendi halinde olanı. Dokunulmaktan nefret ediyor. Geçmişte yaşadıklarının da bunda etkisi var.
Naasir: Raphael'in vahşi vampiri. Yedilerinden biri. Egzotik bir teni var ve çok güçlü.
Galen: Kızıl saçlı ve adeta kas yumağı olan bu melek Elena'nın dövüş yeteneği kazanmasında ona çok yardımda bulunuyor. Somurtkan ve soğuk bir melek. Raphael'in yedilerinden biri.
Riker: Michaela'nın zamanında derisini yüzdüğü vampir ve ona sadık yardımıcsı ve koruyucusu. Elena'yla uğraşmaya bayılıyor.
Michaela: Avrupa Başmeleği ve Onlar Meclisi üyelerinden birisi. Mükemmel bir güzelliğe sahip ve bunu silah olarak kullanmayı çok iyi biliyor. Elena'dan nefret ediyor.
Lijuan: Onlar Meclisi'nin en yaşlı ve evrilmiş meleği. Dünya ile bağlantısını kesmiş ve kendini ölüler dünyasına ve ölüleri diriltmeye adamış. Raphael'e ve oyuncağı/evcil hayvanı olarak gördüğü Elena'ya takıntılı. Çin'in Başmeleği.
Neha: Onlar Meclisi üyelerinden birisi ve Hindistan Başmeleği. Yılanları var ve "Yılan Kraliçesi" deniyor. Zehirleyici güçleri var.
Anoushka: Neha'nın onun kadar zehirli melek kızı. Hindistan Prensesi.
Titus:  Güney Afrika Başmeleği ve Onlar Meclisi üyesi.
Elijah: Onlar Meclisi üyesi ve Güney Amerika Başmeleği. Raphael'in hem akıl danıştığı hem de çekindiği güçlü ve yaşlı başmeleklerden birisi. Çok zeki.
Hannah: Elijah'ın dişisi. Başmelek olacak güçte, yaşta ve akılda olmasına rağmen bunu reddedip Elijah'ın akıl hocası olmayı tercih eden dişisi.
Charisemnon: Onlar Meclisi'nin üyesi ve Kuzey Afrika Başmeleği. 15 Yaşındaki kızları istismar ettiğine dair söylentiler olan zulümkar melek. Hatta sınır komşusu olan Titus'un topraklarından kızlar çaldığı iddiaları yüzünden savaş eşiğindeler.
Favashi: Onlar Meclisi üyelerinden biri ve İran'ın Başmeleği. Güzelliği ile göz kamaştıran bu kadın, Michaela tarafından kıskanılıyor.
Astaad: Onlar Meclisi üyelerinden birisi ve Pasifik Adalarının başmeleği. 
Slater Patalis: Elena'nın kabuslarına giren ve ablaları Ari ve Belle'nin ölümüne sebep olan çocukluk kabusu azılı vampir.
Jessamy: Galen'in güzel eşi. Kanatları kırılıp bir daha düzelemediği için uçamayan melek. Küçük çocuk melekleri eğiten öğretmenleri aynı zamanda Elena'ya da kitaplar vererek yardımcı oluyor.
Keir: Barınak'ın en yetenekli doktoru olan melek. Şifacı.

Puanım




14 Nisan 2016 Perşembe

Kayıp Arkadaş - Kemal Sayar | Kitap Yorumu





Orijinal Adı: Kayıp Arkadaş
Seri: Yok
Yayınevi: Kapı Yayınları
Sayfa Sayısı: 240
Baskı Yılı: 2016


Yorum

  Herkese merhaba! :) Kemal Sayar'ın yeni bir kitap çıkardığını öğrenince çok sevinmiş, bir tanıtım yazısıyla bunu paylaşmıştım. Yazıya buradan ulaşabilirsiniz. Arka kapak yazısını tanıtımda paylaştığım için bu yazıda paylaşmayacağım.

  Kayıp Arkadaş'ın çıkmasına çok sevindikten kısa sonra sipariş etmiş ve almıştım, kitaba başlamam istediğimden biraz daha geç olsa da çok uzun geçmeden okuyabilmenin mutluluğunu yaşıyorum. Öncelikle şunu söylemeliyim ki, kitap ilk çıktığında araştırırken bir çok sitede kitabı roman kategorisinde görmüş ve şaşırmıştım, Sayar'ın yazdığı kitaplardan hiçbiri roman değildi ve arka kapak yazısı da roman tanıtımı gibi değil. Kitabı alınca öğrendim ki kitap roman değil deneme türünde, zaten yayınevi de edebiyat-deneme kategorisine almış.

  Kitabın konusu ise en basit tanımıyla hayat, güncel hayatımız. Sayar kitabında terörü, günlük yaşantımızı, toplumumuzu, dünyayı, insanlığın tutumunu, toplumsal gruplaşmaları ve daha bu gibi bir çok noktayı ele alıyor. Ama öyle güzel ele alıyor ki insan okurken bambaşka bir dünyaya geçiş yapıyor.

