29 Haziran 2016 Çarşamba

Hırsızlar Cumhuriyeti (Centilmen Piç #3) - Scott Lynch | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: The Republic of Thieves
Seri: Gentleman Bastard #3
Önceki Kitap: Kızıl Gökler Altında Kızıl Denizler
Yayınevi: İthaki Yayınları
Sayfa Sayısı: 688
Baskı Yılı: 2016
Goodreads Puanı: 4.22  (40,373 Oy)

Arka Kapak Yazısı

Hırsızların en yeteneklisi, dolandırıcıların en eli çabuğu Locke ve yol arkadaşı Jean, hayatlarının en büyük soygununu yapacakları liman şehri Tal Verrar'dan canlarını zor kurtarmıştır. Artık akıllarında tek bir şeyle yola çıkarlar: Locke'un vücudunda gezinen ölümcül zehre çare bulmak. Umutlarının tükenmeye başladığı sırada pek de haz etmedikleri Bağlıbüyücülerden bir teklif gelir.

Büyücüler şehri Karthain'de yapılacak seçimlere hile karıştırmaları istenen Centilmen Piçler'in karşısında ise aynı amacı güden, Lamora'yla düzenbazlık ve üçkâğıtçılıkta baş edebilecek yegâne kişi vardır; Locke'un yıllar önce ilk görüşte kalbini kaptırdığı, aklından bir an olsun çıkaramadığı Sabetha…

İki sahtekâr sayesinde hiç olmadığı kadar dürüstlükten uzaklaşacak olan seçimler… Bağlıbüyücülerin yaptığı planlar içindeki planlar… Sabetha'ya karşı koyamayacak kadar ona tutkun bir Locke… Scott Lynch, Hırsızlar Cumhuriyeti'yle okurlarını büyülemeye devam ediyor.

Yorum

  Yorumu dün sıcağı sıcağına yazdım ancak bu akşam yayınlayabiliyorum, hislerimin çoğu hala taze. ^.^ 
   Ah bee! Ne kitaptı öyle! Son zamanlarda okuduğum en olaylı, en iyi, en eğlenceli kitaptı. Ve ah Locke Lamora ve Jean, ve Scott Lynch'in muhteşem dünyası. Nasıl da özlemişim anlatamam.


Kitapta Karthain haritası yer alıyor(pek işe yaramasa da)

  Fantastik kurgu en sevdiğim türlerin başında gelir ve bu türün en sevdiğim serilerinde biri kesinlikle Centilmen Piç. Aslında şu sıra kitap almamaya kesin kararlıydım ancak Hırsızlar Cumhuriyeti'nin çıkacağını öğrenince kesin kararım tuzla buz oldu. :D Serinin devam kitabı çıkar da ben durabilir miyim? Duramadım tabii ki, kararımı hiçe sayıp aldım kitabı. Okumaya yavaş yavaş başladım ki kitap bitmesin, ilk yarıyı yavaş yavaş okusam da kalanı uykularımı feda ederek kısa süre içinde bitirdim ve şuan tatmin olmuş bir durumdayım, böyle bir kitaba ihtiyacım varmış.

  Lafı fazla uzatmadan konuya geçeyim, bu kitap serinin başından beri merakla beklediğimiz Sabetha ve hepimizi sinir eden Bağlıbüyücüler ile kahramanlarımız Locke ve Jean üçgeninde şekilleniyor. Evet nihayet bu kitapta Sabetha ile tanıştık, bu konuya değineceğim. Kitap Karthain'de büyücülerin ininde, kimin hain kimin yandaş olduğunu bilmediğiniz bir ortamda geçiyor. Locke ve Jean Karthain'deki seçimlere hile karıştırmak için tüm yeteneklerini kullanmak zorundadırlar ve şartlar onlar için çok zor, spoiler vermemek için burada kesiyorum konuyu. :)

Kapağı diğer kitaplardan arklı olsa da güzeldi :)

  Şunu da söylemeliyim ki Sabetha gibi bir çok gizem aydınlanıyor bu kitapta, Camorr'un Belası'nın çıkışını dahi öğrenebiliyorsunuz. Tabii bir çok gizem de ekleniyor, kafanızı karıştıracak çok fazla bilgi kırıntısı serpip kitabı bitirdi yazar. Sonu fenaydı, diğer kitabı istiyorum. :D

  Hırsızlar Cumhuriyeti, Locke Lamora'nın Yalanları'ndan bir çok esinti taşıyordu. İlk kitapta çok sevdiğim ve ne yazık ki ikincide bulamayınca baya üzüldüğüm ara bölümler, Locke'un çocukluğu, bu kitapta bolca yer alıyordu. Hatta bazen öyle heyecanlı anlarda ara bölümler başlıyordu ki sinir oluyordum. :D Ve Kızıl Gökler Altında Kızıl Denizler'de çok fazla yer almayan düzenbazlıklardan bu kitapta oldukça çok vardı.

  Sabetha'ya gelecek olursak, hiç sevmedim, sevemedim ne yazık ki. Çok merak ettiğim bir karakterdi ancak büyük bir hayal kırıklığı oldu benim için. Özellikle de Locke'un Sabetha karşısındaki tavırlarını okurken çıl-dır-dım. Bazı bölümlerde Sabetha'yı boğma isteğim tavan yapsa da, sakin kalmaya çalışıyorum (karşıma gelse medenilikten oldukça uzak davranabilirim tabii).

  Serinin üç kitabını karşılaştıracak olursam hala en iyisi Locke Lamora'nın Yalanları'ydı. Scott Lynch ilk kitapta çıtayı öyle bir yere çıkardı ki kendi de o noktaya ulaşamıyor artık. Hırsızlar Cumhuriyeti, Kızıl Gökler Altında Kızıl Denizler'den daha iyiydi, daha fazla entrika ve daha az denizcilik içeriyordu( ne yalan söyleyeyim ikinci kitaptaki denizcilik terimleri bazı yerlerde çok sıkmıştı). Yazar Hırsızlar Cumhuriyeti ile durumu toparlayınca ben bir sonraki kitaba umutla bakar oldum, daha iyi olacağını umuyorum. Sırası gelmişken Emberlain'in Belası yani dördüncü kitap 22 Eylül'de çıkacakmış.

  Hırsızlar Cumhuriyeti genel olarak çok sevdiğim bir kitap oldu, diyaloglarıyla olaylarıyla genel olarak çok güzeldi, son zamanlarda oluşan bol olaylı fantastik kitap ihtiyacıma da ilaç gibi geldi. Bir Locke Lamora'nın Yalanları kadar olamasa da eksileriyle, artılarıyla gayet okunası bir kitap. Eğer düzenbazlıklarla, hileler ve zekice manevralarla dolu bir seriye ihtiyaç duyuyorsanız Centilmen Piç'i es geçmek büyük hata olur. İyi okumalar. :)

Locke Lamora'nın Yalanları yorumum için tıklayınız.
Kızıl Gökler Altında Kızıl Denizler yorumum için tıklayınız.

Alıntılar

Zorluklar çok sıkıcı. Sarhoş olamayacaksan gülecek bir şey bulmaya mecbursun. 
Keyfin çattığında koskoca krallıkları devirebilirsin. İhtiyacın olan şey karşıdan karşıya geçerken bir at arabasının altında kalmamanı sağlayacak biri. 
-"Tanrılar aşkına ne kadar iğrenç gözüküyor!"
-"Siz ikinizi doğurtan ebe gibi konuşuyorsun." 
"Adil bir imtihan değildi! Kazanmanın yolu yoktu.!"
"Hayat böyledir," dedi Zincir. "Etten kemikten bir canlı olarak sana kalan tek miras budur. Hiç kimse sürekli kazanamaz Locke." 
Doğduğunun farkına vardığında çabucak çıktığın yere gir, çünkü hayat sonu gelmeyen bir bok şöleni. 
"Zincir hayatın esasen kafana bok dökülmesi için bir kuyrukta beklemek olduğunu söylerdi. Herkesin sırada bir yeri vardır, sıradan çıkamazsın ve tam kendi payına düşen bok miktarını atlattığına sevinmeye başlarken kuyruğun aslında dairesel olduğunu keşfedersin."

Puanım


24 Haziran 2016 Cuma

Olağanüstü Bir Gece - Stefan Zweig | Kitap Yorumu


Orijinal Adı: Phantastische Nacht
Seri: Yok
Yayınevi: İş Bankası Kültür Yayınları
Sayfa Sayısı: 69
Baskı Yılı: 2015
Goodreads Puanı: 4.18  (700 Oy)

Arka Kapak Yazısı

  Olağanüstü Bir Gece, seçkin bir burjuva olarak rahat ve tasasız varoluşunu sürdürürken giderek duyarsızlaşan bir adamın hayatındaki dönüştürücü deneyimin hikâyesidir. Sıradan bir Pazar gününü at yarışlarında geçirirken, belki de ilk kez burjuva ahlakından saparak “suç” işler. Böylece yeniden “hissetmeye” başladığını, kötücül ve ateşli hazları olan gerçek bir insan olduğunu fark eder. İçindeki haz dolu esrime, aynı günün akşamında onu gece âleminin son atıklarının arasına, “hayatın en dibindeki lağımlara” sürükleyecek, varış noktası ise ruhani bir uyanış olacaktır.

