30 Ağustos 2016 Salı

Yorum Atölyesi Birinci Yaşını Çekilişle Kutluyor!





Herkese merhaba! :) Yazının başlığından  da anladığınız gibi bugün Yorum Atölyesi birinci yaşını dolduruyor. Zaman çok hızlı geçmiş gerçekten ve ne olduğunu anlamadan birinci yılı tamamladık. Sümeyye de bende heyecanlıyız ve bizlere destek olan, yazılarımızı okuyan herkese çook teşekkür ediyoruz. Ve bende Sümeyye'ye Yorum Atöylesi'ne katılıp bana destek olduğu için teşekkür etmek istiyorum.

  Birinci yaşımızı çekilişle süslemek istedik ve mini bir çekiliş başlatıyoruz. Çekilişten bahsedecek olursak,

  Çekilişe ikimizin de sevdiği 5 kitabı ekledik ve kazanan kişiye istediği bir kitabı göndereceğiz, farklı türlerde kitaplar seçtik ki katılan herkesin sevebileceği bir şeyler olsun. Çekiliş kitapları;

    1) 1984 - George Orwell

2)Kurtlar İmparatorluğu - Jean-Christophe Grangé

3)Sefiller - Victor Hugo

4)Uçurtma Avcısı - Khaled Hosseini

5)Senden Önce Ben - Jojo Moyes

Çekilişe katılmanız için yapmanız gerekenler;
*GFC'den bizi takip edin,
*Ve bu yazıya yorum yapın. Yorumda ya da özelden bize mail adresinizi gönderirseniz, çekiliş sonucu sizinle iletişime geçebiliriz. Eğer mail adresinizi yorumda belirtmek istemiyorsanız, yorumatolyesi@outlook.com adresine mail göndermeniz yeterli olacaktır.

Çekilişte şansınızı arttırmak istiyorsanız;
*Bu yazıyı G+'da paylaşarak bize destek olabilirsiniz.
*Twitter hesabımızı takip edebilirsiniz.
*Bu yazıyı Twitter ya da başka bir sosyal platform üzerinden paylaşabilirsiniz.
*Çekilişi blogunuzda herhangi bir yazıda duyurabilirsiniz.

Not: Paylaşımlarınızı bize bildirirseniz görmemiz daha kolay olacaktır, aynı şekilde sosyal medyadaki aktivitelerinizi de bize bildirirseniz çok seviniriz.

Çekiliş 15 Eylül 2016 23:59'da sona erecektir. O zamana kadar katılmanızı ve bize destek olmanızı umuyoruz.

***Mini bir duyuru da yapmak istiyoruz, sevgili Emre Yıldırım radyoblog işine girmiş ve radyo yayınına başlamış. Radyosu henüz çok taze ona destek olur ve geliştirmesine yardımcı olursanız çok seviniriz. Radyoblog ile ilgili bilgi almak için buraya tıklayın.


  Bize destek olan herkese teşekkür ediyoruz ve çekilişe katılacak olan herkese de şimdiden başarılar diliyoruz. Şimdilik bu işte çok yeniyiz, ileride daha büyük çekilişler yapabiliriz umarız. İyi çekilişler ve bol kitaplı günler. :))














28 Ağustos 2016 Pazar

Kayboluş - Ken Grimwood | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: Breakthrough
Seri: Yok
Yayınevi: Koridor Yayınevi
Sayfa Sayısı: 333
Baskı Yılı: 2010
Goodreads Puanı: 3.72  (356 Oy)

Arka Kapak Yazısı

  Hayatınızı başka bir insanın bedeninde yaşasaydınız…

  Artık beyninin içine yerleştirilen küçük elektrotların kontrolündeydi...
Artık zihninin sessiz bölgeleri uyanıktı ve kendi sesinde ona ait olmayan bir çığlık işitiyordu; yüzyıl öncesinden gelen... kurnaz, duygusal ve cani ruhlu birinin zihninde ve bedeninde yankılanıyordu bu ses.

  Epilepsi tedavisi gören Elizabeth Austin’in beynine minyatür elektrotlar yerleştirilmiştir. Elizabeth elektrotları kendisine verilen ufak bir cihazla aktif tutarak krizlerini kontrol edebilmektedir. Ve artık bırakmak zorunda kaldığı, özlediği hayata dönerek evliliğindeki sorunları çözmeye ve tekrar işine başlamaya hazır olduğunu hisseder. Buna karşın, ameliyatın bir parçası olarak son derece riskli olduğu halde fazladan elektrot yerleştirilmesine razı olur. Bu elektrotlardan biri uyarıldığında kendisine ait olmayan bir hayatı yaşamaya başladığını, başka bir bedende vücut bulduğunu fark eder. Doktorundan bu gelişmeleri saklayan Elizabeth, şimdiki ve önceki hayatı arasındaki geçişlerde bocalarken, keşfettiği yeni hayatın onu daha mutlu ettiğini hisseder. Ama bu hayatın hazırladığı korkunç oyunun içine çekildiğinden habersizdir.

Yorum

  Ken Grimwood'u en çok tanınan ve sevilen Sil Baştan ile tanımıştım. Sil Baştan hoşuma gidince diğer kitaplarını da okumaya karar vermiştim ve Kayboluş'a da hiç düşünmeden başladım.

  Epilepsi hastası olan Elizabeth yeni bir tedavi yöntemi dener ve beynine elektrotlar takılır. Bu elektrotlardan 12.si çok farklı bir dünyanın kapılarını aralar ve Elizabeth 19. Yy İngiltere'sinde yaşayan bir kadının hayatını gözlemlemeye başlar ve bu hayatta Elizabeth'i çok farklı şeyler beklemektedir. Elizabeth kendi hayatı ile diğer hayat arasında kalmaya ve olayları düzeltmeye çalışır.

  Açıkçası Sil Baştan gibi etkileyici bir roman bekliyordum ancak daha durgun ve sakin bir romandı. Beklentilerimi karşıladığını söyleyemesem de kötü bir roman değildi, romanın çıkış noktası ve hikayesini sevdim ancak yazarın işleyişinden çok hoşlanmadım. Biraz daha hareketli olmasını istersim açıkçası.

  Ve Elizabeth... onu sevemedim ben, kitaptaki bazı hareketleri beni oldukça sinir etti, gerçek olduğu belli olmayan bir dünyaya kendini fazla kaptırıp gerçek hayatındaki insanları geri plana atması okurken beni rahatsız etti.

  Kayboluş istediğimi vermese de güzel bir kitaptı, mükemmel değildi ancak okunabilir bir roman. Özellikle sonu şaşırtıcı ve garipti, hâlâ hislerim kesinleşmedi bu konuda ve hiç de kesinleşmeyecek galiba. İlk bölümler epilepsi hastalarınızı anlamanızı ve empati kurmanızı sağlıyor, bu kısımları çok beğendim, farkındalığımızı arttırmamız gerektiğini bir kez daha görmüş oldum. 
  Konusu ve hikayesi ile güzel bir kitap olsa işlenişini ve Elizabeth'in tavırlarını sevemedim ben, yine de güzel bir kitaptı. Okursanız seversiniz belki. İyi Okumalar. :)

Puanım



27 Ağustos 2016 Cumartesi

Kız Kardeşim İçin - Jodi Picoult | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: My Sister's Keeper
Seri: Yok
Yayınevi: April Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 510
Baskı Yılı: 2009
Goodreads Puanı: 4.05  (820,136 oy)


Arka Kapak Yazısı
   Anna hasta değil, ama on üç yaşına dek sayısız ameliyat, nakil ve operasyon geçirdi, iğneler vuruldu. Hepsi ablası Kate'in çocukluğundan beri yakasını bırakmayan lösemiyle mücadele edebilmesi için.

   Kate ile tam doku uyumu olması için laboratuar ortamında genleri özel olarak seçilen özel üretim bir çocuk olan Anna, ablasına ilik verebilmesi için dünyaya getirilmişti - bu rolünü ve hayatını hiç sorgulamadı.. bugüne dek.

    Şimdi ise ergenlik çağındaki çoğu genç gibi Anna da gerçekte kim olduğunu sorgulamaya başlıyor ve sonunda çoğu insan için akla getirmesi bile mümkün olmayan bir karar alıyor; ailesini paramparça edecek ve sevdiği ablası için belki de ölümcül sonuçlar doğurabilecek bir karar.