  Kitapta güncel olaylarda sık sık yer buluyor ve yazar fikirlerini sunmuyor, doğruları göstermeye çalışmıyor, bize kim olduğumuzu hatırlatmaya çalışıyor. Ait olduğumuz kimlikleri, toplumdaki konumumuzu bırakıp öncelikle insan olduğumuzu hatırlamamız için çaba gösteriyor yazar.

Her insanın o biricik insanlığını tanımak gerek. İdeoloji veya grup kimliklerine has maskelerinin insanlığını örtmesine izin vermemeliyiz. Bütün kötülüğü düşmanına veren ve yeryüzündeki kötülükten kendisine hiç pay çıkarmayan kişi giderek düşmanına benzer. Düşmanımdan ne kadar farklı olduğumu düşünürsem o kadar aynı olurum, ne kadar aynı olduğumu düşünürsem o kadar farklılaşırım.
  Okurken gözardı atığım ne kadar çok şey olduğunu fark ettim, yepyeni bakış açıları kazandım. Sadece okunup geçilecek bir kitap değil bu, dolu dolu size bir şeyler katacak bir kitap. Sayar hiçbir siyasi görüş, kişisel düşünce paylaşmıyor kitapta, sadece ve sadece gerçek insanlığın, gerçek merhametin, gerçek adaletin altını çiziyor. Kitapta verilmeye çalışılan en net mesajlardan biri şu; Kim olsak da, ne olsak da yada hangi düşünceye sahip olsak da öncelikle hatırlamamız gereken şey insan olduğumuz.

"O da bunu hak etti..." mi diyeceğim? Pek çoklarının Mısır veya Berkin için söylediği gibi "Ama Mursi de...", "Ama Berkin de..." diye başlayan cümlelerle şiddeti örtük bir biçimde aklayacak mıyım? Yoksa bana benzemeyenin ıstırabına saygı duyacak ve darbeye darbe, katile katil diyerek mazlumlarla aynı safta yer alabilecek miyim? Vicdan iyi bir turnosol kağıdıdır.
 Kayıp Arkadaş son zamanlarda okuduğum en ufuk açan (tamam çok saçma oldu tanım ama öyle:), en güzel kitaplardan biri. Kemal Sayar ortaya gerçekten çok güzel bir iş çıkarmış. Okuduğunuza pişman olmayacağınız, size mutlaka bir şey katacak mükemmel kitaplardan biri. Kitabı, dilini sevmeseniz bile anlattıkları mutlaka size bir şey katacaktır, her okuyanda iz bırakabilecek çok güzel bir kitap. Ben okumanızı kesinlikle tavsiye ederim ve umarım okursunuz. İyi okumalar :)