Yorum

   Olağanüstü Bir Gece olağanüstü bir kitap. Satraç'ı okuduktan sonra mutlaka Stefan Zweig okumalıyım demiştim ama bir türlü okuyamamıştım, Olağanüstü Bir Gece'den sonra buna pişman oldum. Böyle güzel bir yazarın kitaplarını okumayı ertelemek akıl karı değil.

   Olağanüstü Bir Gece, oldukça seçkin ve zengin bir adamın, burjuva hayatı içinde zamanla hissizleşip hayattan kopmasını ve olağanüstü bir gecede hayatının sonsuza kadar değişmesini anlatıyor. Kitap sadece bir günü, geceyi anlatıyor ama öyle büyük bir yolculuğa çıkıyorsunuz ki kitap sona erince yaşananların sadece bir günde gerçekleştiğine inanamıyorsunuz. En büyük yolculuk kişinin kendi içine yaptığı yolculuktur, derler, sanırım yetmiş sayfanın da bana bu denli uzun gelmesi bu yüzden.

Kitabın benim için en vurucu noktası bu cümlelerdi


   Okumaya başladıktan hemen sonra kitap beni içine hapsetti, İlk on sayfa da kitabı sevdiğime karar vermiştim, kitabın başından kalmak zorunda kalmasam tek oturuşta okurdum muhtemelen çünkü sayfalar öyle güzel kayıp gidiyor ki ne olduğunu anlamıyorsunuz bile. Okurken başkarakterle özdeşleştim, adını bile hatırlamıyorum ama kitaptaki her yaşanan zihnimde canlı, sanki ben yaşamışım gibi. Okurken kendimden çok şey buldum kitapta ve kendi içsel yolculuğuma da çıktım, tek üzüntüm yolculuğumun yetmiş sayfa kadar kısa olması oldu.

  Kitabın kapağı da çok hoşuma gitti, Van Gogh'un Yıldızlı Gece tablosuna çok benzetmiştim ve o olduğunu öğrendim ki kitaba da çok yakıştırdım.



   Kitapta bir yer vardı ki hep hissettiğim ve açıklayamadığım yere çok güzel parmak basıyordu;
Örneğin dış dünyada olup bitenlerin insanın içindeki yansısını eşzamanlı olarak sıralamak için öğrenilebilecek herhangi bir teknik olup olmadığını bile bilmem. Ayrıca anlama uygun olan sözcüğü bulup, sözcüğe uygun anlamı verip veremeyeceğimi ve böylece, ne zaman gerçek bir yazarın elinden çıkanları okusam her defasında bilincine varmadan hissettiğim o dengeyi yaratıp yaratamayacağımı da hep merak etmişimdir.
   Bahsedilen o dengeyi hep hissetmiş ancak hiçbir zaman nasıl ifade edeceğimi bilememişimdir ve kitapta bunu bulunca çok etkilendim. Gerçektende o bahsedilen, anlatamasak da hissettiğimiz denge var ve bu dengeye her yazar ulaşamıyor. Zweig ulaşanlar arasında bence.

   Olağanüstü Bir Gece, her yönüyle (sayfa sayısı hariç -çok azdı-) çok beğendiğim bir kitap oldu ve Zweig'a hayran kaldım. Satranç'ı çok severim ama bunu daha çok sevdim sanırım. Yazarın diğer kitaplarını çok bekletmeden okumak istiyorum. :) Zweig kitaplarını okur ve sizde umarım benim gibi seversiniz, kısa ve şahane bir kitap okumak istiyorsanız durmayın Olağanüstü Bir Gece'yi okuyun derim. İyi okumalar. :)

Alıntılar

(Aslında kitapta hoşuma giden çok daha fazla yer vardı ancak okurken kitabı elimden bırakamadığım için onları not edemedim ne yazık ki.)
Toplumun içinde olduğum zamanlarda da hayranlığımı ifade ederken yapay bir heyecan sergileyip etkileyici şeyleri abartarak içimin ne kadar hissiz ve kayıtsız olduğunu gizlemek için bir anlamda gösteri yapıyordum. 
Karşılaştığım insanlar hep aynılarıydı; yüzlerini de, jestlerini de artık biliyordum. 
Bir kez kendini bulmuş olan kişinin bu yeryüzünde yitirecek bir şeyi yoktur artık. Ve bir kez kendi içindeki insanı anlamış olan bütün insanları anlar.

Puanım


22 Haziran 2016 Çarşamba

Jet (Dövmeli Adamlar Serisi #2) - Jay Crownover | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: Jet
Seri: Marked Men  #2
Önceki Kitap: Rule 
Sonraki Kitap: Rome
Yayınevi: Aspendos Yayınları
Sayfa Sayısı: 400
Baskı Yılı: 2013
Goodreads Puanı:  4.10  (30,866 oy)


Arka Kapak Yazısı
  Sımsıkı deri pantolonu ve tehlikeli vücut hatlarıyla Jet Keller her kızın Rock’n Roll rüyasını süslüyordu. Ancak Ayden Cross kötü çocukların vahşi dünyasında yorulmuştu artık. Bu yüzden Jet’in büyülü gözlerinde gördüğü tutku ateşine teslim olmak istemiyor ve Jet’in dokunuşlarında yanıp kül olmaktan korkuyordu.
  Jet ise, seksi kovboy çizmeleri içindeki sütun gibi bacakları olan Ayden’a karşı koyamıyor ve bu güneyli güzele yaklaştıkça onu daha az tanıdığını düşünüyordu.
İkisini yakan bu ateş ya aşka dönüşecek ya da onları yakıp kül edecekti.
  

Yorum
     Evet arkadaşlar! Birkaç gün önce bu serinin ilk kitabını yorumlarken de belirttiğim gibi ikinci kitap beni biraz daha heyecanlandırıyordu. Çünkü ikinci kitapta işlenen çocuk bir Rock prensiydi. Bende müzik tarzı olarak Rock-metali benimsediğim için bu kitabın baş karakterini okumak için oldukça sabırsızdım. Kitabın başları biraz sıkıcı ilerledi açıkçası. Jet ile Ayden’ın birbirinden uzak durmak için bahaneleri ve hayata bakış açıları bana biraz “zorlama” geldi. Özellikle bazı kavgalar ve zıtlaşmalar fazla gereksizdi. Yine de işin içine bir rock star girince kitabın ne kadar kötü özelliği olursa olsun büyülenmekten kendimi alamadım. Kitabın esas oğlanı Jet; ailesiyle ve özellikle babasıyla pek yüzü gülmemiş, kendini şarkılara ve arkadaşlarıyla eğlencelere vermiş bir star ve bir rock grubu var. Kendi hayatını arkadaşlarıyla ve tek gecelik kızlarla geçiren, konserden konsere koşan, etliye sütlüye karışmayan, biraz da tehlikeli bir tip olan Jet, hayat tarzını yansıtan tuhaf kıyafetleri, piercingleri ve ojeleriyle gerçekten oldukça “alışılmışın dışında” diyebiliriz. Buna karşı eski hayatının tüm kötülüklerinden sıyrılarak Güney Amerika’dan gelmiş, başarılı bir eğitim hayatı olan ve tam anlamıyla inek tiplerin giyebileceği süveterler giyen terbiyeli çocuklarla takılan, kovboy çizmeleri olan, ateşli bir hatun. İşte kitapta hayatları birbiriyle alakası olmayan bu ikilinin yollarının kesişmesi ve bir aşkın alevlenişi konu alınıyor.

    İlk kitaptaki gibi bu aşk da karakterlerin yaşam tarzı ve bakış açıları, dış görünüşleri gibi birçok sebepten dolayı imkansızmış gibi görünse de verdikleri mücadeleler ile aşklarını ayakta tutmayı başarıyorlar. Aslında seri olmasından da kaynaklı olarak, bu kitabın ve kitaptaki karakterlerin durumlarını düşünürsek iki kitabın neredeyse birebir paralel olduğunu söyleyebilirim. Her ikisinde de kötü erkekler ve onlardan uzak durması gereken uslu akıllı kızlar ve imkansız aşklar konu alınıyor. Hatta ilk kitapta eleştirdiğim gibi kötü çocukların iyi kızları elde etmek için bir anda değişmeleri ve melek çocuklar olmaları, kavgalar ve tatlı didişmeler ilk kitapla son derece benzerdi. Bazı noktalarda hala ilk kitaba devam ediyormuş gibi hissetmekten kendimi alamadım. Ama kıyasladığımda her noktanın da birebir aynı olduğunu söyleyemem. Burada tarafların hayatındaki sıkıntılar birbirinden farklı, ilk kitaptaki kavga nedenleri ikincisinden farklı ve ilk kitapta ağırlık bu ilişki üzerineyken ikinci kitapta ana karakterlerden biraz daha sıyrılıp yan karakterlerin hayatları ve bakış açılarına da yer veriliyor. Üstelik Jet, Rule’a göre bazı yerlerde romantizmi biraz daha geri plana atıp macerayı daha ön plana çıkarıp okuyucuyu heyecanlandırabiliyordu. Bu yönleri hoşuma gitti.