    Çok önemli etik tartışmaları körükleyen kışkırtıcı bir roman olan Kız Kardeşim İçin, bir ailenin ne pahasına olursa olsun verdiği hayatta kalma mücadelesini ve ibret alınacak bir ahlak öyküsünü anlatıyor.


Yorum
   Sevgili okurlar merhaba! Uzun zamandır bloga yazamıyorum. Arada farklı kitaplar da okuduktan sonra (Locke Lamora'nın Yalanları ve Umut Bıçağı)  nihayet sizinle buluştum. Yazmayı gerçekten özlemişim.
   
  Eğer bittiğinde dünyaya dönmeniz, kendiniz olduğunuzu anlamanız zaman alıyorsa, gözyaşlarınız kitabın sayfalarını ıslatıyorsa, her karakterin yaşadıklarını en içinizde hissederek okuyorsanız ve kitapla vedalaştıktan sonra etkisinden bir türlü kurtulamıyorsanız, karakterlere veda etmek ağırınıza gidiyorsa bana göre o dram gerçek bir dramdır. Bugün yorumlayacağım roman bu anlamda şimdiye kadar okuduğum en derinden etkileyen kitaptı. O yüzden sizin için tamamen içten duygularımla kitabın yorumunu yazacağım.
  
    Arka kapak yazısından da anlaşıldığı üzere bu kitap bir hasta çocuğu ve ailesini konu ediniyor. Kate, ailenin lösemili çocuğu. Ortanca çocuk. Löseminin en amansız türlerinden birine yakalanmış ve bebeklik çağından beri bu hastalığı çekiyor. Onun büyük abisi Jesse kendine özgü, asi bir karakter. Sonradan dünyaya gelen Anna ise kitapta bambaşka bir yere sahip. Daha ilk sayfadan size hikayesini anlatırken de belirttiği gibi onun dünyaya getiriliş amacı ne sarhoş olunan bir gecenin sonucu ne de çocuk isteyen bir ebeveynin çabaları. O tamamen özel bir amaç uğruna özel genlerle desteklenerek dünyaya gelmiş özel bir çocuk. Tek amacı o an için birebir gen uyumu olan Kate'e ilgili sıvıları ve iliği verebilmesi. Büyüyüp 13 yaşında bir kız haline gelene kadar bu hep böyle devam ediyor. Kate herhangi bir şeye ihtiyaç duyduğunda ilgili şeyler sürekli Anna'dan tedarik edilmiş. Kate ameliyata girerken aslında Anna'da girmiş. Brian ise tüm bu karmaşanın ortasında çocukları arasında yıpranmış ve babalık duyguları had safhada bir baba ve aynı zamanda başkalarının hayatını ve evlerini kurtaran bir itfaiyeci. Her ne kadar kendi çocuklarına gelince elinden bir şey gelemese bile. Sara ise kızının gün geçtikçe ölümüne tanıklık eden, güçlü ama bir o kadar yıpranmış bir anne. 
   
    Kate'in hayatı bir iyi bir kötü giderken ve daha iyiye gitmesi için yine her şey ailenin küçük prensesi Anna'ya bağlı iken, Anna'nın verebileceği bir karar her şeyi etkileyecek kadar önemli bir dönüm noktası. Kim haklı kim haksız kimin kararı neden verdiği konusunda gerek kitaptaki karakterler gerekse okuyucular ikiye bölünmüş durumda. Durumdan üstü kapalı bahsetmemiz gerekirse Anna'nın hayata getiriliş amacından tutunda her şey Kate ve onun sağlıklı olabilmesi için. Her şey Kate'in hayatına bu denli odaklanmışken, diğer çocukların yalnız hissetmeleri, bir yandan kardeşleri için üzülürken bir yandan en sevgi bekledikleri anda gördükleri tek şeyin yalnız bırakılmak olduğu bir hayat. Hastane koridorları, bir anlık krizle bölünen piknikler. Bir günlüğüne yapılacak bir kaçamakta bile her an bir şeyler olacak korkusuyla tetikte beklemeler. Hasta olanın kendisi kadar onun ailesi içinde son derece sancılı ve acı verici bir süreç tüm bunlar. Tüm bunları yaşamış olan Anna ailesini karşısına alacağı, Kate'in hayatını riske atabilecek bir karara varıyor. Aile bunu öğrendiğinde ilk çatırtılar duyulmaya başlıyor. Bir yandan Kate için her şeyi yapmak isteyen ailesi diğer yandan diğer kızlarını kaybetmek istemiyorlar ve bu arada kalmışlık tüm o hastalık durumunun üzerine onlar için daha karanlık günlerin başlangıcı oluyor. 

    Kitaptan öğrenebileceğiniz o kadar çok şey var ki. Anna'nın yaptıklarını aslında neden yaptığı, hasta bir kızın yaşadıkları ve bunun çevresindeki herkesi nasıl etkilediği, kardeş sevgisi ve evlat sevgisi gibi değerler kitaptaki önemli noktalar. Kitapta annelik dışında aynı zamanda doktorluk, hemşirelik gibi meslekler ve hastalıklar hakkında da bilgi sahibi oluyorsunuz. Özellikle ben kendimi geleceğin avukat adayı olarak gördüğüm için avukatlık mesleği ile ilgili bilgilerden de etkilendiğim söylenebilir. 

    Kitapta geçmişe dönüşler olmakla birlikte sadece iki haftalık bir süreç işleniyor ama bu sırada karakterlerin tüm yaşantısına hakim olabildiğinizi hissediyorsunuz. İki hafta insanların hayatını nasıl değiştirebilir ki kökten. Kate'in hastalığı ile hiç kimsenin hayatı artık eskisi gibi olamayacak. Jesse git gide kalıbına çekilirken ve asi bir ergen olup çıkarken diğer yandan Anna'nın içinde ne fırtınalar esecek. Bu karar onun Bay Campbell ile tanışmasıyla iyice perçinlenecek. 
 

    Kitapta beni derinden sarsan yerler oldu. Daha ilk sayfalarda konunun işlenişinin beni sardığını hissettim. Kate'in ilk hastalık zamanları bebek saçlarını elinde tutarak annesinin yanına gelerek "anne bak saçlarım" demesi beni titreten yerlerdendi mesela. Kitap gerçek hayatla bağlantılı konulara değinişiyle de gerçekçiydi. Sonuçta lösemi hastalığı günümüzde yaygın görülen bir hastalık ama hiç birimiz yeterince farkında değiliz. Onlar ve aileleri nasıl bir hayat yaşıyorlar bunu çoğumuz bilmiyoruz. Yazar bu kitapta bu gerçekliği öyle bir yerden yakalayıp öyle bir kurguyla önümüze seriyor ki hepimizin vicdanı ve empati duyguları hiç olmadığı kadar uyarılmış oluyor. Yazarın bu denli etkili şekilde işlemiş olması için bunu bizzat yaşamış olması gerektiğine inanıyorum ya da bu tür ailelerle iç içe olmasına ve bu kitabı yazabilmek için ne kadar emek harcadığını, tıbbi bilgiler için ne denli araştırmalar yaptığını düşünmeden edemiyorum. 

    Kitabın verdiği mesajlar da öyle güçlü ki. Bazen karar veremeyecek kadar çaresiz olduğunuzda o kararı sizin için veren ilahi bir güç olduğunun farkına varırsınız. Bazen gerçekten acı olduğunu düşündüğünüz şey aslında başka bir şeyin getirdiği acıyla birlikte daha geri planda kalır. Güzel mesajlarla dolu olan kitap aynı zamanda son derece sürprizli bir kitap. Keskin virajları var. Sizi derinden sarsacak olan bölümün nereden ne zaman geleceğini asla kestiremiyorsunuz. Öyle ki kitabın daha ilk sayfasında "ya şöyle olursa" diye aklınızda belirip kaybolan bir şeyi sizin yüzünüze öyle bir çarpıyor ki, bu beklenmediklik sizi öyle hazırlıksız yakalıyor ki sayfaları geri geri alıp tekrardan okumaksızın idrak etmekte zorlanıyorsunuz. Kitapta gerçekten ağladım hem de hüngür hüngür. Kitap sayfaları ıslandı. Gözlerimin buğusu kaybolana dek kitaba ara vermek zorunda kaldım. O kadar manidar yerler vardı ki. Tüylerim diken diken oldu. İliklerime kadar işledi kitabın her satırı. Uzun süre etkisinden çıkamayacağıma adım gibi emin olduğum bir kitap.