Alıntılar

İnsan hasmından kötülük bekler, kötülüğü kendi grubunda olanlara nispetle, hasımlarına daha çok yakıştırır. Gizli saklı elde edilmiş olanın gerçek olduğuna daha kolay inanır. 
Yeni teknolojiler devletin merkezden çıktığını, gücün dağılıp yaygınlaştığını düşündürmekte. Artık gözetleme iktidarının kökenleri daha belirsiz ve etkileri çok daha çeşitlidir. Bir tek büyük birader yerini sayısız küçük birader her an, her yerde işbaşındadır. 
"Hükümetler Afrika'da önce beslenme ve barınma sorununu çözmeli; özgürlüklerini sağlamak sonra gelir," diyen bir Batılı diplomata, Afrikalı bir kadının verdiği cevap çok manidardır: "Konuşma özgürlüğüm olmazsa, ekmeğimi kimin çaldığı hakkında nasıl konuşacağım?" 
Özgür bir toplum için konuşabilmek şarttır. Konuşamadığımızda giderek yalnızlaşır, içe kapanır ve komplo teorilerine itibar eder hale geliriz. 
Günümüzde kayıtlı ve kayıtdışı politikanın şaka ve kahkaha üzerine değil açık ve örtük nefret üzerine inşa edildiğini görüyoruz. Nefret ve öfke değerli bir politik mal artık... 
Rabia katliamından sonra nasıl bir vurdumduymazlık bir toplumsal kesime egemen olduysa, bugün Türkiye'nin başka çocuklarının ölümünden sonra başka bir toplumsal kesim sağır ve dilsiz kesiliyor. 
Stalin veya Pol Pot'u cinayetlerini anlamak için Das Kapital'e bakmadığınız gibi, İsrail devlet terörünü anlamak için Tevrat'a müracaat etmediğiniz gibi, Karadziç'in cinayetlerinin İncil'de bir dayanağı olmadığı gibi, IŞİD vahşetini anlamak için de mukaddes Kuran'a bakamazsınız.
Oysa kökten bir empati, sadece bize benzeyeni değil, bize benzemeyeni de anlayabilmeyi gerektirir. Asıl erdem, benim gibi olmayan için duyduğum merhamettir. 
Ahlak, başkalarının acıları için de harekete geçmeyi gerektirir. Sadece benim için veya benim kabilem için değil, öteki için de adalet. 
Ötekinin kötü olması bizim iyiliğimize delalet etmez oysa onun kötü olduğu kadar bizde kötü olabiliriz. Ötekini kötü ilan etmekle, onunla savaşmak için her aracı mübah sayamayız. 
Devlet bizim mutluluğumuz içindir, sopasını kafamıza indirmek için değil. Sokaklarımızı terörden korusun ama bunu ne olur her bir insanın canının üzerine titizlenerek yapsın. Sobalarımıza, kazanlarımıza kömür üretsin ama her bir madencinin canını aziz bilerek yapsın. 
Birilerinin zekice söylediği gibi, "Meğer yeraltı zenginliği dediğimiz, bu madencilerin ta kendisiymiş!" 
Hakikat yaralar, yalan ise öldürür. 
Salman Sayyid'in ifadesiyle, "Batı'nın yaptığı en büyük hile, neyin iyi neyin kötü olduğunu ancak kendilerinin bildiği konusunda dünyayı ikna etmeleridir." 
"Zor durumdakilerin çığlığı her zaman haklı olmayabilir fakat onlara kulaklarınızı kapatırsanız hakkın ne olduğunu asla öğrenemezsiniz," der Zinn. 
Geçmişi susturmak sadece bugünü zehirler. 
Tarih her milletin iniltileriyle dolu. İniltilerin bir önceliği yoktur. Her acı, insanlığın acısıdır. 
Konuşmak kendimizin ve ötekinin kör noktalarını keşfedebilmemizi sağlar. 
Ölüm kişisel bir bozgun değil. Hayatın da çevrimleri var ve insan için önemli olan ecel vakti gelip çatana dek anlamlı bir hayatın izini sürmek. 
Ölümle yüzleşmek yaşama cesareti ister. Hayatın trajedisi ölmek değil, yaşarken içimizde ölmesine izin verdiklerimizdir.

Puanım


10 Nisan 2016 Pazar

Kurtarıcı (Harry Hole #6) - Jo Nesbo | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: Frelseren
Seri: Harry Hole #6
Önceki Kitap: Şeytan Yıldızı
Sonraki Kitap: Kardan Adam
Yayınevi: Doğan Kitap
Sayfa Sayısı: 528
Baskı Yılı: 2015
Goodreads Puanı: 4.05  (16,731oy)

Arka Kapak Yazısı

  Kurtuluş Ordusu'nun yaz kamplarından birinde 14 yaşında bir kız tecavüze uğrar. On iki yıl sonra, Oslo'da Kurtuluş Ordusu'nun düzenlediği bir sokak konserinde, ordu mensuplarından genç bir adam alnından vurularak öldürülür. Ortada ne cinayet silahı vardır, ne de olası bir cinayet sebebi…

  Konser fotoğraflarında kırmızı fular takmış bir adam dedektif Harry Hole'nin dikkatini çeker. Çeşitli açılardan çekilmiş fotoğrafları, yüzleri ayırt etmekte uzman Beate Lönn'e gösterdiklerinde, o bile adamın aynı kişi olduğundan emin olamaz. Yüzü olmayan bir adamdır Harry Hole'un kentin arka sokaklarında adım adım kovalayacağı. Katil ise henüz işini bitirmemiştir.

Yorum

  Kurtarıcı'yı daha yeni bitirdim ve sıcağı sıcağına yorum yazıyorum. Hislerim ve düşüncelerim henüz taze, olaylar zihnimde hala canlı.

  Kurtarıcı, Harry Hole serisinin altıncı kitabı, tabii okumaya karar verdiğimde bunu bilmiyordum ben ve serinin ilk kitabı Türkçe'ye çevrilmemiş olunca "Nasıl olsa ilk kitaptan başlayamıyorum boşver oku" diyerek okumaya başladım. Seri toplam on kitaptan oluşuyor ve beş kitabı Türkçe'ye çevrilmiş, dördü Doğan Kitap biri de Koridor Yayıncılık tarafından.