    Dili ilk kitapta olduğu gibi ikinci kitapta da son derece akıcıydı. Her iki karakterinde bakış açılarına ve bölümlerine yer verilmesi seri ile ilgili sevdiğim bir ayrıntı. Karakterler arasındaki sürtüşmeli diyalogları zevkle okudum. Kitap hiç sıkmıyor sizi ve sayfalar elinizden yağ gibi kayıp gidiyor. Bir bakıyorsunuz ki sonuna gelivermişsiniz. Okuması  ve ilerlemesi oldukça kolay, anlaşılması zor olmayan bir kitaptı. Keyifle okuyacağınızı umuyorum. Bol kitaplı günler J


Alıntılar
Seni elde etmek için ne gerekirse yapmaya hazır olduğumu hissediyorum ve olumsuz şartlar veya yoluma çıkan her neyse. Çünkü sen daha önce hiç kimsenin hissettirmediği gibi, geçmişte karıştığım yasal olmayan her türlü şeyden daha çok bağımlılık yaptın.
Bildiğim tek şey, seni nefes almaktan daha fazla istediğim.
Beni seyrediyordu ve bende onu seyrediyordum. Konu kimya olunca ben bir dâhiydim bu aramızda olan şey eninde sonunda patlayacaktı. Uzun zamandan beri baskı altında tutuyordum ve ancak yavaş ve istikrarlı bir kaynama bu tür bir ateşi söndürmeden hayatta tutabilirdi.
Sen, arkadaşım, bütün bir geceyi seni dinleyen herkese viski renkli gözleri olan kızın kalbini nasıl kırdığını anlatarak geçirdin.
Bir sabah uyanıyorsun ve farkına varıyorsun ki, her zaman öyle olan şeyler, her zaman öyle olacaklar anlamına gelmiyor.

Puanım

19 Haziran 2016 Pazar

Rule (Dövmeli Adamlar Serisi #1) - Jay Crownover | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: Rule
Seri: Marked Men #1
Sonraki Kitap: Jet
Yayınevi: Aspendos Yayınları
Sayfa Sayısı: 360
Baskı Yılı: 2012
Goodreads Puanı: 4.17  (78,361 oy)


Arka Kapak Yazısı
İki zıt karakterin aşkı var bu kitapta!
Rule Archer gibi bir baş belası için Shaw Landon, kibirli ve kusursuz bir prensesti. Üstelik o, ölmüş ikizinin yakın arkadaşıydı. Shaw, başkalarının kurallarıyla yaşıyordu, Rule ise kendi kurallarını koyardı. Onun gibi bir iyi aile kızına vakti yoktu, bu kız onun gerçekte kim olduğunu görebilen tek kişi olsa bile…

Shaw Landon, Rule'u ilk gördüğü günden beri seviyordu. Oysa Rule, Shaw gibi başarılı bir tıp öğrencisinin istememesi gereken her şeye sahipti. Ama Shaw, Rule'un ürkütücü piercinglerinden, dövmelerinden ya da vahşi tavırlarından korkmazdı, ona uygun olmadığını bilse bile…

Tesadüf eseri unutulmaz bir gece geçirirler. Artık bir soruya cevap bulmaya çalışacaklardır: Bu iki zıt karakter büyük bir aşk mı yaratacaklar, yoksa birbirlerinin hayatını zindana mı çevirecekler?

Yorum
Merhaba sevgili okurlar!
 Sizler için güzel bir aşk kitabı hakkında söyleyeceklerim var. Bende diğer tüm kitap kurtları gibi ne zaman dışarı çıksam mutlaka bir kitap dükkanına girerim ve girdiğimde de eli boş çıktığım pek görülmemiştir. Yine bir gün ünlü bir kitap mağazasında gezerken gözüme ilişen ve ilgimi cezbeden bir kitabı henüz bitirmiş bulunuyorum. Bende henüz etkisinden çıkmadan yorumumu sizlerle paylaşmak istedim. O gün almış olduğum iki kitaptan birisiydi Rule. Diğer kitapta Rule'un da içinde olduğu dövmeli adamlar serisinin ikinci kitabı olan Jet'ten başkası değil elbette ki. Önce seriden kısaca bahsedecek olursam serinin her kitabında bu "Dövmeli Adamlar"dan birisi ele alınarak onun çılgın hikayeleri ve aşklarından bahsediliyor. İlk kitapta bu anlamda Rule için adanmış. Sevgili Rule Archer'ımız için. 
     
   Bir bayan olarak kapaktaki yakışıklı erkekler ve dövmelere olan tutkumdan dolayı raflarda görünce ilgimi çeken bu kitabı anında aldım ve başladım. Beklentilerim büyüktü açıkçası. Arka kapak yazısını da okuyunca ilgim katlanarak arttı. Kızların bayıldığı "kötü çocuk" niteliğindeki çapkın, hayatı boşvermiş, eğlenmeye düşkün, çılgın bir erkek ve onu elde etmekle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir kız ve bu ikilinin arasındaki didişmeler, zıtlaşmalar, tutku, aşk.. İşte bu tür beklentiler ile başladım kitabı okumaya kitabı. Aslında birçok şey beklediğim gibi de gitmişti. Ama yine de tamamen beklentilerime cevap verdi diyemem. Çünkü ben bu ikilinin kavuşmasını çok daha mücadeleli yollardan ve iki tarafında sürünmesi ile olmasından daha zevk alan acımasız bir okur olduğum için bunun mümkün olduğunca çabuk ve ilk seferde olması fena halde sinirlerimi bozuyor. Bu kitapta hayalkırıklıklarımdan birisi de tam olarak buydu. Bir de klişeler fazlaydı. Kız fazla mükemmel, erkek bildiğiniz kötü çocuk ve aşkları imkansız ama bir kıvılcımla tutkulu bir aşk. Sizce de fazla klişe değil mi? Önemli olan bu klişeyi yazarın size bambaşka bir şekilde aktarmasıydı. Başarılı bir yazarın elinde klişeler bile mükemmel kurgulara dönüşebiliyor biliyorsunuz ki. Ancak bu kitabın bu noktada bir örnek olduğunu söyleyemeyeceğim. Birde kötü çocuğun güzel kızın kalbini kazanmak için bir anda bir meleğe dönüşmesi ve alışkanlıklarını bırakması durumları biraz fazla hayalci geliyor bana ve böyle şeylerin daha yavaş olması ve kişi ne kadar değişirse değişsin yine özündeki o yaramaz çocuktan birşey kaybetmemesi gerektiğini düşünüyorum. Biz okurlar -en azından ben- karakteri kitapta en başta tanıtıldığı halleriyle seviyorsak ve sonradan onun "cici çocuk" formatına bürünmesi çok da işimize gelmiyorsa kitabın tam tersini yapması pek de sevdiğimiz bir detay olamaz sanırım. Ben bu tür durumlarda iyi olan tarafın biraz daha "aykırı" olana ayak uydurup onu olduğu gibi kabul etmesinden yanayım. Çünkü zaten en başında onun bu aykırı hallerine aşık olmuyor mu? Kitaptaki zayıf noktalardan birisi de buydu zaten.


    Normaldeki yorum sistematiğimin tersine bu sefer ilk olarak olumsuz yorumlar ile başladım. Ancak bu kadar yeter. Yazara da haksızlık yapıp okurları kitaptan soğutacak değilim. Çünkü kitapta hoşuma giden noktalarda oldu elbette. Kitapta hayatı boşvermiş, ailesiyle ve kendisiyle sorunları olan, alkolik ve her gece başka barda başka kızlarla, hayatı "carpe diem" modunda yaşayan, kimseye aldırış etmeyen, pervasız bir Rule var. Aşka inancı olmayan bu yakışıklı genç kızları her hafta farklı renklere boyattığı mohavkları ve tüm bedenini sarmalayan dövmeleri ile büyülüyor. Bu kızlar furyasına platin sarısı saçları olan güzel bir o kadar da başarılı ve asil olan, annelerin "örnek çocuk" diye nitelendirdiği, tüm notları "A" olan, düşünceli Shaw katılıyor. Ama onun diğer kızlardan farkı var. O Rule'u tanıdığı ilk andan beri mohavklarının, gözlerinin, dövmelerinin, kıvrak bedeninin çok ötesinde bir Rule görmüş ve ona aşık olmuş bir kız. Aşkına öylesine sahip çıkıyor ki sevdiği oğlanı yatakta başka kızların altından topluyor ve hayatına çekidüzen veriyor. Kısacası "annecik" rolünü çok iyi oynuyor. Rule'un gerek ailesine gerek hayata olan görevlerini yerine getirmesini sağlayan ve arasının pek parlak olmadığı ailesiyle bağlantısını sağlayan Shaw da sabrını son damlasına kadar tüketiyor. Bu adamı ya elde edecek ya da sonuza kadar gitmesine izin verecek. Arka kapakta da belirtilen unutulmaz bir gece geçirdikten sonra Rule "kırılmaz, hatalar yapmaz, başarı odaklı, asilliğinden ödün vermez, ulaşılmaz" gördüğü bu kıza bambaşka bir gözle bakıyor ve ilk aşk kıvılcımları doğmaya başlıyor. 
   Kitapta ikilinin kavgaları, mücadeleleri, aşklarına sahip çıkışları, maceraları etkileyici ve gerçekçi bir dille anlatılmış. İkisininde aşkları için katlandığı şeyler, verdiği tavizler, kendileri ile mücadeleleri aşk romanı sevenler için tam damağa göre diyebilirim. Olayların merkezinde bu ikili olsa bile serinin diğer kitaplarında da ana karakterler olarak göreceğimiz Nash, Jet, Rome, Ayden gibi karakterler de kitaba arkadaş çevresi olarak ayrı bir renk katıyor. Aşk kitaplarında en çok hoşuma giden yönlerden birisi karakterlerin birbiriyle tatlı didişmeleri ve muzur diyaloglardır. Bu kitapta da buna birçok yerde rastlamam kitabı zevkle okumamı sağladı. Bu ikilinin zıtlaşmasını ve aralarındaki çekimi sevdim gerçekten. İyi bir ikili oluşturmuşlardı. Rule'un Shaw'a "Casper" lakabını vermesi ve onu böyle çağırdığı yerler çok şekerdi mesela. 