      Kitapta eleştirebileceğim sanırım tek nokta karakterler diyebiliriz. Kurgu, işleniş tarzı veya gerçeklik konusunda kitap harikalar yaratmış, bir açık bulamıyorum. Ancak Sara'yı bazı yaptıklarından dolayı bazen suçladığım oldu, onu gerçekten itici bulduğum, kararlarına saygı duymadığım onun gerçek annelik duygularını yansıtamadığını düşündüğüm yerler oldu. Bunun dışında kitabın en ufak bir cümlesinde bile bir eksiklik bulamadım. En sevdiğim karakter de Anna ile Brian'dı. Campbell karakteri de ilgi alanım gereği sempati duyduğum bir karakterdi. 

     Üslubuna gelince gayet başarılı buldum. Kitapta her karakterin kendine ait anlatımlarının olduğu bölümler vardı ve hepsininki yeni basımında farklı puntolarla yazılmıştı bu da çok hoş bir detaydı bence. Bazı bölümlerin başında Milton, Sheakspeare gibi ünlü şairlerin eserlerinden yapılan alıntılar da bölümün özünü öyle güzel yansıtıyordu ki, kitaptaki hiçbir şeyin rastgele olmayıp bir amaca hizmet etmeleri son derece hoşuma gitti. En sonda bulunan Jodi Picoult ile bu eseri hakkında yapılan röportaj kitabın yazılış aşamasındaki bazı gizemleri ortaya çıkarıyordu. Örneğin; Sara'nın hasta bir çocuğun anneliğini anlatırken hasta çocukların ailesi ile iletişime geçişini ve kendi çocuğunun da buna benzer bir durumu olduğunu bu bölüm sayesinde öğrenmiş oldum. En sonda bulunan kitapla iligi sorularda ana fikri bulup belli yerlerde empati kurmaya ve düşünmeye sevk edecek soruların olması da hoşuma gitti gerçekten. Kitabın sonu da şaşırtıcı bitti. Çok hızlı akıp giden bir kitaptı ve filmi de varmış. Fragmanı izledim ama karakterlerin ve kitabın büyüsünü en ufak olsun bozmak istemediğimden, aklımda en saf halleriyle kalmalarını arzu ettiğim için filmini izlemeyi düşünmüyorum. Yine de aşağıda izlemek isteyenler için fragmanını paylaştım. Oradan bakabilirsiniz. Harika bir dram okumak isteyenler için şiddetle tavsiye edebileceğim bir eserdir. Asla pişman olmayacaksınız. Tam puan verilmeyi hak eden çok kaliteli bir eser. Keyifli okumalar. :)


Alıntılar
Kimse bu vesileyle başarmayı amaçladığı şeyi ve bunu nasıl yürüteceğini kafasında açıklığa kavuşturmadan bir savaş başlatmaz; daha doğrusu aklı başında olan kimse bunu yapmamalıdır.
Kara delikler öyle ağırdır ki her şeyi, hatta ışığı bile içlerine, ta merkezlerine çekerler. Bu gibi anlar işte böyle bir çekimin harekete geçtiği anlardı; neye tutunursan tutun eninde sonunda içeri çekilmekten kaçamıyordun. 
Sahip olduğun her şey bir çekiçse, etrafındaki her şey sana çivi gibi görünmeye başlar.
Bu bir hata olmalı. Doktorun incelediği başka bir talihsiz insanın kanı olmalı. Baksanıza benim çocuğuma, lüle lüle savrulan saçlarının ışıltısına, güneş gibi doğan gülümsemesine...Bu yüz yavaş ölmekte olan birisinin yüzü değil ki.
Dünyanın sizin etrafınızda döndüğünü düşünmek çok kolay ama aslında tek yapmanız gereken, gökyüzüne bakmak ve bunun doğru olmadığını görmek.
Bana sorarsanız, aşk bir gökkuşağı kadar kalıcıdır; gözünüzün önündeyken güzeldir ve gözünüzü bir kez kırpınca bir bakarsınız yok olmuş.
Sizi öldürecek kadar kuvvetli olanlar, geldiğini göremediğiniz şeylerdir.
Yalnız biriyle tanıştığınızda size ne anlatırsa anlatsın aslında yalnızlığı sevdiği doğru değildir. Asıl sebep, daha önce dünyayla bütünleşmeyi denemelerine rağmen insanların onları sürekli hayal kırıklığına uğratmalarıdır.
Umutsuz durumlarda umutsuz çözümlere başvurursunuz.
Bazen herkes için daha iyi olacağına kendimizi inandırarak yaptığımız şeyler vardır. Kendimize bunun yapılması gereken en doğru şey olduğunu, fedakârca bir davranış olduğunu söyleriz. Bu, gerçeği itiraf etmekten çok daha kolaydır. 
Nereye gittiğinizi bilmediğinizde, kimsenin keşfetmeyi aklından geçirmeyeceği yerler bulursunuz.
 Hayat bazen ayrıntıların arasında öyle bir kayboluyor ki insan onu yaşadığını unutuyor. Her zaman yetişilecek başka bir randevu, ödenecek başka bir fatura, kendini gösteren yeni bir semptom, duvardaki çentiklere eklenecek başka bir olaysız gün vardır. 
Ama bu alevlerden,
Işık saçılmıyor da zifiri karanlık doğuyor.
Bazen en çok istediğini elde etmek için en az istediğin şeyi yapman gerekir. 
Bir şey, sen nasıl görmek istersen öyle görünür.
Kimseyi mükemmel olduğu için sevmezsin. Mükemmel olmadığı gerçeğine rağmen seversin.
Yeni bir ateş söndürür başkasının yaktığını,
Yeni bir acıyla hafifler eski bir ağrı.
Bir şeyin doğru olduğuna inandığınızı söylüyorsanız, iki şeyden birini kasteyorsunuzdur; ya hala alternatifleri tartıyorsunuzdur ya da bunu bir gerçek olarak kabul etmişsinizdir.




   




Puanım

25 Ağustos 2016 Perşembe

Death Note - Ölüm Defteri #1 - Tsugumi Ooba | Manga Yorumu


Orijinal Adı: デスノート 1 (Desu Nōto) Taikutsu (退屈)
Yayınevi: Akılçelen Kitaplar
Sayfa Sayısı: 200
Baskı Yılı: 2014
Goodreads Puanı: 4.41  (129,545 Oy)

Arka Kapak Yazısı

Japon çizgi romanlarına verilen isim olan Manga, dünyada bir çılgınlık halini almıştır. Death Note (Ölüm Defteri) yayınladığı bütün ülkelerde satış rekorları kıran ve geniş bir hayran kitlesine sahip en önemli manga serilerinden biridir.

Bu deftere adı yazılanlar ölür… Ölüm Tanrısı Şinigami Ryuk'un insanoğlu dünyasına düşürdüğü defter: DEATH NOTE (ÖLÜM DEFTERİ).

Bu doğaüstü defteri bulan ve dünyadaki cani suçluları ortadan kaldırmak için kullanmaya karar veren Light Yagami (nam-ı diğer Kira) ile kimsenin çözemediği olaylarda polise yardım eden L adlı gizemli detektif arasındaki muhteşem mücadele böyle başlar.

Light Yagami bu deftere ismini yazdığı ve yüzünü bildiği herkesin öleceğini keşfeder. Önceleri defteri kuşkuyla kullanmaya başlayan Light, ismini yazdığı insanların hayatlarının kendisinin belirlediği ölüm şekliyle son bulduğunu görür. Her geçen gün defterin yeni yeni özelliklerini öğrendikçe hayalindeki dünyayı yaratabilmek için defteri kullanmaya başlayarak adalet mekanizmasının yeterince cezalandıramadığı azılı suçluları öldürmeye karar verir. Suçlular gizemli bir şekilde ve peş peşe ölmeye başlayınca durum polisin dikkatini çeker ve dünyadaki birçok gizemli olayı çözmekle görevlendirilmiş olan "L" adlı dedektif, konuyu araştırmak üzere polisin yardımına koşar.