  Kızıl Gerdan (Harry Hole #3) - Koridor Yayıncılık
  Nemesis (Harry Hole #4) - Doğan Kitap
  Şeytan Yıldızı (Harry Hole #5) - Doğan Kitap
  Kardan Adam (Harry Hole#7) - Doğan Kitap

  Harry Hole yetenekli, işine fazla bağlı zeki bir dedektif, aslında polisiye kitaplarındaki karakterlerin bir çoğundan pek farklı bir yanı yok, öfkelenme eşiği düşük ve biraz fevri olması onu biraz daha farklı kılıyor. Harry Hole'nin karakterini tanımak için kitaptaki şu alıntı çok uygun bence.
"Yaşlanıyor musun Harry?"
"Yaşlanmak mı? Nasıl yani?"
"Yaşlandıkça yufka yürekli oluyorsun. Sağları ölülerden fazla önemsediğine ilk kez tanık oluyorum."
  Kitapta konu alınan cinayetin anlaşılması biraz uzun sürdü, yani uzun süre kitapta ne okuduğum pek anlamamıştım. İlk sayfalar cinayet sebebi bilinmiyordu ve olaylar biraz kendi etrafında dönüyordu, sonu belli olmayan, kendini tekrar eden bir kovalamaca okuyup durduk. 250'lere geldikten sonra kitap biraz daha akmaya başladı, anlayacağınız ilk yarı baya durgundu, en azından ben öyle hissettim.

  Kitabın konusu fena değildi ama konu çok sonra şekillendi, bu konuya olan olumlu bakışımı kötü etkiledi biraz tabii. Yazar ilk yarıyı o kadar uzun tutmasaydı kurguyu da daha çok sevebilirdim, evet kurgusu güzeldi ama benim biraz kalabalık bulduğum sayfalar arasında kayboluyordu. Son sayfalara doğru kitap iyice hareketlendi ve her şey açığa kavuştu, o son elli sayfa gerçekten çok güzeldi, yazar girişi uzun tutmasa daha bile çok sevebilirdim. Kitabın sonunda açığa çıka gerçekler beni şaşırmadı, yazar kitabın içinde bir çok ipucu zaten vermişti yine de gerçekler ve görünen arasındaki uçurumu okumak güzeldi.

  Kurtarıcı Jo Nesbo'dan okuduğum ilk kitaptı ve kitabı sevdim, yazarın üslubu biraz farklı, sevip sevmediğimi çok anlayamadım açıkçası. Aslında güzel ancak bazen kitaptaki bazı olayların anlaşılmasını zorlaştırıyordu. Kitap genel olarak güzeldi ve polisiye okumak isteyenler için güzel bir tercih olabilir. Norveç'te geçen bir polisiye okumak isterseniz size göre olabilir. İçinde güzel ayrıntılar olduğu kadar bazı mantıksızlıklar da olsa kitap hoşuma gitti ve yazarın diğer kitaplarını da okumak istiyorum. Bugünlük bu kadar herkese iyi okumalar :)

Alıntılar


İmkansızı ifade etmenin yolu var mıdır?

Cinayet öyle uç noktada bir eylemdir ki, çoğu insanın zihni onu bastırır. Cinayet hayal meyal hatırladıkları bir kabus gibidir. Buna defalarca tanık oldum. Cinayetin yalnızca kafalarında kurguladıkları bir şey olmadığını ancak başkaları söyleyince anlarlar.

Martine gerçeği söylemeyi yeğlerdi. Gerçekler acı verici olsa bile. Yetiştirilme tarzından dolayı değil, bunun uzun vadede hayatı kolaylaştırdığını keşfettiği için.

Artık rüyaya dalmak istiyordu. Rüyaya dalıp her şeyi unutmak. Mümkünse eğer.

Sebep paradır. Hırs, para olunca bir şeylerin değişeceği sanrısı. İnsanların para sayesinde değişebileceklerini sanması.

Nefret güç verir, bilirsin.

İnsanın hayatta kalabilmesi için kendinde sevdiği bir yön bulması gerek. Kimileri yalnızlığın antisosyallik ve bencillik olduğunu söyler. Ama yalnız insan bağımsızdır ve dibe vursa bile başkalarını aşağı çekmez. Çoğu insan yalnızlıktan korkar. Oysa yalnızlık özgür, güçlü ve incinmez olmamı sağlamıştı.

Dr. Stockman'ın dediği gibi:"Dünyanın en güçlü insanı en yalnız insanıdır."

Şüphe inancın gölgesidir. Şüphe duyamıyorsan imanlı olamazsın. Aynı şey cesaret için de geçerlidir dedektif. Korkmaktan acizsen cesur olamazsın.

Hayatının geri kalanında ne yapacağını düşündü. Ve insanın doğru kararlar verip veremediğini halihazırda hayattayken öğrenip öğrenemeyeceğini merak etti.

Kadınların fiziksel açıdan kendilerinden çok daha güçlü erkeklerle aynı çatı altında kalma, aynı yatağı paylaşma cesaretini nasıl gösterebildiklerini asla anlayamamışımdır. Erkekler buna asla cesaret edemezdi.

Puanım



8 Nisan 2016 Cuma

Meleklerin Kanı (Lonca Avcısı #1) - Nalini Singh | Kitap Yorumu


Orijinal Adı: Angels' Blood
Seri: Guild Hunter #1
Sonraki Kitap: Başmeleğin Öpücüğü
Yayınevınevi: Yabancı Yayınları
Sayfa Sayısı: 400
Baskı Yılı: 2016
Goodreads Puanı: 4.12  (49,558 oy)
 

Arka Kapak Yazısı
Tehlikeli bir yakışıklılığa sahip olan New York Başmeleği Raphael, vampir avcısı Elena Deveraux'ya 
bir iş teklif etmişti. Ancak Elena'nın bu sefer peşine düşmesi gereken yolunu şaşırmış bir vampir değil, çok daha tehlikeli, çok daha deli bir avdı.