    Kitap gerçekten oldukça akıcıydı. Bir çırpıda fazla uzatmadan bitirdim. Kitap Rule'a ve Shaw'a ait bölümlerden oluştuğu için ikisininde bakış açısından olayları ve karakterleri görmemizi sağladığı için, bu yönde de büyük bir artı puan kazandı. Sonunu da tahmin edilebilir ama hoş buldum. İkinci kitabı okumak için sabırsızlandığımı söylemem gerekir. Çünkü ilk kitapta da bazı yerlerde geçen "Jet" karakteri beni Rule'un bile heyecanlandıramadığı kadar heyecanlandırıyor. Şimdilik bu kadar yazıyorum. İkinci kitabı da bitirir bitirmez çok daha olumlu yorumlar ile döneceğim hissi var içimde. Bir sonraki kitapta görüşmek dileğiyle :)

Alıntılar
Sen hep böyle mükemmel miydin?
İşte kalbim, Shaw. Onu ellerinde tutuyorsun ve söz veriyorum ki ona dokunan ilk ve son kişi sen olacaksın.
Sensiz de yaşayabilirim ama tercihimi senden yana kullanmak istiyorum. 
O şey kalçanın yarısını kaplıyor, Casper, gören tek kişi ben olsam iyi olur.
Zıt kutuplar sadece birbirini çekmekle kalmıyor; alev alıp tüm şehri yakıp kül ediyorlar.
Kaybolduğumda benden vazgeçmeyeceğine söz vermelisin.Yolumu bulana kadar bekleyeceğine söz vermelisin. Herşey karardığında tünelin ucundaki ışığın sen olduğunu bilmeliyim.


Puanım

Çağrı (Endgame #1) - J. Frey & N. J. Shelton | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: Endgame: The Calling
Seri: Endgame #1
Sonraki Kitap: Gök Anahtarı
Yayınevi: Pena Yayınları
Sayfa Sayısı: 552
Baskı Yılı: 2014
Goodreads Puanı: 3.78  (9,639 Oy)

Arka Kapak Yazısı

Dünya. Şimdi. Bugün. Yarın. Endgame gerçek ve endgame başladı. Gelecek belirsiz. Her şey olacağına varacak.

On iki Oyuncu. Bedenen gençler ama kadim bir geçmişten geliyorlar. Binlerce yıl önce yaratıldılar ve seçildiler. O günden beri hazırlanıyorlar. Doğaüstü değiller. Ne uçabilir ne de kurşunu altına çevirebilirler. Ölüm geldiğinde onların da yapacak bir şeyleri yok. Onlar için de, hepimiz için de. Onlar Dünya'nın mirasçıları ve Büyük Kurtuluş Bulmacası'nı çözmeliler. Biri yapmalı yoksa hepimiz yok oluruz.

Kitabı oku. İpuçlarını bul. Bulmacayı çöz. Kazanan sadece bir kişi olacak. Endgame gerçek. Endgame başladı. .

On iki bin yıl önce geldiler. İnsanlığı yaratıp kurallar koydular. Altına ihtiyaçları vardı ve onlar için ilk medeniyetleri inşa ettiler. İstedikleri şeyi aldıklarında gittiler. Fakat gitmeden önce, bir gün tekrar geri geleceklerini, o gün bir oyun oynanacağını söylediler. Bu oyun geleceğimizi belirleyecekti. Bu Endgame.

On binlerce yıl soylar gizli kaldı. İnsanlığın ilk on iki soyu. Her soyun hazırlanması gereken bir oyuncusu var. Kuşaktan kuşağa eğitildiler. Silah, diller, tarih, taktik, kılık değiştirme, suikast üzerinde uzmanlaştılar. Oyuncular birlikteyken her şeydi: güçlü, nazik, acımasız, sadık, zeki, aptal, çirkin, arzulu, adi, dönek, güzel, hesapçı, tembel, hayat dolu, zayıf. İyi ve kötüler. Hepimiz gibi. Bu Endgame.

Oyun başladığında oyuncular üç anahtarı bulmalı. Bu anahtarlar dünyanın bir yerinde saklı. Anahtarı ilk bulan oyunu kazanır. Endgame: Çağrı birinci anahtarla ilgili. Çağrı aynı zamanda bir bulmaca. Bulmacayı ilk çözen 500.000 $ değerinde altınla ödüllendirilecek.

Oyna. Hayatta kal. Bulmacayı çöz. Tüm dünya. Endgame başladı.

Yorum

  12 Oyuncu'nun ölümcül bir oyunda ırklarını korumak için hayatları pahasına mücadelesine hazır mısınız? O zaman Endgame'e hoşgeldiniz. :)

  Kitap on iki kişinin hayatı ve ırkı için olan ölümcül, tehlikeli ve bulmacalarla dolu mücadelesini anlatıyor. Oyuncular 13-20 yaşlar arasında ve oynamak için eğitilmiş özel kişiler. Ve bu 12 kişi hayatta kalabilmek ve kazanabilmek için dünyanın anahtarlarının peşine düşüyor, ölümcül kovalamaca başlıyor.


  Arka kapak olsun tanıtımlar olsun kitapla ilgili oldukça gizemli ve bol bulmacalı bir atmosfer meydana getirilmiş, insanda beklenti meydana getiriyor bu, baştan söylemeliyim ki o kadar büyük gizemler yok kitapta, hayal kırıklığına uğramayın. Yoğun olmasa da gizem havası hakim, aksiyon ve bol koşturmacalı havası da işin içine girince kitap hızlı okunan ve merak uyandıran bir roman haline geliyor.


  Kitapta 12 Oyuncu var ve bunların arasındaki büyük mücadeleyi okuyoruz. Her oyuncunun güçlü ve zayıf yönleri var, hepsi birbiri ile rakip. Oyuncular genel olarak iyi  kurgulanmış karakterlerdi, okuması zevkli idi, hepsinin iyi ve kötü yönleri var, kimin kazanacağı ise belli değil. Ben hiçbir oyuncunun tarafını tutmuyorum, bazılarını hiç sevmesem de kazanmasını istediğim bir oyuncu olmadı. Kitapta her oyuncunun sembolleri var, daha doğrusu ırklarının.


  Kitabın içerisinde bir çok görsel var ve ben bunların büyük çoğunluğunun amacını anlamadım. :D Sanırım kitabın bulmacasıyla uğraşmadığım için, evet meşhur büyük ödüllü bulmaca. Ben sadece eğlenmek ve zaman geçirmek için okuduğumdan dolayı bulmaca ilgimi çekmedi ve uğraşmadım, ileride çözebilirim çünkü bulmacaları severim. Bulmacanın ödülünü de İtalya'dan bir okur kazanmış, diğer iki kitapta da ödül varmış belki birini kazanırım, belli mi olur. :P

  Genel olarak güzel bir kitap olsa da bazı basit noktalar vardı, oyuncuların güçleri, bazı yetenekleri ve o kadar kargaşaya sebep olmalarına rağmen çok rahat dünyada dolaşıp diğer yerlerini de altını üstüne getirebilmeleri. Belki sebebi kitapta bir ara belirtilen Gök İnsanları'nın minik dokunuşudur, kim bilir. Yine de oyuncuların başına hiç dert açılmaması olağanüstüydü. Gizem ve maceranın harmanlandığı kitaplar arasında çok sağlam bir yeri olmasa da zaman geçirmek için rahatlıkla tercih edebileceğiniz kitaplardan. Gök Anahtarı'nı almamıştım, ama elimde olsa hemen başlardım. :D Türüne göre iyi sayılabilecek, rahat okunuşlu bir kitap, benim gibi beklentiniz olmadan başlarsanız seversiniz muhtemelen. İyi Okumalar. :)

Alıntılar

Bir şey varsa öyle ya da böyle bilmek isterim. Belirsizlikten nefret ederim. Belirsizlikleri hızla eleyip hayatımdan çıkarırım. 
Göz önünde saklan. En iyi yol budur. Hep göz önünde saklan.  
Hayat bir lütuf, diye geçirdi içinden Kala. Ölüm de bir lütuf. 
Kim olacağımızı ve ne yapabileceğimizi seçme şansına sahip olduğumuzu söylerdin. Ama yanılıyordun. Seçme şansın yok. Hiç olmadı. Sen bunu yapmak için doğdun, kaderinde bu vardı, bunu yapmak zorundaydın.