Yorum

  Death Note okuduğum ilk manga oldu. Ne zamandır manga okumak istiyordum ve Death Note'u gözüme kestirmiş ancak başlayamamıştım, nihayet başladım ve çok sevdim.
  Toplam 12 mangadan oluşan seri (sonradan 13'üncü manga da çıkmış), Ölüm Defteri (Death Note) içine adı yazılan herkesi öldüren bir defter ve bu defter Japonya'daki çok Light Yagami'nin eline geçer ve Yagami'de dünyayı suçlulardan temizlemek için deftere isimlerini yazmaya başlar. Sebebi bilinmeyen ölümler baş gösterince polis bu işin peşine düşer ve L adındaki dedektif ölüm sebeplerini ve katili aramaya başlar. Böylece Yagami ve L arasında ölümcül bir kaç-kovala mücadelesi başlar.

  Death Note, okuduğum ilk manga olduğu için başka mangalarla kıyas yapamam ancak beklentimin çok üstünde çıktı. Hikayenin nasıl devam edeceğini merak ederken Tsugumi Ooba'nın muhteşem bir iş çıkardığını gördüm, heyecanla ve çok severek okudum. Karakterler ve zeka kokan olaylar, şaşırtan detayları ile Death Note'u çok sevdim ve bir an önce serideki diğer mangaları da okumak istiyorum.
Eğer hala manga okumadıysanız ya da Death Note'u okumadıysanız okuyun derim, kesinlikle çok güzel. İyi Okumalar. :)

Puanım


23 Ağustos 2016 Salı

Şeytan Yıldızı (Harry Hole #5) - Jo Nesbo | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: Marekors
Seri: Harry Hole #5
Önceki Kitap: Nemesis
Sonraki Kitap: Kurtarıcı
Yayınevi: Doğan Kitap
Sayfa Sayısı: 469
Baskı Yılı: 2014
Goodreads Puanı: 4.02  (36,499 Oy)

Arka Kapak Yazısı

Genç bir kadın Oslo'daki dairesinde öldürülür. Sol elinden bir parmağı kesilmiş, gözkapaklarından birisinin altına beş köşeli yıldız şeklinde küçük kırmızı bir elmas yerleştirilmiştir bir pentagram, yani şeytan yıldızı.
Müfettiş Harry Hole uzun zamandır düşman bellediği Tom Waaler ile birlikte bu soruşturmada görevlendirilir. Önceleri onunla birlikte çalışmak istemese de, zaten teşkilattan atılmak üzere olan Harry’nin başka bir seçeneği kalmaz ve kendini düştüğü alkol batağından kurtararak işe koyulur.

Bu cinayeti bir dizi benzer cinayet daha izler. İşleniş şekillerinden Oslo’da bir seri katil olduğu anlaşılmaktadır. Beş köşeli yıldız, bu cinayetlerin gizemini çözmekte oldukça yardımcı olacaktır.

Yorum

  Nemesis'i okuduktan hemen sonra Şeytan Yıldızı'na başlamak istemiştim ancak araya Kapan girdi. Kapan'dan sonra Şeytan Yıldız'ına başladım ve iki günde bitirdim, gerçekten çok güzel aktı kitap özellikle de Kapan gibi sıkıcı bir kitaptan sonra.

  Harry Hole bu kitapta polislikten atılmak üzere iken aldığı bir davayı çözmeye çalışıyor ve aynı zamanda kendi hayatıyla ilgili de bir çok sorunu çözmeye çalışıyor. Bir taraftan banyoda ölü bulunan kadının katilini ararken bir yandan da polis teşkilatındaki yozlaşmış polislerin peşinde büyük ve amansız bir koşuşturmacanın içinde buluyorsunuz kendinizi ve sayfalar ilerledikçe işin iç yüzü değişiyor.

  Şeytan Yıldızı, Harry Hole serisindeki en sevdiğim kitap şimdilik, diğer kitapları da sevsem de bu kitapta yaşanan bazı olaylar yüzünden yeri bende ayrı oldu. Bu kitap bana biraz John Verdon'un Peter Pan Ölmeli adlı kitabını anımsatsa da ondan çok farklıydı tabii ki.

  Harry Hole serisini zaten seviyordum bu kitapta da hayal kırıklığı yaşamadım, aksine çok sevdim. Yazarın kendine has üslubu ile karakter ve olay örgüsü bir araya gelince ortaya şahane bir polisiye çıkmış. Ben zevk alarak ve iki günde okudum, sayfalar çok hızlı akıyor gerçekten, sadece yazar bazen Harry'nin alkol sorunlarına fazla yer ayırıyor, bu da seride kendini tekrara yol açıyor. Yine okumaya değer güzel bir seri. İyi okumalar. :)

Puanım

4.25


21 Ağustos 2016 Pazar

Kapan - Simon Beckett | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: Stone Bruises
Seri: Yok
Yayınevi: İthaki Yayınları
Sayfa Sayısı: 344
Baskı Yılı: 2015
Goodreads Puanı: 3.45  (1.091 Oy)

Arka Kapak Yazısı

  Dört kitaptan oluşan David Hunter serisinin ardından Simon Beckett, yeni kitabı Kapan'la yeniden, geçmişi arkasında bırakmaya çalışan bir adamın hikâyesini anlatıyor. Polisten kaçarken kendisini Fransa'da bulan Sean bir kapana basar ve o andan itibaren, gizem dolu bir dünyanın kapıları ardına kadar açılır.

  Bir yandan geçmişin sancılarıyla uğraşırken, diğer yandan kuralları sahibinin koyduğu bir çiftlikte, yeni maceralara bulaşmak istemediği halde kendisini ölümcül sırların ortasında bulur. Ortadan kaybolan kişiler, çarpık ilişkiler… Simon Beckett Kapan'la birlikte okuyucularına tekinsiz, gerilim dozu yüksek, etkisinden kolayca çıkılamayacak bir deneyim sunuyor.

Yorum

   Herkese merhaba. :) Bir süredir blog yazamyorum çünkü bu sıra hiç vaktim olmuyor, kitap okumaya bile çok az vaktim oluyor ne yazık ki. Kapan'ı da bir kaç gün önce bitirdim ancak yorumu bugün yazabiliyorum. Kitapla ilgili düşüncelerim soğudu, kitap bende soluklaşmaya başladı bile çünkü hiç iz bırakamadı ne yazık ki. :/

  Kapan bir gerilim romanı ve Sean adlı bir adamın geçmişinden kaçarken Fransa'da hiç beklenmedik olaylar içinde kendini bulmasını konu alıyor. Buraya kadar her şey gayet güzel ancak buradan sonrası ilerlemiyor. Kitabın ilk çeyreğinde kitap canlanacak birazdan, sıkılsan da devam et Esma şeklinde ilerlesem de bir süre sonra kitabın durağan ilerleyeceğini kabullendim. Kitabın şu alışık olduğumuz, filmin sonuna kadar olaylar yavaş gelişip son sahnelerde bol aksiyonla son bulan gerilim filmlerinden olacağını düşündüm ancak bu kitapta o aksiyonlu kısım hiç yaşanmadı denecek kadar azdı. Beni şaşırtan ya da gerilimi hissetmeme sebep olan hiçbir şeyde yaşanmadı.

  Lafı fazla uzatmayacağım, Simon Beckett'i David Hunter serisinde çok sevmiştim ama yazar bu kitapta iyi iş çıkaramamış. Gerilimi oldukça az, bolca sıkıcı ve bu kısımlar neden yazılmış diye okuyacağınız bir dolu sayfaya yer veren bir kitap Kapan. Yazardan daha iyi bir roman beklerdim, ne yazık ki hayal kırıklığına uğradım. Eğer gerilim seven biriyseniz bu kitap size oldukça yavan gelecektir, Simon Beckett'le tanışmak için David Hunter Serisi'ne başlamanızı öneririm, (serinin ilk kitabı Ölümün Kimyası için yorumuma buradan ulaşabilirsiniz.). Kapan'ı kimseye önermem, belki siz okur seversiniz belli mi olur. :) İyi okumalar. :)

Puanım


12 Ağustos 2016 Cuma

Nemesis (Harry Hole #4) - Jo Nesbo | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: Sorgenfri
Seri: Harry Hole #4
Önceki Kitap: Kızılgerdan
Sonraki Kitap: Şeytan Yıldızı
Yayınevi: Doğan Kitap
Sayfa Sayısı: 516
Baskı Yılı: 2013
Goodreads Puanı: 3.96  (30,361 Oy)

Arka Kapak Yazısı

Çağdaş polisiyenin en etkileyici başkahramanlarından Harry Hole ile tanışın...