 Avının peşinde Elena bir yandan hızla tutkunun eşiğine sürüklenirken, bir yandan da hayatı için mücadele ediyordu ve hayatını kurtarsa bile Raphael'in baştan çıkaran dokunuşlarına yenik düşmesi kaçınılmazdı. Çünkü başmeleklerin oyunu sözkonusu olduğunda ölümlülerin hiç şansı yoktu...


Yorum
Serinin ilk kitabı olan bu kitaba gayet sıcak duygularla başladım çünkü her ne kadar fantastik serilerin geneli gerek imkansız ve tehlikeli aşkları işlemek konusunda gerek düşmanlarla doğaüstü savaşlara girilmesi konusunda birbirine benzese de hepsinin kendine ait ayrı bir dünyası ve yazarın hayalgücünün diğerlerinden ayrılan bir yansıması görülmektedir. Ve bu serinin ilk kitabında da diğer fantastik serilerde rastladığımdan farklı, beni şaşırtan senaryolar ile karşılaştım. Yazar bu serisinde vampirleri içeren seriler ile melekleri içeren seriler dışında bir değişiklik yaparak bu iki grubu biraraya getirmiş. Evet, yanlış duymadınız! Bu kitapta vampirler ile melekler birarada. Ama ne vampirler Twilight serisinde gördüğümüz klasik vampirlerden ne de melekler Hush Hush serisindeki düşmüş meleklerden. Kitapta bu türler arasında bir hiyerarşi mevcut. Melekler bile kendi aralarında bir kıdeme göre alt-üst ilişkisine sahip. Başmelekler meleklerden üstün, melekler vampirlerden, vampirler lonca avcılarından ve son olarak da neredeyse bütün fantastik serilerde rastladığımız gibi insanlar en alttaki en güçsüz varlıklardır. Başmeleklerin ise on kişiden "Onlar Meclisi" isminde bir meclisi var.

    Kitap genel olarak lonca avcıları ve başmelekler üzerine kurulsa bile, insanlar ve vampirler de ön planda. Lonca avcılarının asıl amacı, kendilerinin üstü olan amir meleklerin ve başmeleklerin sözlerini dinlemeyen yaratılmış ve sonsuz ömre sahip vampirlerin yakalanması ve ilgili meleklere para karşılığında teslim edilmesi. Ancak kitabın esas kızı Elena en yetenekli lonca avcısı olarak sadece vampirlerin peşine düşmeyecek. Bu kitapta ağırlıklı olarak Elena'nın tehlikeli insanlarla işbirliği içine girmesi, onlarla ateşle dans etme tadında zıtlaşması ve çatışmaları ve bunun yanında kendi asi kişiliği ile olan savaşı ele alınıyor. Bir yandan tehlikeli ve ölümcül amiri Raphael'in zalim kişiliğinden tiksinirken diğer yandan onun hiç görmediği hatta görmeyi bile ummadığı derine nüfuz eden mükemmelliği ile mest olan Elena kendi hayat mücadelesini verirken aynı zamanda fevri kişiliği ve dik kafalılığının başına açtığı belalar ile mücadele ediyor. Serinin ilk kitabında her ne kadar okuyucuyu diken üstünde oturtacak kadar macera olmasa bile aksiyonun kitabın sonlarına doğru arttığı aşkın, romantizmin de derinden hissedildiği bir kitapla karşı karşıyayız. Kitap heyecan verici ve okuyucuyu merakta bırakacak şekilde yazılmış, onları ikinci kitabı okumaya teşvik edecek şekilde sona eriyor.

   Kitabın diline gelince okuyucuyu memnun bırakacak sade ve akışkan bir dile sahip. Kitap ben-dili kullanılarak değil, üçüncü kişili anlatım tekniğiyle yazılmış ve içseslere ve diyaloglara bolca yer verilmiş. Elena ve Raphael arasındaki diyaloglar yürek hoplatacak cinsten eğlenceli ve bazen de gizemli. Genç-yetişkin tarzı kitap takipçilerinin zevk alarak okuyacağını düşündüğüm bir kitap. Yazar iyi iş çıkarmışa benziyor. Bu şekilde serinin diğer kitaplarını devam ettirirse iyi bir okuyucu kitlesine de sahip olabilir. Bol kitaplı günler...