Puanım



18 Haziran 2016 Cumartesi

Senden Önce Ben | Film Yorumu

   
Evet arkadaşlar biliyorsunuz ki bugün sinemalarda etkileyici bir film vizyona girdi. Biz de bu filmi uzun süredir beklediğimiz için vizyona girer girmez gittik. Sıcağı sıcağına da, henüz etkisinden çıkmadan düşüncelerimizi belirtmek istedik.
     Jojo Moyes'in Senden Önce Ben isimli eserinden uyarlanan ve başrollerini Sam Claflin ve Emilia Clark yani nam-ı diğer "Khaleesi" gibi efsane oyuncuların paylaştığı film hayatı tekerlekli sandalyeye bağlı Will ve hayat enerjsiyle dolu Lou'nun yollarının kesişmesini anlatıyor. Hala fragmanı izlemediyseniz kaçırmayın deriz;



     Kitabı sevenler için güzel bir haberimiz var; Kitapla film paralel ilerliyor. Kitapta sevdiğiniz diyaloglar ve olayları aynı şekilde filmde görmeniz mümkün. Esma ve ben genel olarak kitap uyarlaması olan filmlere karşı önyargılıyız çünkü izlediğimiz birçok uyarlama kitabın özünden koptuğu için büyük bir hayal kırıklığı olmuştu. Senden Önce Ben ise bu önyargılarımızı kıran son derece güzel bir uyarlamaydı.

     Oyunculara gelecek olursak, filmdeki oyuncuların performansı bizi gerçekten şaşırttı. Lou karakterini kim canlandırmalı diye düşündüğümüzde Emilia Clarke aklımıza gelecek en son isimdi belki de. O sert, acımasız Ejderhaların annesinin tatlı naif ve hayat dolu bir kıza dönüşebileceği kimin aklına gelirdi ki. Emilia Clarke rolünün hakkını öyle bir verdi ki Lou karakterini yaşadık.



    Sümeyye'nin Yorumu:

      Öncelikle en favori erkek oyuncum olan ve hayranı olduğum Sam Claflin söz konusu olduğu için bu filme gitmeyi bu kadar istemiştim. Ama filmde Sam Claflin "Will Traynor" rolü ile ne kadar başarılı olsa da beni asıl vuran Emilia Clarke'ın performansı oldu. Filmde Lou karakterini canlandıran Emilia Clarke'ın belki de kitaptaki Lou'nun bile olamayacağı kadar doğal ve içten bir davranış sergilediğini söyleyebilirim. Gerek filmde birçok yerde makyaj kullanmaması, gerek jest ve mimikleri, gerekse diyaloglarındaki şeker kız havaları beni gerçekten eğlendirdi. Karaktere vurulmamı sağladı. Onun bu kadar içten olması filminde etkileyiciliğini arttırdı. Hatta karakterle o kadar özdeşleştim ki sinema çıkışında bende arılı taytlar alıp özgürce dolaşmak istedim insanların içinde. Lou'yu da kendimle birlikte hayatın içine çekmek istedim. Benim hayatımda da böylesine ışık saçan sıcacık bir karakter olsun istedim.
   
 
Film 90 dakika olmasına rağmen kitaptaki birçok olay atlanmadan filme aktarılmıştı ve tek bir dakikasına bile pişman olmadım. Filmde eski hayatında son derece yerinde durmaz, maceradan maceraya koşan, çılgın bir adamın talihin kötü cilvesi ile sakat kalması ve hayattan umudu kesmesi ile başlayan ve ona taban tabana zıt hayat enerjsi dolu, içindeki çocuk hiç ölmemiş, kendine has bir dünyası olan, güneş ışığı kadar sıcak bir kız olan Lou'nun onun hayatına girmesiyle bambaşka bir evreye giren güzel bir aşk hikayesi konu edinilmiş. Çok etkilendiğim sahneler oldu. Will ile Lou'nun ilk karşılaşması, Lou'nun Will'i traş etmesi, Will ile Lou'nun düğüne gitmeleri ve orada dans etmeleri, tatil sahnesi gibi fragmanda da görebileceğiniz birçok sahne beni büyüledi. Filmin sonunu bilmeme rağmen yine de sonuna ve olayların gelişmesine kayıtsız kalamadım ve içimde kitabı ilk okuduğumda olduğu kadar coşku ve duygulanma oldu. Sinemadaki bazı insanların ağlaması ve peçete dayanışmalarını da düşünürsek ne kadar romantik bir film olduğunu da belirtmeme gerek olmaz herhalde. Empati kurunca Will'in yaşadıkları, hayat boyunca kötürüm kalacağımı bilsem ben ne yapardım? soruları beynimi epey meşgul etti. Will'e bazı noktalarda gerçekten hayranlık duydum. Verdiği kararlarında nedenlerini kavramamı sağladı. Filmi çok daha etkileyici kılan ise oyuncu ve mekan seçimlerinden sonra tabiki "soundtrack"iydi. Çok etkileyici şarkılar öyle sahnelere uygulanmıştı ki insanın tüm duyguları harekete geçiyordu. Zaten çok sevdiğim bir X Ambassadors şarkısı olan "Unsteady" ve Imagine Dragons'tan "Not Today" parçaları ile fragmanda da Ed Sheeran tarafından seslendirilen "Photograph" şarkısı filmi çok daha etkileyici kılmıştı. Gördüğünüz üzere eleştirecek pek olumsuz bir nokta bulamadım. Tek sıkıntısı bana biraz kısa geldi. Keşke bizi gerçek dünyadan 1,5 saatliğine de olsa alıp götüren bu güzel film biraz daha uzun sürseydi. Ama ne yazık ki öyle olmadı. Kitapta olup filmde olmayan bazı küçük detaylar da filmin muhteşemliğine pek gölge düşürmedi.


Esma'nın Yorumu

  Kitabı okurken kafamda canlanan her şeyi filmde de aynı şekilde buldum, Lou, Lou'nun davranışları ve doğallığı, mekanlar, Will... Kitabı okurken bana kitabı sevdiren her detayı filmde bozulmamış bir şekilde buldum. Romantik film sevmesem de oyuncuların performansı ve sevdiğim bir kitabın oldukça başarılı bir şekilde uyarlanmış olması, filmi sevmeme sebep oldu. Son zamanlarda izlediğim en iyi uyarlamaydı diyebilirim. Bir kez daha belirtmek isterim ki oyunculara hayran kaldım, daha iyi bir kadro düşünemiyorum açıkçası. :) Kitabı sevmeseydim filmi bu kadar sever miydim bilmiyorum ama sebep her ne olursa olsun filmi beğendim.

***

Bizim gibi romantik ve uyarlama filmler sevmeyenleri bile mest ettiyse herkesin kesinlikle gitmesini tavsiye ettiğimiz kaçırılmayacak kadar güzel bir film arkadaşlar. Herkese iyi seyirler diliyoruz :)


Filmde Beğendiğimiz Şarkılar:



Me Before You from eska on Myspace.

16 Haziran 2016 Perşembe

Oz - Adam Fawer | Kitap Tanıtımı

Adam Fawer

Herkese Merhaba :) Olasılıksız ve Empati'nin yazarı Adam Fawer'ın yeni kitabı çıktı, daha doğrusu ön siparişte. Haziran'ın 20'sinde satışa sunulacak.

  Olasılık ya da Empati'yi mutlaka duymuşsunuzdur, ben iki kitabı da okuduğumda çok beğenmiş ve bu yazar daha çok yazmalı diye düşünmüştüm. Hatta yeni kitabı olmadığı için baya hayıflanmıştım. :D Nihaye Oz adlı yeni bir kitap yazmış ve ben çok mutlu oldum, tesadüfen bugün öğrendim ve çok sevindim. Lafı fazla uzatmadan kitaba geçelim. :)



Orijinal Adı: OZ: Dorothy of Kansas
Seri: Yok
Yayınevi: April Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 384

Arka Kapak Yazısı

Fenomen romanlar Olasılıksız ve Empati'nin yazarı Adam Fawer'dan OZ!

Dorothy ilk defa öldüğünde on iki yaşındaydı.
En azından bana söylediği buydu.
Delirdiğini düşünmüştüm ama şimdi ona inandığım için esas deli ben miyim diye merak ediyorum.
Öyleysem bunların hiçbirinin önemi yok demektir. 
Ama değilsem…
Eh, o zaman dünya benim düşündüğüm gibi bir şey değil demektir.
Üstelik tek bir dünya yok.

Kafanız karıştıysa canınız sıkılmasın. Benimki de karışmıştı.
Okuyun, anlayacaksınız. Sonra karar verirsiniz:
Ben mi delirdim yoksa siz mi?

Hortum seni sürükledi. 
Şimdi hikâyeye baştan başlayacaksın. 