Osloda bir banka soygunu sırasında banka görevlisi öldürülünce, Dedektif Harry Hole soruşturmaya dahil olur. Harry, hiçbir iz bırakmayan soyguncunun peşindeyken, eski kız arkadaşı Annanın yemek davetini kabul eder. Akşam yemeğinin ertesinde kendi evinde uyandığında, son 12 saatte neler olduğunu anımsayamadığını fark eder. Anna ertesi gün ölü bulunur, çok geçmeden o geceden haberdar olan biri Harryyi tehdit etmeye başlar. Harry Hole hem kendini temize çıkarmak, hem de devam eden banka soygunlarını durdurmak zorundadır.

Yorum

  Hipnozcu'yla birlikte İskandinav polisiyesine giriş yapınca bu yörelerde devam etmek istedim ve elimde Nemesis olduğu için bu kitaba başladım. Jo Nesbo ile bu serinin altıncı kitabı olan Kurtarıcı sayesinde tanışmış ve yazarın tarzını sevmiştim, seriye ortadan başlamış olmaktan hoşlanmamıştım, biraz spoiler yemiştim ama önemsemedim ve önceki iki kitabı aldım.

  Harry Hole serisinin en büyük talihsizliği sanırım ülkemizde dağınık halde basılması, bunlara Kurtarıcı yorumumda biraz değinmiştim. Neyse işte serinin ilk iki kitabı ne yazık ki ülkemizde henüz basılmadı, seriyi de sevdiğim için bu durumu göz ardı ederek ülkemizde basılan kitapları okumaya karar verdim.

  Çok uzattım lafı, Nemesis'e gelecek olursak eğer kitap iki farklı olayı aynı anda işliyor. Bir tarafta büyük bir banka soygunu yapılmış ve bir banka görevlisi öldürülmüştür diğer tarafta ise Harry Hole kendi hayatının büyük kaosa dönmesini engellemeye çalışmaktadır. Kitapta hem zekice hazırlanmış bir banka soygunu ve soruşturmasını okuyor hemde dedektifimiz Harry'nin üzerindeki şüpheleri ortadan kaldırmaya çalışmasını okuyoruz. Anlayacağınız iki hikaye iç içe geçmiş durumda tek bir kitapta güzel bir kontrast oluşturuyor. Sanırım yazarın genel tarzı bu çünkü Kurtarıcı kitabında da farklı olaylar iç içe işleniyordu.

  Yazar kurguyu gerçekten güzel hazırlamıştı ve kitapta tempo hiç düşmedi, olaylar güzel bir akışta ve bol gizemli bir şekilde gelişti. Ben katili tahmin etmiştim kitabın en başında ancak bu kitabı okurken bir sorun teşkil etmedi, olaylar kitapta güzel bir şekilde geliştiği için tahminim kitabın tadını kaçırmadı. Kitaptaki karakterleri de sevdim, yazar hepsini güzel bir biçimde kurgulamıştı, Raskol, Beate gibi bazı karakterler de özellikle ilgilimi çekti, okurken büyük keyif aldım.

  Nemesis genel olarak güzel bir polisiyeydi, iç içe olay örgüsüyle ve yazarın kendine özgü yazım tarzıyla okuması oldukça keyifliydi. Norveç sokaklarında olmak da ayrı bir güzel oluyor bence. :) Bu sıralar İskandinav polisiyesi okuyasım var, Nemesis'ten sonraki kitap Şeytan Yıldızı elimde ve ona başlamak istiyorum. :)
  Sizde polisiye-gerilim seviyorsanız ve Norveç sokaklarında farklı bir deneyim yaşamak istiyorsanız Harry Hole serisine göz atın derim. İyi Okumalar. :)

Alıntılar

Hayatı tanı. Oturup çocuğunu seyret. Yitirdiğin şeyleri bulman zor, ama mümkün. 
Bir insanı çok severseniz, sizi sevebilmesi anlaşılmaz geliyor. Oysa tam tersi olmalıydı, değil mi? 
Sorduğun sorular için asla özür dileme; sormadığın sorular için özür dile. 
Kadınlar hep plan yapar. 
Kadınlar güç peşinde koşan, savaşın ve zafer kutlamalarının ötesini düşünen, mantıklı planlamacılardır. Ve kurbanların zayıflıklarını görmekte doğuştan yetenekli olduklarından, ne zaman ve nasıl darbe indirmeleri gerektiğini içgüdüsel olarak bilirler. Ne zaman durmaları gerektiğini de. 
Zulüm görmemizle sağ kalmamızın sebebi aynı. Biz farklıyız ve farklı olmak istiyoruz. 
İnsanın ölmesi, başına gelebilecek en  kötü şey değildir. En kötüsü, yaşama sebebini yitirmektir.

Puanım


11 Ağustos 2016 Perşembe

Sanal Aşk - Kemal Sayar | Kitap Tanıtımı

  Herkese Merhaba! Bugün yeni bir kitap haberiyle karşınızdayım. Beni takip ediyorsanız eğer Kemal Sayar'ı çok sevdiğimi az çok biliyorsunuzdur. İşte Kemal Sayar yepyeni bir kitap çıkaracakmış ve ben bu haberle çok mutlu oldum, sizinle paylaşmak istedim. Kitabın künye ve çıkış tarihi gibi bilgilerine henüz ulaşamamış olsam da herkesi haberdar etmek istedim. Kitapla ilgili yeni bilgiler edindikçe yazıyı güncellemek istiyorum.

  Kitabın adı; Sanal Aşk. Adından da anlaşılacağı gibi günümüzdeki sanal ilişkileri irdeleeceğe benziyor ve günümüz dünyasının böyle bir analize ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Kitabı şimdiden çok merak ediyor ve heyecanla bekliyorum, kısa zamanda çıkar umarım. *-*

  Bu arada kitabı Kemal Sayar ve Berna Yalaz birlikte kaleme almış.

Kitabın kapağını oldukça etkileyici buldum, ismine çok yakışmış bence

Orijinal Adı: Sanal Aşk
Seri: Yok
Yayınevi: Kapı Yayınları
Sayfa Sayısı: 360
Baskı Yılı: Ağustos 2016

Arka Kapak Yazısı

  Artık insanlar birbirlerine değil telefonlara bakıyorlar. İnternet bizleri uzaktakilere yakın ederken, yanı başımızdakilerden de uzaklaştırmaya başladı. İlişkiler Facebook'ta kurulur, WhatsApp'ta sürdürülür,  "arkadaşlık listesinden silinerek" de bitirilir oldu. Oysa aşkın ve ayrılığın acısı her çağda can yakıyor. Teknoloji değişse de insanın yüreği aynı kalıyor.

  Bu kitapta sanal aşkları ve gerçek duygları her yönüyle ele alarak, bir "internet profili"nden fazlası olan bizlere anlatan ilk eser. Okurken kendinize dair ilk kez fark edeceğiniz çok şey olacak.

  Kesin olan bir şey var ki o da sanal dünyanın ilişkilerimizi ve ilişki sürdürme biçimlerimizi derinden etkilediği. Her şeyin bir "tık"la değiştiği bir zamanda aşk da uçuculuktan nasipleniyor, bir "tık"la buharlaşıyor. Geride kalan duygular ne kadar gerçek ve uzun ömürlü peki?

8 Ağustos 2016 Pazartesi

Hipnozcu (Joona Linna #1) - Lars Kepler | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: Hypnotisören
Seri: Joona Linna #1
Sonraki Kitap: İnfazcı
Yayınevi: Pegasus Yayınları
Sayfa Sayısı: 608
Baskı Yılı: 2013
Goodreads Puanı: 3.61  (25,687 Oy)

Arka Kapak Yazısı

Korkunun ta kendisiyle yüzleşin..