!!!Spoiler!!!
Kitapta Onlar Meclisi'nden Uram'ın kötü yola düşmesi ve kan tutkunu olup insanlık için tehlikeli hale gelmesi ve en sonunda Elena ve Raphael işbirliği ile alt edilip öldürülmesi işlenmişti. Yazarın bazı kitapları henüz Türkiye'de basılmadı ne yazık ki. Ama kitabın 9 seri olmasından ve ilk kitapta Onlar Meclisi'nden birinin yolunu kaybedip "kandandoğan" haline gelmesi ve öldürülmesinin hemen ardından kitabın sonlarına doğru Onlar Meclisinin diğer kıdemli üyesi Lijuan'ın da hayatında tuhaflıklar yaşanması gibi ipuçlarından yola çıkarak daha diğer serileri okumadan azıcık kitap okuma tecrübemle şunu söyleyebilirim ki; diğer kitapların herbiri Elena ve ismini koyamadıkları şeyler yaşadığı aşkı Raphael'in bu Onlar Meclisi üyeleri ile yaşadığı mücadeleler ayrı ayrı ele alınmış olabilir.

Alıntılar
İnan bana melek çocuk gittiğin her yerde kadınların aklını başından alırsın.
Sen ölümüm olacaksın Elena!
Menfaatler çatıştığında aslan payını isteyecektir.
Artık biraz daha insansın, Başmelek!
                                 
   Serinin Diğer Kitapları

1)Angels' Blood (Meleklerin Kanı)
2)Archangel's Kiss (Başmeleğin Öpücüğü)
3)Archangel's Consort(Başmeleğin Gözdesi)
4)Archangel's Blade
5)Archangel's Storm
6)Archangel's Legion
7)Archangel's Shadows
8)Archangel's Enigma
9)Archangel's Heart


Karakterler
Elena Deveraux: Avcılar Loncasının en yetenekli avcısı
Raphael: New York Başmeleği
Sara: Avcı Loncasının şimdiki yöneticisi. Deacon'un eşi ve minik Sue Elena'nın annesi
Ransom: Avcı Loncasının çok yetenekli bir o kadar da yakışıklı avcısı. Elena ve Sara'nın arkadaşı
Dimitri: New York Başmeleği Raphael'in 4'ü vampirden, 3'ü melekten oluşan yedili korumasının vampir olanlarından birisi. Yaşı 500'den fazla. Erotizm okları ile bayanların aklını başından alıyor
Jeffrey Deveraux: Elena'yı avcı olduğu için dışlayan iş adamı babası
Uram: Onlar Meclisinin güçlü başmeleklerinden biri. Rusya Başmeleği
Lijuan: Onlar Meclisinin en yaşlı Başmeleği. Çin'in Başmeleği
Illium: Raphael'in yedilisinden melek olanlardan bir tanesi. Mavi kanatları ile insanları büyüleyen, Raphael'e sadık bir melek
Michaela: Onlar Meclisinin kadın başmeleklerinden birisi. En son Uram'ın ondan önce de birçok başmeleğin dişisi olmuş, güzelliği dillere destan Avrupa Başmeleği



Puanım



      

6 Nisan 2016 Çarşamba

Yorum Atölyesi'nde Yenilikler Var!


   Herkese merhaba :) Bugün size yeni haberlerim var, kitaplarla ilgili değil blogla ilgili. Bugüne kadar beni takip eden, yazılarımı okuyan herkese teşekkür ederim. Şimdi haberlerime geçecek olursam, şimdiye kadar hep tektim ama artık yalnız olmayacağım. Benim için çok değerli bir insan da burada kitap yorumlarını paylaşacak.

  Artık Sümeyye Kip'te Yorum Atölye'sinde yer alacak ve kitaplarla ilgili paylaşımlar yapacak. Oda benim gibi bir kitapsever ve birlikte daha güzel işler çıkaracağımızı düşünüyoruz, umarım istediğimiz gibi olur ve sizde seversiniz. :)

  İkinci haberimde blogun temasını değiştirdim ve umarım yeni hali hoşunuza gitmiştir. Düşüncenizi belirtmek için yandaki ankette görüşünüzü belirebilir ya da yorum bırakabilirsiniz.

  Fazla uzatmayacağım sözü, yeni haberlerim bunlardı. Umarım blogun yeni halini ve yeni yazarını seversiniz. Okuduğunuz için teşekkürler :) Bol kitaplı günler :)

  Yorum Atölyesi'nde çıkan yazıları takip etmek için bizi takip edebilirsiniz;

Twitter'da Yorum Atölyesi
Facebook'ta Yorum Atölesi
Blogu Takip Etmek İçin Tıkayın





5 Nisan 2016 Salı

Koloni - Jean Christophe Grangé | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: Miserere
Seri: Yok
Yayınevi: Doğan Kitap
Sayfa Sayısı: 422
Goodreads Puanı: 3.79  (1,415oy)

Arka Kapak Yazısı

Soluğunuzu kesen tempo, heyecan ve gerilim hiç bitmeyecek!