Aklını, kalbini, duyularını karıştıracak bir dünyayla karşı karşıyasın. 
Bu diyarda gündüzler karanlık turuncu, güneş siyah, geceler bembeyaz.
Büyünün yerini bilim aldı. 
Hatırladığın herkes, her şey artık çok daha güzel, korkunç, acımasız. 

Yeniden keşfetmeye hazırlan: OZ'u ya da kendini!

***

Ben şimdiden çok heyecanlandım, umarım Olasılık kadar güzel olur. :) 
Ve son olarak eğer aksiyon - bilim kurgu - gizemin harmanlandığı bir kitap okumak istiyorsanız Adam Fawer'ın kitaplarını hala okumadıysanız bir bakın derim.
İyi Okumalar :)

15 Haziran 2016 Çarşamba

Siyah Kan - Jean Christophe Grangé | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: La Ligne Noire 
Seri: Yok
Yayınevi: Doğan Kitap
Sayfa Sayısı: 431
Baskı Yılı: 2011
Goodreads Puanı: 4.12  (2,100 oy)


 Arka Kapak Yazısı
Güneydoğu Asya'da, Yengeç Dönencesi ile Ekvator çizgisi arasında bir yerlerde bir yol vardır. Siyah kanla çizilmiş bir yol. Korkunun ve ölümümün hâkim olduğu bir yol. 
  
PARİS. İlk temas. KUALA LUMPUR. Hayat yolu. Uçuşan ve Çoğalan. Sonsuzluğun İşaretleri. KAMBOÇYA. Bal ve Fresk. TAYLAND. Arınma Odası. Dünyadan soyutlanmış bir mekanda neler olduğunu anlayacaksınız! BANGKOK. Gerçeğin Rengi aynı zamanda Yalanın da Rengi'dir! Ve PARİS. Herşey sona ermedi, yeni başlıyor.

ÇABUK SAKLAN, BABA GELİYOR!


Yorum   
            Merhaba arkadaşlar. Buraya yazmayalı hayli uzun zaman oldu. Gerçekten daha fazla ayrı kalamayacaktım. Öğrencilik hayatı ve sınavlar, finaller derken uzun süre kitap okumaya neredeyse hiç vakit bulamadığım için yorumlarda gecikti, bunun için okurlardan özür diliyorum. Benim için değeri çok farklı olan bir kitapla bu vermiş olduğum arayı sonlandırıyorum. Jean-Christophe Grangé'in bu eseri benim için neden farklı derseniz herkes Grangé için "Kızıl Nehirler"i överken ben ilk olarak Grangé'in bu eserini okumuştum yıllar önce ve onunla bu eserinde tanışmış oldum. O zamanlar polisiye ve gerilime olan ayrı merakım ve kitabın sürükleyici yanları kitabı çok sevmemi ve yazarını benimseyip diğer tüm kitaplarını da araştırıp okumamı sağlamıştı. Aslında Grangé'in okumadığım 2-3 eseri varken neden okuduğum bir eseri yıllar sonra tekrardan okuyup yorumladığımı soracak olursanız bu yaz yapmayı planladığım "Eski Kitaplara Dönüş Kampanyam" ismini verdiğim eskiden okuduğum ve gerçek anlamda etkilendiğim bazı romanları araya zaman girip hafızamda silikleştikten sonra tekrardan okumaya karar verdim. Okunmamış, keşfedilmemiş onlarca kitap varken bu tam bir delilik ve vakit kaybı gibi gözükse de bunu yaparken olayların çoğunu bilmeme rağmen sanki ilk defa okuyormuşum gibi içimde oluşan heyecanı keşfedince o kadar da saçma olmadığını düşünmeye başladım. Ve bu anlamda beni etkileyen sevdiğim gerilim romanlarından birisiyle açılışı yapmak istiyorum.

       İlk olarak konudan bahsetmem gerekir. Konusu Grangé'den ve türünün gerilim olmasından anlayacağınız gibi bir katil ve cinayetleri işleyen bir gerilim-polisiye romanı. Romanda diğer birtakım gerilim romanlarından farklı yönleri var elbette. Öncelikle katil başından itibaren belli bu nedenle polisiye yönü oldukça zayıf çünkü polislerin neredeyse hiç geçmediği gibi ve katil kim soruları, kanıt toplayıp katili bulma gibi durumlar da söz konusu değil. Gizemli olan ise katili cinayetler işlemeye iten sebepler ve dürtüler nedir ve neden onları kendine özgü yöntemlerle yapmaktadır gibi sorulara kitap boyunca maruz kalmamızdı. Tabikide birçok gerilim kitabı gibi bunda da katil sıradan bir şekilde değil kendine özgü biz "imza" ile bu cinayetleri işliyordu. Cinayeti cinayetten çok farklı bir ayinsel arınma olarak görüyor ve herşeyi de buna göre tasarlıyordu. Buna karşılık tek baş karakter o değil. Kitapta hayatında tanık olduğu birtakım kanlı olaylardan sonra cinayete ve vahşete takıntılı olan psikopat zihinleri merak eden, bunun peşine düşüp herşeyi anlamlandırma çabası içinde olan bir gazeteci de karşımıza o dönemin gerçek anlamda en "kanlı" ve "ünlü" katilini adım adım inceleme konusu yaparken çıkmakta. Birde bu noktada potaya hem katille hem bu gazeteciyle farklı şekillerde yolları kesişen, dramatik bir hayatı ve idealist bir kişiliği olan cesur bir güzel giriyor. Bu üçlü ve yan karakterlerle birlikte çeşitli koşuşturmacaların olduğu, sırların çözüldüğü, kanların döküldüğü sürükleyici bir "thriller" romanı kendini gösteriyor.

        Kitap askiyonu dozunda vermiş, zekice kurgularla güzel bir örgü oluşturmuş olsa da kusursuz olduğunu söyleyemem. Özellikle kitabın baş karakterlerinden birisinin katili araştırma takıntısında herşeyin basitçe ilerlemesi, bazı ayrıntılar benim için gerçekten absürd nitelikteydi. Kitabı okuduğunuzda neleri kastettiğimi anlayacağınızdan eminim. Bazı yerlerde de gerçeklikten kopmuştu bu benim için fantastik olanlar hariç diğer tüm kitaplarda eleştirdiğim ve hoş karşılamadığım bir eksiklik ne yazık ki. Kitapta tanımlanan hapishane ortamı da biraz fazla rahat ve verilen imkanlar son derece geniş geldi bana.Reverdi gibi azılı katillerin tutulması için fazla "açık" bir kapalı cezaevi diyebiliriz. Kitapta müslüman olan karaktelerlerinde birtakım aykırılıkları ve aşağılanmaları beni üzen başka bir ayrıntıydı. Ve katili katilliğe iten sebeplerin birçoğu sağlam sebeplere dayandırılsa da bazıları çok cılız bulduğum gerekçelerdi. Ve katilin şansının sürekli yaver gitmesi ve polislerden herzaman bir adım önde olması da gerçekliğe gölge düşüren hoşlanmadığım bir tarafıydı kitabın. Ama yine de neden bu kitabı sevdiğimi gerçekten anlamış oldum. Bende kitaptaki "Marc Dupeyrat" karakteri kadar olmasa da katillerin psikolojilerini anlamayı, onların cinayet işlerken ne düşündüklerini, neyin etkisi altında olduklarını, akıllarından neyin geçtiğini merak eden ve bunu öğrenmek için kendi çapında kitaplardan, internetten, dizilerden , ansiklopedilerden araştırma takıntısı olan birisi olduğum için karakterle kendimi bağdaştırmam belli noktalarda çocuk oyuncağıydı. Tabi bu beni bir yerde korkutmalı da. Sonuçta baş karakterin bu takıntısının iyi şeylere sebep olmayacağını az çok tahmin ediyorsunuzdur. İlk okuduğumdaki gibi kitabın etkisi bir süre üzerimdeydi. Her an her köşeden bir Reverdi çıkabilirmiş gibi hissettiğim anlar olmadı değil ve kitabın böyle etkileyici olması da ona bir artı puan kazandırıyor.