Stockholm'deki bir spor salonunda, vahşice öldürülmüş bir adamın cesedi bulunur. Çok geçmeden adamın karısı ve kızı da aynı şekilde hunharca öldürülmüş biçimde bulunurlar. Görünüşe bakılırsa, katil tüm aileyi yok etmek istemiştir. Ancak adamın oğlu ağır yaralı olarak kurtulur.

Müfettiş Joona Linna ailenin bir üyesi daha olduğunu öğrenince, onu katilden önce bulması gerektiğini anlar. Müfettiş, doktor ve hipnozcu Erik Maria Bark'la bağlantıya geçer. Niyeti, Bark'ın komadaki çocuğu hipnotize etmesi ve böylece onu sorguya çekebilmektir. Ancak Doktor Bark, bir daha hipnoz yapmamaya karar vermiştir. Ama şimdi bir hayat kurtarması gerekmektedir. Sonuçta çocukla iletişim kurmayı başarır. Fakat öğrendikleri kanını dondurur.

Bir Caninin Bilinçaltına Yolculuk

Yorum

  Herkese Merhaba! :) Bugün bomba gibi bir polisiye ile karşınızdayım, hemde İsveç polisiyesi. İskandinav yazarlar bir başka yazıyor, buna bu kitapla birlikte emin oldum. Daha önce Stieg Larsson, Jo Nesbo'dan polisiye romanlar okumuş ve çok beğenmiştim ve şimdi de Lars Kepler'in polisiyesini çok beğendim, polisiyelerinin güzel olması dışında yazarlar klasik Amerikan polisiyesinden daha farklı ve güzel bir tarzda yazıyorlar, başka İskandinav yazarlara da yönelmeyi düşünüyorum. :)

  Hipnozcu'ya gelecek olursak, Stockholm'de vahşice katledilen bir ailenin katliamdan sadece bir üyesi sağ çıkmayı başarabilmiş ancak komadadır, komadaki çocuğun bir ablası daha olduğunu öğrenen Joona Linna adındaki müfettiş onun hayatının tehlikede olduğunu düşünür. Komadaki çocuktan katille ilgili bilgi edinmek için de Erik'ten yani hipnozcudan yardım ister. Erik hipnozla birlikte çok çarpıcı bilgiler elde eder ve olayların tüm seyri bir anda değişir.

  Kitap kan dondurucu detaylar ve müthiş bir olay örgüsü ile karşınıza çıkıyor, ilk sayfalar da bile her şey oldukça hareketli ve kan dondurucu. Aslında kitabın ilk çeyreğinde olaylar çözülmüş gibi görünse de (ben ee bundan sonra kitap neyle devam edecek derken) ilk çeyreğin sadece çok iyi bir giriş bölümü olduğunu fark ediyorsunuz. Kitap gerçekten çok iyi ve zekice kurgulanmış, olağan olmaktan uzak ve alışkın olmadığımız bir kurguya sahip. Kitabın dili çok akıcı ve kurgusu iyi ve olaylar da çok fazla olunca kitap öyle güzel aktı ki, çoğu zaman gerçeklikten koparak kitabın dünyasına girdim ve sayfalar nasıl geçti hiç anlamadım.

   Aslında hipnozdan ve batıdaki popülaritesinden hoşlanmıyorum, henüz kabul edemediğim bir şey ancak bu kitapta okurken büyük sıkıntı duymadım, kitaba yakışıyordu, flashback bölümlerinde biraz uzun yer tuttuğunu düşünsem de ileriki bölümlerde gerekli olduğunu anladım. Bir de ana karakterimiz Joona kitapta çok az yere sahipti, serinin tüm kitaplarında mı böyle olacak merak ediyorum.


  Lars Kepler aslında bir yazar değil, bir çift yazar. :) Alexander Ahndoril ve Alexandra Coelho Ahndoril adlı çiftin kullandığı tek isim, birlikte kitap yazarken bu ismi kullanıyorlarmış. Çift birlikte çok güzel bir ahenk yakalamış, tarzlarını çok beğendim ben. Kitapta çok iyi bir kurgu vardı ve yukarıda dediğim gibi alışılageldik polisiyelerden farklıydı ve kitabın en beğendiğim yönü bu oldu diyebilirim. Olay içinde olay var gibi ama hepsi çok güzel bir noktada birbiriyle bağlantılı.

  Joona Linna serisi toplam beş kitaptan oluşuyor ve yazarlar devam ettirecek mi bilmiyorum ama ettirmeliler bence. :) Türkiye'de şimdilik sadece iki kitap çıkmış olsa da yakın zaman da diğerlerinin de çıkacağını umuyorum. Hipnozcu'dan sonraki kitap İnfazcı ve onu oldukça merak ediyorum, Lars Kepler kesinlikle okunmaya değer bir çift, polisiye seviyorsanız ya da gerilim bu çifte bir göz atın derim. İyi Okumalar. :)

Kitabın filmi de varmış, fragmanı da bu. Belki ilginizi çeker. :) Ben kitabı kitap olarak çok sevdim, filmle zihnimdeki güzelliği bozmak istemiyorum.


Puanım


7 Ağustos 2016 Pazar

Pazar 6'lısı: Film Olmasını İstediğiniz 6 Kitap | Etkinlik




   Herkese merhaba! Bugün güzel bir etkinliğe katılıyorum, daha önce böyle şeylere hiç katılmamış olsam da, evet biraz pasifim bu konularda, bu Pazar katılıyorum.

  Her pazar bir kategoriye altı cevap verilen bu etkinlik oldukça keyifli görünüyor. Etkinlikle ilgili ayrıntılı bilgi almak isterseniz tık tık. Bu haftanın etkinlik konusu: Film Olmasını İstediğiniz 6 Kitap

Benim film olmasını istediğim kitaplara gelecek olursak.


  1) Dikenlikler Prensi; Jorg bence sinema dünyasına katılmayı hak eden orijinal karakterlerden biri. Beyaz perdeye yakışacağını düşünüyorum.
   Dikenlikler Prensi kitap yorumum için buraya tıklayabilirsiniz.



  2) Doktor Uyku; Stephen King'in ilk kitaptan uzun yıllar sonra yazdığı bu kitap da güzel uyarlanırsa bence harika bir film olur. Öğrendiğime göre filmini yapmayı zaten düşünüyorlarmış, umarım güzel olur. :)



  3) Olasılıksız; kitabı okurken bu kitap nasıl film olmadı diye çok şaşırmıştım. Bence iyi uyarlanırsa müthiş bir aksiyon filmi olur. :)



  4) İhanet Noktası; Dan Brown'un çok sevdiğim kitaplarından biridir, okurken film izlemiş kadar oluyorsunuz aslında ama beyaz perdeye yakışır bence. :)



  5) Siyah Damar; kitap olarak oldukça çarpıcıydı, filmi de en az kitabı kadar çarpıcı olur diye düşünüyorum.
   Siyah Damar kitap yorumum için buraya tıklayabilirsiniz.



  6) Hayalet Program Daemon; gizem, kurgu ve aksiyonun teknolojiyle harmanlandığı ve favori kitaplarım arasında yer alan bu kitap sinemaya uyarlanmayı hak ediyor, seyirciler de böyle bir hikayeyi izlemeyi hak ediyor bence.

   Benim listem böyle, umarım beğenmişsinizdir. :)
   Bol kitaplı günler herkese. :))


5 Ağustos 2016 Cuma

Olmak Cesareti - Kemal Sayar | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: Olmak Cesareti
Seri: Yok
Yayınevi: Kapı Yayınları
Sayfa Sayısı: 264
Baskı Yılı: 2016


Arka Kapak Yazısı

Olmak cesareti, insanın maske takmadan,
“mış gibi” yapmadan, kendi çıplak varoluşuyla, nerede durduğunu, nereye ait olduğunu, nasıl bir dünya tasavvur ettiğini, hiç gizlemeden, utanıp sıkılmadan gösterebilmesi demektir! Korkmadan “Hayır!” diyebilmek, boyun eğmeden dik durabilmek, tahakküme karşı durma cesaretidir.
Bize kendi aklını vasi tayin etmek isteyenlere karşı “Hayır, ben kendi aklımla mesudum, senin aklına ihtiyaç duymuyorum!” diyebilmektir.
Hakikat ve hakikilik, cesaret istiyor.
Kemal Sayar, zamanın ötesine konuştuğu
yazılarıyla bize bunu hatırlatıyor.