Onlar Çocuktular...
En mükemmel elmasların saflığındaydılar...
Ne ufak bir lekeleri...Ne de en ufak bir kusurları vardı...
Ve ne de en ufak bir günahları...
Ama onların saflığı kötülüğün saflığıydı...
Paris'te bir Ermeni katedralinde işlenen bir cinayet. Kan yok, cinayet aleti yok, yara bere yok...
Biri yaşlı ve huysuz emekli bir polis, diğeri Çocuk Bürosu'nda görevli, ancak açığa alınmış uyuşturucu müptelası genç bir polis. Bu ikisi, gitgide hunharca bir hal alan ve peşpeşe işlenen cinayetlerin katilini veya katillerini bulmak için birlikte çalışmak zorundadır. Birbirlerine ihtiyaçları vardır, birbirlerini tamamlamaktadırlar. Ancak bu cinayetler sıradan bir seri katilin işi değildir. Gizli servisler, naziler, Yahudiler, ülke içinde ülkeler, ve "siyah bölgeler"... Sanki birileri bir şeyleri gizlemek istemektedir.

Fransa'nın göbeğinde başka bir ülke olabilir miydi?
Bu ülkeye kim veya kimler göz yumuyordu?
Burada neler yapılmaktadır?
Kaçırılan çocuklar ile öldürülenler arasındaki bağ nedir?
İki polisin çabası cinayetleri açığa kavuşturmaya yetecek midir?
Yoksa...

Yorum

  Herkese merhaba! :) Yine bir Grangé romanıyla karşınızdayım, bu benim okuduğum 7'nci Grangé romanı ve yine Grangé ortaya çok güzel bir şey çıkarmış. Koloni'yi uzun zamandır merak ediyordum ve nihayet okuyabildim.

  Ermeni kilisesinde bir koro şefinin öldürülmesiyle başlayan olaylar ilerleyen sayfalarda hızla büyüyerek devam ediyor. Kitapta hiçbir şey göründüğü gibi değil, çok fazla sır ve açıklanamayan bir çok şey var. Bu soruşturmada yolları kesişen iki polis Kasdan ve Volokine'in birbirlerine destek olarak soruşturmayı yürütmeye çalışıyorlar.

  Kitabın konusu oldukça ilginçti, sayfalar ilerledikçe konunun akışı değişti ve ortaya başta görünenden çok farklı bir hikaye çıktı. Konu şekillendikçe şaşırtıcı bir çok ayrıntıyla karşılaşıyorsunuz, yazarın seçtiği konu gerçekten ilginç ve bunu güzel bir kurguyla harmanlayınca oraya çok güzel bir şey çıkmış.

  Koloni'de en sevdiğim ayrıntılardan biri Kasdan ve Volokine arasındaki ilişki oldu, soruşturma sayesinde tanışan iki polisin birbirlerine karşı gelişen dostluğunu okumak gerçekten çok güzeldi. İki karakterin birbirine yardımcı olması, arada oluşan güzel bağ benim çok hoşuma gitti. Baba-oğul ilişkisine benzer bir dostluktu onlarınki ve bu tarz bir bağ okumaktan mutluluk duydum.

  Kitap genel olarak çok güzeldi, konu ve kurgu çok zekice hazırlanmıştı, karakterleri de çok sevdim yalnız kitabın tek sorunu yazarın belirgin imzasını taşımasıydı. Yazarın her kitabının kurgu ve dil bakımından çok benzer olmasından hoşlanmıyorum, biraz değişik teknikler denese ortaya daha şaşırtıcı ve güzel şeyler çıkabilir bence, bu haliyle şaşırtıcı olmaktan uzaklaşıyor. Yazarın üslubunu sevsem de her kitabında aynı üslupla karşılaşmaktan hoşlanmıyorum.

  Konusuyla, karakterleriyle oldukça güzel bir polisiye idi, sonlara doğru tempo iyice artıyor ve kitap daha güzel bir hale geliyor. Polisiye severler ya da Grangé sevenler için oldukça güzel bir roman, kaçırmayın derim. İyi Okumalar :)

Alıntılar

Ve en iyi avcı kendisinden olanları avlayan avcıydı.
İnsanlardan nefret ettiğinde onları daha iyi tanıyorsun. 
Eğer birini öldürüyorsan öldürülmeyi de kabul etmen gerekiyordu. Kendi varlığına hiç değer vermemen. Ama hayır. Zalimler zavallı hayatlarına sımsıkı tutunuyorlardı. 
Kin, bu dünyada en iyi paylaşılan yetenektir. 
Çürümüş temeller üzerinde yükselmiş olsa da, ruhsal dengesinde bazı bozukluklar olsa da ve bu durumdan kurtulmak için boş yere gayret sarf etse de, bu hayat ritmine uzun süre dayanamayacağını bilse de halinden memnundu. Geçmişe dönmekten ve unuttuğu ilk travmayı yaşamaktan daha iyiydi. 
Beni şaşırtan, yaşamın içindeki ölümün korkunç haksızlığı değildi. Tam tersine. Ne dereceye kadar yaşamın ölümün bir parçası olduğunu, ne dereceye kadar yaşamın küçük bir parantezden ibaret olduğunu anladım. Hiçlik okyanusunda küçük bir ertleme. Narine'nin ölümü benim için buydu işte.  
Bir ihtar. Hepimiz bunu yaşayacak olan ölümlülerdik. 
Uzun zamandan beri insanları yargılamayı bırakmıştı. Artık ihanete inanmıyordu, çünkü edilen yeminlere inanmıyordu.