       Diline gelince oldukça akıcı ve sürükleyici bir dili var. Öyle ki psikolojik tahlil ve ruh halleri anlatılırken bile sıkılmadığınızı fark ediyorsunuz. Sadece arka kapakta da gördüğünüz onca şehir ve onların betimlemeleri biraz sıkabilir onun dışında saran bir kitap. Zaten bahsettiğim bu arka kapak yazısı ve ordaki mekanlar ve tanımalamalar size ilk okuduğunuzda çok anlamsız gelecektir. Ama orası kitabın kodlanmış kelimelerle özeti niteliğinde ve okuduğunuzda her birinin sırrını çözüyorsunuz. Kitabın adından da anlaşılacağı üzere kitapta "kanlı" ögelerden bolca mevcut. Eminim ki kan ve gerilim sevenler, psikopatları okumaktan zevk duyanlar bu eseri seçtiklerinden hiç pişman olmayacaklar. Şimdilik bu kadar. Diğer harika kitaplarda görüşmek üzere. Bol kitaplı günler dilerim :)


Alıntılar
Onun saçlarının rengiyle, yüzünün yapısıyla, cildindeki pütürlerle alay edilebilirdi. Dikkati çeken tek şey, bütünün kusursuz uyumuydu. Hatlarının duruluğu, çizgilerinin belirginliği. Hangi enstrümanla çalınırsa çalınsın değerinden, heyecanından hiçbir şey yitirmeyen olağanüstü bir melodi gibi.
Her kadın bir tapınaktır. İçlerindeki o ateşle. Asla sönmeyen ateşle.
Ne kadar az gizlenirsen o kadar az görülürsün.
Onda hiç kimsenin delemeyeceği bir katılık, bir gizem vardı. Kabuğuna dokunulmaya cesaret edilemeyecek bir adamdı o. Yalnız, umutsuz, anlaşılmaz.
Marc'ın gözünde, seri katiller saf birer elmas gibiydi. İşlenmemiş birer değerli taş. Onlarda boş ve gereksiz hareketler, kör tutku ve son dakika paniği yoktu. Ama hiçbir ruh hali, öldürme eylemini açıklayamaz, hatta haklı gösteremezdi. Ancak sözkonusu olan öldürme itkisinden başka birşey değildi. Soğuk, aykırı, eşsiz.
Tek bir fotoğraf, resmi çekilen kişinin ruhunu yansıtabilir. Önemli olan fotoğrafla ruhu resmetmektir.
Sonsuzluğu seyretmenin tek yolu vardır: bir süreliğine orada kalmak.
Sana ulaşmak için izlemem gereken yol ne kadar tuhaf.
Evlilik bir tür kimyasal yangın. Bir tecrübe...bir pratik. Yıllar boyunca bir erkek ile bir kadının arasında her şey yanar, her şey tükenir. Bir gün küller arasında uyanırlar. Geriye sadece en sert, en katı malzemeler, yanmayan parçalar kalır. Öfke. Acı. Üzüntü. Ve korku. 


Puanım
 

İstanbul Kahini - Michael David Lukas | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: The Oracle of Stamboul
Seri: Yok
Yayınevi: Pegasus Yayınları
Sayfa Sayısı: 333
Baskı Yılı: 2011
Goodreads Puanı: 3.50  (2,336 Oy)

Arka Kapak Yazısı

Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemini, Sultan II. Abdülhamit'in danışmanı küçük yahudi kızı Eleonora Cohen'in gözlerinden keşfedin.

Yorum

  Herkese Merhaba! :) İstanbul Kahini'ni iki gün önce bitirmiş bilgisayarım bozulduğu için yorumlayamamıştım, içimde kaldı yorum çünkü kitapla ilgili değinmek istediğim bazı noktalar vardı. Bilgisayarımı formatladım ve şimdi yorumumu yazmaya hazırım. :)

  İstanbul Kahini kütüphanede dikkatimi çeken bir kitap oldu, bir yabancının gözünden Osmanlı'yı, İstanbul'u okuma fikri ilgimi çekince kitabı aldım ve başladım. Kitabı bitirdikten sonra da iyi ki bu kitaba para vermemişim dedim, normalde sevmesem de verdiğim paraya acımam ancak bu kitapta acırdım. Sebeplerine gelecek olursak, maddeler halinde sıralamak istiyorum.


  1. Kitap Eleonora adlı sekiz yaşlarında üstün yetenekli bir kızın İstanbul'a gelmesini ve Sultan II. Abdülhamit ile yollarının kesişmesini anlatıyor. Ancak kitapta bir konu bütünlüğü ve anlatılmak istenen bir şey yok, en azından ben bulamadım, kitabı bitirdim ve ne oldu şimdi dedim. Kitap herhangi bir olayı anlatmıyor, herhangi bir sonuca ulaşmıyor, Eleonora'nın hayatını ve İstanbul gözlemlerini anlatıyor.
  2. Belirli bir konu olmasa da zamanının İstanbul'unu yabancı bir yazarın gözünden görme fikri size çekici gelebilir ancak yazar İstanbul'a bile çok az değiniyor, Eleonora'nın kişisel sorunları ve sonuca ulaşmayan bir sürü olaylar dizisi okuyorsunuz da okuyorsunuz. İstanbul'u o zamanda görmek isterseniz uygun bir kitap olmaz derim.
  3. Kitabın adı insanda kehanet-gizemle ilgili beklentiler uyandırsa da öyle bir şey söz konusu değil, sizi yanıltmasın, beni yanılttı.
  4. Ve benim kitapta en sevmediğim nokta. II. Abdülhamit'in yazılış tarzı, yazar bu konuda hiç iyi bir iş çıkaramamış. Yazar Sultan Abdülhamit'i iradesi zayıf, dini yönü pek kuvvetli olmayan biri gibi betimlemiş ancak Sultan hiçte öyle biri değil. Yanlış mı hatırlıyorum diye bir kez daha araştırdım ve Sultan Abdülhamit'in oldukça dinine bağlı biri olduğunu bir kez daha öğrendim. 
           Bu konuda küçük bir örnek vermek istiyorum, kitabın 180-181'inci sayfalarında Ramazan ayında çok acıkan sultan küçük bir çocuk gibi mutfağa girip baklava aşırarak orucunu bozuyor. Dinine çok bağlı bir insanın küçük bir açlığa dayanamayıp orucunu bozma ihtimali çok düşük (araştırdım padişahla ilgili böyle bir şüphe de yok, yazar neye dayanarak yazmış anlamadım.) yazarın bu hamlesi de oldukça gereksizdi. Okumak isterseniz Sultan'ın orucunu bozduğu bölümü aşağıdaki fotoğraflardan okuyabilirsiniz.


  Karakterler (II. Abdülhamit hariç) genel olarak iyi yazılmıştı, başkarakter Eleonora okuması zevkli bir karakterdi, zeki, okumayı seven ve hızlı öğrenen küçük bir kız. Yazarın kitabın sonunda söylediği gibi herkesin kendiden bir parça bulabileceği gibi bir karakter.

  Velhasılıkelam, kitap size vadettiği hiçbir şeyi tam olarak veremiyor, konu, olaylar, İstanbul'a bakış hepsi eksik ve tatmin edici olmaktan uzak. Kitap akıcı olsa da anlatılan belli bir şey olmayınca bir süre sonra sıkıyor, karakterler iyi denebilecek şekilde yazılmış olsa da, yazarın  II. Abdülhamit için çizdiği portreyi hiç sevmedim ve bu da puanımı oldukça ekledi. Aslında 2 puan verecektim ancak padişahın kitaptaki yerinden dolayı 1'de karar kıldım. Okumaya değer bir kitap mı bilmem, (benim için değildi), yine de merak ederseniz seçim sizin tabii ki. İyi okumalar. :))

Alıntılar

Kendi kalbinin sesinden daha akıllı bir bilge yoktur. 
Herkes, bir noktada bu dünyadan ayrılmak zorundaydı, ama gitmeye kim hazırdı ki? 
Uyuyakalmak, uyanmak ve bu soruları birkaç saat için kafasından uzaklaştırmak istiyordu. 
Sessizlik, altında kendini gizleyebileceği kalın bir giysi gibiydi.

Puanım




9 Haziran 2016 Perşembe

Bay Mercedes (Bill Hodges Üçlemesi #1) - Stephen King | Kitap Yorumu

stephen king
Orijinal Adı: Mr. Mercedes
Seri: Bill Hodges Trilogy #1
Sonraki Kitap: Kim Bulduysa Onundur
Yayınevi: Altın Kitaplar
Sayfa Sayısı: 432
Baskı Yılı: 2014
Goodreads Puanı: 3.88  (102,980 Oy)

Arka Kapak Yazısı

Bakalım bu oyunda kim av, kim avcı olacak?

BILL HODGES: emekli polis

BRADY HARTSFIELD:Bill Hodges'un asla çözemediği cinayetlerin faili.

Şimdi bir kez daha büyük bir oyunda karşı karşıyalar. Dünyanın en çok satan yazarı Stephen King'den zamana karşı yarışan yüksek gerilimli bir roman.

Yorum

  Herkese merhaba! Genellikle korku-gerilim türünde yazan Stephen King'den bir polisiye ile buradayım. Yazarın genelde yazdığı türden çok farklı olan Bay Mercedes ilk çıktığı sıra ilgimi çekmişti ve merak ediyordum. En sonunda kitabı geçenlerde aldım ve başladım. :)



  Başlayana kadar her şey normal ve güzeldi, sonrasını çok anlamadım. :D Kitaba başladım ve tıkandım, gerçekten kitabı okuyamadım, özellikle de ilk günler çok az bir sayfa okuyor ve uykum gelince uyuyordum, sıkıldım galiba çok. Sonra dün artık bitirmeliyim diyerek kitabın büyük bölümünü okudum. Yaklaşık 7-8 günde okudum ve düne kadar hep azıcık azıcık ilerledim.

  Kitap şimdiki zamanda anlatılıyor ve ana iki karakterin gözünden anlatılıyor daha çok. Ana karakterlerimiz Bill Hodges ve Brady Hartsfield. Bill Hodges bir çk polisiye kitapta karşılaşacağınız karakterlerden, emekli ve çok başarılı bir dedektif ve emeklilik ona iyi gelmemiş, o sahaların adamı. Brady Hartsfield ise acımasız, zeki ve emekli dedektifin düşmanı. Bay Mercedes bu iki ana karakter arasındaki kovalamacayı konu alıyor ve kitapla birlikte olaylar da başlıyor.