Bir kaygı döneminden geçiyoruz, ama etrafımızda olan bitenleri, kendi içimizde olan bitenleri dikkatle izliyoruz. Böylesi dönemlerde kendi içimizdeki boşluktan aşağı bakabilmek nasıl da
önem kazanıyor! Milletçe, “olmak”
cesaretini göstermemiz gerekiyor.

Yorum

  Olmak Cesareti, ilk olarak 2013 yılında yayınlanmış ve 2016 Haziran'da da genişletilerek Kapı Yayınları tarafından basılmış. Ben genişletilmiş baskıyı seçerek Kapı Yayınları'ndan çıkan baskısını aldım ve okudum. Kitaptan önce şuna değinmek isterim, yazarın Kapı Yayınları tarafından basılan kitaplarının kapakları çok hoşuma gidiyor, kitaplıkta yan yana dururken çok güzel görüntü sergiliyorlar. :)

  Tabii bir kitap dışı değil içi için okunur, kitabın içeriğine gelecek olursak Sayar yine kendine has üslubu ile kaleme almış ve içinde hayattan bir çok şey barındırıyor, ağırlıklı olarak da kendiliğimizle ve biz olmamızla ilgili bölümler yer alıyor. Kitabı okurken hayatınıza ve kendinize göz atarsanız eğer, yazarın kitapta bahsettiği gibi bundan kaçmak yerine kendinizle yüzleşmeye başlarsanız aslında günlük hayatın karmaşası içinde ne kadar çok şeyi gözden kaçırdığınızı anlıyorsunuz.



  Kitabı okudukça kitabın isminin ne kadar güzel olduğunu anladım, gerçekten olmak cesaret isteyen bir şey, insanın kendisi olması -gerçek kendisi olabilmesi, kendisiyle yüzleşmesi ve kendini bilmesi gerçekten cesaret gerektiren bir şey ve hiç kolay olmayan bir şey. Okurken bolca düşündüm ve yazarın değindiği gibi olmak cesareti göstermek yerine bir kaçışa kendimiz kaptırdığımızı fark ettim, zor olanla, içimizdeki karanlık kuyu ile yüzleşmek yerine kaçıyor ve düşüncelerimizin sesini susturmaya çalışıyoruz, en azından kendi adıma zaman zaman bu kaçışa başvurduğumu fark ettim ve kaçışa dur deyip, olmak cesaretini göstermeye karar verdim ve deniyorum.

  Olmak Cesareti benim çok beğendiğim ve sindire sindire okumaya çalıştığım bir kitap oldu, anlatmak istedikleriyle, değindiği noktalarla gerçekten çok iyi bir kitap. Herkesin kitapta anlatılması gereken şeylere kulak vermesi gerektiğini düşünüyorum, modern zamanın yalnızlığına sıkışıp kalmış insanlığın kaybettiği değerleri vurgulayan Kemal Sayar'a kulak vermemiz gerek.

  Kemal Sayar'ın Olmak Cesareti ile ilgili röportajına buradan ulaşabilirsiniz. Çok güzel bir röportaj olmuş. :)

  İyi Okumalar. :)

Alıntılar

  Aşk umut eder. 
Umutlu insan kökü ve kanatları olan insandır, buhranların içinden çıkmanın ve sorunları çözmenin bir yolunu bulur. Hayatlarımız boyunca kök ve kanatlarımızı arar, bazen bulur, bazen de kaybederiz. Tuhaf ama, kanatlanacak cesareti bulanlar aynı zamanda bir kökü olanlardır. 
Büyüdükçe yalnızlaşırız.
Milletçe, "olmak" cesaretini göstermemiz gerekiyor. Korkak davranmaya hakkımız yok. Avrupa'da totalitarizmi tırmandıran, Hitler ya da Mussolini'nin iktidarı ele geçirmesi değildi, boşluk içinde çırpınan toplumların bu kaygıyla baş etmek yerine kolektif nevroza sığınmaları, teslim olmalarıydı.

Puanım


4 Ağustos 2016 Perşembe

Ay Işığı Sokağı - Stefan Zweig | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: Die Mondscheingasse
Seri: Yok
Yayınevi: Remzi Kitabevi
Sayfa Sayısı: 194
Baskı Yılı: 2014

Arka Kapak Yazısı


20. yüzyıl Alman Dili Edebiyatı’nın ünlü yazarlarından Stefan Zweig’ın bu eseri “Ay Işığı Sokağı”, “Lyon’da Düğün”, “Acaba o muydu?”, “Prater’de İlkyaz” gibi en seçme öyküleri içermektedir. Zweig, erişilmez bir öykü ustasıdır. Son satırına kadar sürükleyici olan öykülerinde insan ruhunun sonsuz derinliklerine iner, duyguların inişli çıkışlı değişimini ustalıkla yansıtır, büyüleyici anlatımıyla okurun dikkatini hep diri tutar.

20. yüzyılın bu insancıl ve iyi yürekli aydın yazarı 23 Şubat 1942’deki ölümünden günümüze güncelliğini hiç yitirmedi. “Kültürlerin, ulusların ve düşüncelerin birbirleriyle uzlaşmasına hümanizmin aracılık etmesini yaşamım boyunca hep hedefledim” diyen Zweig, huzursuz başlayan yüzyılımızda da bu düşüncesiyle bize rehber oluyor.


Yorum


Stefan Zweig her kitabında sevdiğim yazarlar arasındaki yerini daha da sağlamlaştırıyor, onu okurken bambaşka bir dünyada oluyorum ve gerçeklikten kopuyorum. Beni büyüleyen bir dili var, basit şeyleri bile öyle güzel sunuyor ki okudukça hayranlığım artıyor. Ay Işığı Sokağı'na da hiç düşünmeden başlamam bu yüzden, çünkü biliyorum yazar ortaya güzel bir şey koyacak.
  Ay Işığı Sokağı, birbirinden farklı on öyküden oluşuyor. Her öykü kendi içinde bir derinliğe ve mesaja sahip. Öyküleri genel olarak beğensem de bana Zweig'ın okuduğum diğer kitaplarından daha az derinliğe sahipmiş gibi geldi, Zweig'ın beni büyüleyen dilinin izlerini taşısa da, yazarın dilinin derinliğini taşımıyordu daha ziyade sönük bir yansıması gibiydi.

  Hikayeler ve karakterler hem iyi hemde kendine has özelliklere sahipti, Zweig bu karakterlere özel hikaye yazmak yerine romanlarına dahil etse çok daha güzel olurdu diye düşündüm bazen. Çünkü bazı hikayeler yarım kalmış gibi geldi bana.

  Ben kitapta en çok Birbirine Benzemeyen İkizler'i ve Acaba O Muydu adlı öyküleri beğendim, ikisini de okumak oldukça zevkliydi. Kitaptaki son öykü olan Acaba O Muydu, Zweig'ın kendine özgü özellikleri daha çok sergilediği öyküydü. Kitapta yer alan Nişan ve Leman Gölü Kıyısında adlı diğer iki öykü de savaşın yıkıcılığı ve neden olduğu tahribata değinen oldukça önemli noktalara çok güzel bir biçimde değinen öykülerdi ve bence okunması gereken öyküler.

  Ay Işığı Sokağı, Zweig'ın diğer eserlerine göre daha zayıf bulduğum ancak içindeki öykülerle okunmaya değer, oldukça güzel bir öykü kitabıydı. Kitabı çok beğendim ve bazı öyküler bende ayrı yere sahip oldu. Kitabı her ne kadar beğensem de Zweig'ın öykü türünden ziyade roman türünde başarılı olduğunu düşünüyorum. Eğer hala Zweig okumadıysanız çok şey kaçırıyorsunuz, en kısa zamanda bir Zweig eseri okumalısınız derim. İyi Okumalar. :))

Alıntılar


Ben ise sadece kitaplarla başbaşa kalacağım, gezintiler yapacağım, hayaller kuracağım, rahatsız edilmeden uzun uzun uyuyacağım bir dinlenceyi yaşamak istiyordum. 
Çok yorgun gibiydi. Fakat bu, uykusuzluğun verdiği vücut yorgunluğundan çok bir yaşam yorgunluğuydu. 
Bir insanın bir başka insanı mutlu etmesi onu mutlulukların en yücesine ulaştırıyordu. 
Bu bana çok yabancı dünyanın ortasında her şeyden uzaklaşmıştım, hiçbir şeye, uymuyordum, birilerine iletmek istediğim tek bir mesajım da yoktu. 
Bilmediğim, fakat gerçekleşeceğine inandığım bir şeyin beklentisi içindeydim. 
"Burada insanlar beni anlamıyor, bende onları anlamıyorum. Ben burada yaşayamam. Gideceğim, yardım edin bana, bayım!"