Puanım



1 Nisan 2016 Cuma

Mart Ayı Okuduklarım

 
Herkese merhaba! :)
 Mart ayını geride bıraktık ve ben bu yazıda Mart'ta okuduklarım hakkında kısaca bahsedeceğim. Mart ayında ne yazık ki istediğim kadar kitap okuyamadım, okuma hızım düştü, zamanım azdı derken bu ay sadece 7 kitap okuyabildim. Az olsalar da güzel kitaplar okudum.


Kırmızı Üniformalılar, Mart'ta okuduğum ilk kitaptı. Uzayda geçen, mizahi yönü kuvvetli güzel bir bilim kurguydu. Yazar mizahi ögeleri ve argoyu bol tutmuştu, konu da ilgi çekiciydi, okuması kolay ve güzel bir kitaptı. Son 100 sayfaya kadar beni çok eğlendiren ve temposu yüksek bir kitaptı, beğenmiştim.
Puanım:4/5


Martin Eden, uzun zamandır okuduğum en iyi kitaplardan biriydi. İlk sayfalardan son sayfalara kadar beni etkileyen mükemmel bir klasikti. Jack London'ın hayatından izler taşıyan ve bir denizcinin burjuva hayatını tanıyıp, gerçeklerini görmesini konu alan kitapla hayatıma Martin Eden gibi ölümsüz bir karakter katıldı. Kesinlikle tavsiye edeceğim güzel bir kitap.
Puanım:5/5


Fareler ve İnsanlar, kısacık ama insanın yüreğine işleyen bir kitap. Kitabın sonunu şaşırtıcı bulmadım, kitaba çok uygundu. Size farklı bakış açısı sunabilecek, okuduğunuza pişman olmayacağınız kısa ama güzel bir kitap.
Puanım:4/5


Ölülerin Fısıltısı, David Hunter sevdiğim bir polisiye seri ve her kitabını okumaktan ayrı zevk duyuyorum. Yazarın tarzı ve serinin antropolojiyle yakından ilgisi beni seriye daha da yaklaştırıyor. Serinin diğer kitapları gibi bunu da çok sevdim, olaylar, katil ve gizem güzel harmanlanmıştı. Polisiye sevenler için çok uygun bir seri.
Puanım:4/5


Hırsız, Mart'ta okuduğum tek fantastik kitaptı, fena olmasa da etkileyici bulamadım. Fantastiksever biri olarak okuduğum bir çok kitabın çok gerisindeydi. Konusu güzel olsa da yazarın sunumu biraz zayıftı. Kitapta en sevdiğim noktalar biri kitabın dünyasına ait mitolojiydi. Giriş kitabı olarak bilee zayıf bir kitaptı, seriye devam edeceğimi sanmıyorum.
Puanım:3/5


Yıldız Gezgini, Martin Eden'den çok etkilenince Jack London okumam gerektiğine daha çok emin oldum ve bu kitaba başladım. Kitap Darrell Standing'in hapishane yaşamını ve onun bilinçaltına yaptığı yolculuklarla tanık olduğu başka yaşamları konu alıyor. Kitaptaki başka yaşamlardan oluşan hikayeleri pek sevmesem de genel olarak çok güzel yazılmış bir kitaptı ve yazılış amacına uygun olarak ceza-hukuk sistemini çok güzel eleştiren bir kitaptı.
Puanım:4/5


Kadın Psikolojisi, Nevzat Tarhan'ı ve psikolojiyi çok seven biri olarak bu kitabı okumakta biraz geç kaldım ama beklediğime değdi. Kadını ve psikolojisini her yönden çok güzel bir şekilde ele alan kitapta, aradığınız her şeyi bulabilirsiniz. Okurken çok etkilendim ve çok beğendim, herkesin okuması gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum.
Puanım:5/5

Mart ayı güzel bir ay olsa da ne yazık ki istediğim kadar kitap okuyamadım. Nisan'da umarım bunu telafi edebilirim. Mart'ta toplam 7 kitap ve 2197 sayfa okumuşum. Ocak ve Şubat ayının çok gerisindeyim ve bu durumu düzeltmek istiyorum, Nisan'da bol bol kitap okumak dileğiyle. Yazımı okuduğunuz için teşekkür ederim, bol kitaplı güzel günler. :) İyi Okumalar :)