Okurken burası çok ilgimi çekmişti :D 


  Kitabı okurken kitapla ilgili en net düşüncem klişelerle dolu olmasıydı, sevip sevmediğime bir türlü karar veremiyordum ancak klişeler konusunda olukça netti düşüncem. Her polisiye romanda illa ki türüne ait klişelere rastlarsınız ancak Bay Mercedes sanki bu klişelerin toplamından oluşmuş bir kitaptı. Karakterler, olaylar, kurgu.. hepsi fazla tanıdık fazla sıradandı ne yazık ki.

  Kitabın ilk yarısını oldukça zorlanarak okusam da ikinci yarısı daha hareketli olduğu için daha hızlı bitirdim (tabii bitirmek için de kendimi zorladım çünkü kitap okuyamaz olmuştum). Kitaba daha ılımlı yaklaşmamı sağlayan ikinci yarısı oldu,  ikinci yarıdaki aksiyon ve olayların çözülmesi kitabı daha güzel hale getirmişti. Genel olarak bakacak olursak King'e ve polisiye türüne göre oldukça basit bir polisiye olmuştu. Bazı yerler de King kendini hissettirse de genel olarak kitabı çok sevmedim ve hayal kırıklığı oldu benim için biraz. Seriye devam etme isteğimse yok denecek kadar az, özellikle de okunacak çok daha güzel kitaplar beni beklerken. :)

  Stephen King severler yada polisiye tutkunları için pek tatmin edici bir kitap olacağını düşünmesem de karar sizin tabii. :) Kitapla ilgili görüş, soru veya herhangi söyleyecek bir şeyiniz varsa yorum bırakabilirsiniz. :) İyi Okumalar. :)

Alıntılar

"Az önce sana bir iyilik ettim. Bugün güneş batmadan sende birine iyilik ederek borcunu öde, tamam mı?"
Ne dediklerini bilirsiniz: Savaş ne kadar zorluysa zafer o kadar tatmin edicidir. 
Birinden hoşlanmadığınız zaman ona inanmamak veya söylediklerini görmezden gelmek çok kolaydır. 
Shakespeare ne demiş: Sahip olduklarını nadiren, eksikliklerini her zaman düşün. 
Düşüncelerini toparlamaya çalışsa da kafasındaki uğultuları dindiremiyor. Sanki beşinci dereceden, katrina gibi bir fırtını kopuyor kafasının içinde, düşünceler savrulup duruyor.

İnsanlar göründüklerinden fazlasıdır.

Puanım

Puan konusunda kalbim buruk, daha yüksek verebilmeyi isterdim. :(

2 Haziran 2016 Perşembe

Dövmeli Adam (İblis Döngüsü #1) - Peter V. Brett | Kitap Yorumu

peter v brett
Orijinal Adı: The Warded Man
Seri: The Demon Cycle #1
Sonraki Kitap: Çöl Mızrağı
Yayınevi: Epsilon Yayınları
Sayfa Sayısı: 640
Baskı Yılı: 2011
Goodreads Puanı: 4.26  (63,950 Oy)

Arka Kapak Yazısı

BAZEN KARANLIKTAN KORKMAK İÇİN ÇOK İYİ BİR SEBEP VARDIR!
Üç genç insan bir araya gelerek insanlığa son bir kurtuluş şansı sunacak, karanlığa omuz omuza göğüs gerecektir.
On bir yaşındaki Arlen, küçük orman köyü Tibbet Deresi'nden yarım günlük mesafede bulunan çiftlik evlerinde ailesiyle birlikte yaşamaktadır. Ne var ki Arlen'ın yaşadığı dünyada, akşam karanlığının bastırmasıyla birlikte yerden garip bir sis yükselir ve bu sis, yaşayan tüm canlılara saldırıp karınlarını vahşice doyurmak isteyen aç nüvelikleri de beraberinde getirir. Bu korkunç iblislerle, ölümlülerin silahlarını kullanarak mücadele etmek hemen hemen imkânsızdır. O yüzden, insanların, büyülü muhafaza sembollerinin arkasına sığınıp, yaratıklar şafağın sökmesiyle beraber tekrar Nüve'ye dönene kadar koruma düzeneklerinin saldırılara dayanması için dua etmekten başka hiçbir seçenekleri yoktur. Daimi bir korku içinde yaşamanın kader olmadığını düşünmeye başlayan Arlen ise, kendini farklı bir yol izlemek zorunda hisseder. Nüveliklere karşı savaşılmalıdır!
Küçük bir kasaba olan Ormancı Çukuru'nda, Leesha'nın geleceği basit bir yalan yüzünden paramparça olur. Kasaba ahalisinin gözünde küçük düşen Leesha, nüveliklerden bile daha korkutucu olan yaşlı bir Otacı Kadın'ın bakımını üstlenerek kendini kasabalıların imalı bakışlarından uzak tutmaya çalışır. Otacı'nın yanında geçirdiği uzun yıllar süresince de tehlikeli ve kadim bilgilerin koruyucusu haline gelir.
Bir iblis saldırısında hem öksüz hem sakat kalan minik Rojer ise, kendini Jonglörlük sanatında geliştirip keman çalmakta ustalaşarak hayattaki kimsesizliğini unutmaya çalışır. Ne var ki sahip olduğu eşsiz yetenek, ona, gecenin karanlığı karşısında beklenmedik bir üstünlük kazandırır.

Yorum

  Herkese Merhaba! :) Çok güzel bir fantastik serinin ilk kitabıyla karşınızdayım, henüz serinin tamamını okumasam da çok güzel diyorum çünkü gelecek vadeden bir seri. Kitabı iki gün önce bitirdim ama ancak bugün yazabildim yorumu.

  İblis Döngüsü, iblislerle insanlığın savaşını konu alan bir fantastik seri. Bu seriyle yeni bir fantastik dünyaya yolculuğa çıkıyorsunuz ve bu dünyada geceler iblislere ait! Her gün güneş battıktan sonra insanları öldürmeye gelen iblisler ve onlardan korunmak için muhafazaların ardına sığınan insanlar.. Kurtarıcı'larını bekleyen insanlar iblislerle baş edemeyeceklerini düşündükleri için geceleri dışarı çıkamıyor ve korku içinde yaşıyorlar. Kitabın dünyası bu şekilde ve bu dünyanın içinde kitabımızın üç başkarakteri; Arlen, Leesha ve Rojer. Birbirinden ayrı bu üç insanın iblisler yüzünden değişen hayatlarının birbiri ile nasıl kesişeceğini okuyoruz.



  Yeni dünyalar okumayı çok severim, bu yüzden fantastik kurgu en sevdiğim kitap türüdür. İblis Döngüsü ile de yeni bir dünyaya adım attım ve bu dünyayı çok sevdim, iblisler, muhafazalar, otacılar, aradaki binlerce yıllık savaş.. Kitabın dünyasını da karakterlerini de sevdim. Özellikle Arlen kütüphanedeyken onu daha çok sevdim, kitaplara karşı olan tutkusu ve öğrenmeye açlığı bana çok yakın geldi ve bir kez daha sevdim. :)



  Dili oldukça akıcı, ilk yarıda büyük olaylar olmasa da, durgun bir giriş havası hakim olsa da sıkılmadan okuyorsunuz. Kitabın son çeyreği ise oldukça hareketli ve güzeldi, kitabın ilk başları seriye giriş havası taşıyan bir sakinlik içindeyken sonları oldukça hareketli ve gümbür gümbürdü. Kitabı bitirdikten sonra serinin devamının çok daha iyi olacağına emin oluyorsunuz.



  Kitabın tek zayıf bulduğum yönü kurgusu oldu, kitapta gizem yok denecek kadar azdı ve bu tarz kitaplarda gizem büyük önem taşıyor bence. Olayları sıralı olarak değil, flashback ile karakterlerin eski yaşamlarına geri dönüşler yaparak sunsa kitap tadından yenmezdi bence. :D

  Dövmeli Adam genel olarak sevdiğim bir kitap oldu, kurgusu dışında oldukça başarılı ve güzel bir giriş kitabıydı, serinin devamını merak ediyorum ve bir an önce okumak istiyorum. Sonu güzel bitti, ikinci kitabı merak ettirdi. :D Fantastik kurgu seven bir okursanız, İblis Döngüsü hoşunuza gidecek bir seri olacaktır. İyi Okumalar :)

Alıntılar

Kazanamayacağın bir muharebede savaşmak, cesur olmak demek değildir. 
Karanlığa meydan okumaya cesareti olanlar için dışarıda kocaman bir dünya var. 
İçimizdeki en iyiyi dışarı çıkaran, yaşadığımız en kötü zamanlardır. 
"Bizler ne olduğumuzu kendimiz seçeriz kızım," dedi. "Eğer diğerlerinin sana değer biçmesine izin verirsen, zaten kaybolup gidersin, zira hiç kimse diğerlerinin kendinden daha değerli olmasını istemez.." 
Umut ve mutluluk bugünlerde sık rastlanan şeyler değil. O kadar muhtaç olduğumuz halde ne yazık ki değil.

Puanım