Puanım


2 Ağustos 2016 Salı

Düşmüş Melekler Şehri (Ölümcül Oyuncaklar #4) - Cassandra Clare | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: City Of Fallen Angels
Seri: The Mortal Instruments #4 
Önceki Kitap: Camlar Şehri
Sonraki Kitap: Kayıp Ruhlar Şehri
Yayınevi: Artemis Yayınları
Sayfa Sayısı: 496
Baskı Yılı: 2013
Goodreads Puanı: 4.16  (330,593 oy)


Arka Kapak Yazısı
 Aşk. Kan. İhanet. İntikam. İşler artık her zamankinden de karışık!

Ölümcül Savaş sona erdi. On altı yaşındaki Clary Fray de nihayet New York'taki evine döndü ve halinden memnun. Gölge Avcısı olmak için eğitiliyor. Annesi hayatının aşkıyla evleniyor ve Aşağı Dünyalılar'la Gölge Avcıları sonunda barış ilan etti. En önemlisi de Jace artık Clary'nin sevgilisi. Ancak her güzelliğin bir bedeli var. İşler tam yoluna girdi derken biri Gölge Avcıları'nı öldürmeye başlıyor. Şimdi, Aşağı Dünyalılar'la Gölge Avcıları arasında yeni bir savaş başlaması an meselesi. Jace de birdenbire uzaklaşmaya başlayınca Clary, büyük bir gizemin içine dalıp en korkunç kabusuyla yüzleşecek. Sevdiği her şeyi, Jace'i bile kaybetmesine yol açabilecek olaylar zincirinin başlamasının ise tek bir nedeni var. Bizzat Clary.



Yorum
    Merhaba sevgili okurlar! Gördüğünüz üzere seriye tam gaz devam ediyorum ve dördüncü kitabını da bitirmiş bulunuyorum. Kitabı dün bitirdim ama yorumlarımı sabaha sakladım, en azından kitabı birazcık sindireyim istedim.

     Serinin en son okumuş olduğum üçüncü kitabı olan "Camlar Şehri"ne yapmış olduğum yorumda hikayenin bittiğini, olayların ve gizemlerin çözüldüğünü ve serinin üç kitap daha devam etmesine şaşırdığımı söylemiştim. Yazarın hikayeyi nasıl devam ettireceğini merak ediyordum ve ilk üç kitabı çok beğendiğim için -özellikle de 3. kitabı- seriyi devam ettiren yazar serinin değerini düşürürse diye de endişelenmiştim. Okuyunca bu endişelerim geçti büyük oranda. Okuduğumda ilk üç kitaptaki olaylardan biraz farklı boyutlara sürüklenen ve çizgisini değiştiren bir kitapla karşılaştım. Dördüncü kitabın bazı yönlerden ilk üç kitaptan sıyrıldığı açıkça görülebiliyordu. Hatta bazı yerlerde sanki serinin devam kitaplarını Cassandra Clare değil başkası yazmış da devam ettirmiş gibi olan yönler de vardı. Ama yine de bence serinin devam etmesi iyi olmuş. Çünkü ilk üç kitapta olayların bir çoğu çözümlense ve her şey açığa kavuşsa bile karakterlerin gelişimi, değişimi, bundan sonra ortaya çıkabilecek bazı sorunlar gibi konular da kitap biraz açık uçluydu ve bu kitapta bunların bir kısmı açığa kavuşmuş oldu. Örneğin; Clary bir gölge avcısı ve yeteneklerini geliştiremeden seri bitseydi bazı yönlerden saçma olurdu. Bir kitabın devam etmesi için öncelikle karakterlerin uğraşması gereken olaylar ve sorunlar olması gerekir. Üçüncü kitapta sorunlar büyük oranda çözülse de dördüncü kitapta yazar daha farklı sorunlar üretmeyi başarmış ve seriyi devam ettirmek için aradığı taze kanı bulmuş gibi görünüyor. Ancak bence ilk kitaplardaki mücadeleler ve sorunlarla kıyaslandığında bu kitapta ortaya çıkan sorunun daha zorlama ve gereksiz olduğunu düşünmeden edemedim. Hatta saçma bulduğumu bile söyleyebilirim. Ben olsam daha farklı bir problem ortaya çıkmasını isterdim.

    Kitapta olaylar yine farklı mekanlarda geçiyordu. Karakterlere ise yenileri katılmıştı. Üçüncü kitapta ön planda olan bazı karakterler biraz arka planda kalmıştı merkezdekiler olsun Lightwood'lar olsun kısacası yetişkinler biraz daha geri plandaydı. Buna kıyasla diğer kitaplarda daha sönük kalan bazı karakterler ise bu kitapta daha ön plana geçmeyi başardı. Üstelik bazı karakterlerin geçmişlerine ışık tutulması da seri için önemli bir detaydı. 

     Kitapta beni gerçekten sinirlendiren şey kitapta sevdiğim baş karakterlerden birisinin sürekli ezik tavırlar içine bürünmesi ve melankolik ve karamsar halleriyle beni sıkmasıydı. Bu durum üçüncü kitapta da mevcuttu ama bu kitapta daha da yoğunlaştı. Bu karakter de Jace'ten başkası değil elbette. Ama yazara bir yandan hak vermeden de edemiyorum çünkü Jace'in önceki kitaplarda özellikle de üçüncü kitapta yaşadığı olaylardan sonra her şeyi düzelterek hiç bir sorun yokmuş gibi devam etmesi saçma olurdu. Bu olayların karakterini etkilemesi, hayatına olumsuz etkilerde bulunması ve onun bunlarla mücadele etmek zorunda kalması kitabı daha gerçekçi kılıyordu. Sadece bunu yaparken yazar Jace'i ilk baştaki Jace'liğinden sıyırdıkça bende gerçekten soğumaya başladım. Umarım bu bir sonraki kitaplarda da böyle devam etmez. Clary içinse sürekli kendini geliştirmesi ve özgüveninin oturması yönünden takdirle baksam da bazı yönlerde onun da Jace'ten aşağı kalır yanı olduğunu düşünmüyorum. Yine de onun Jace'ten daha fazla umut vaat ettiği çok açık.


     Üslubu serinin genel üslubuna paralel gidiyor. Üçüncü kitaptan pek fazla farkı yok. Üçüncü bakış açısıyla anlatılan olaylarda daha çok Jace'in düşünceleri, Clary'nin düşünceleri ve zaman zaman da Simon'ın düşünceleri geçiyor. Olay bu üç karakterin çevresinde gerçekleşen olayların ayrı başlıklar halinde onların gözünde nasıl göründüğü, nasıl hissettirdiği anlatılıyor. İlk üç kitaba göre daha kısa ama onlar kadar akıcı olduğu için sayfalar elinizden kayıp gidiyor. Hızlı ilerlenebilen bir kitap. Sürekli aksiyon dolu ve romantizm de dozunda. Hatta bu seri kesinlikle bir aksiyon filmi serisi olabilir. Zaten ilk filmi de çekilmişti. Beklenen başarıyı elde edemediği için serinin devam etmeyeceği açıklanmış ve ikinci filmin çekimleri de durdurulmuştu. Ancak hayranlara güzel haberlerim var, çekimlere yeniden başlanmış diye okumuştum geçen. :) İlk filmde kitaptan çok fazla koparak hata yaptıklarını düşünüyorum ve umarım bunu diğer filmlerde yapmazlar. Seriyi seviyorum ve filmdeki karakterler de onları okurken gözümde canlandırmamı kolaylaştırıyor. Bazı fantastik serilerin aksine karakterler sürekli öpüşmek, koklaşmakla meşgul değiller. Hatta şu kitaba kadar gerçekten yoğun erotizm kokan bir bölüm neredeyse hiç olmadı. Buda benim takdirimi kazanan bir diğer nokta. Kısacası bu kitabı da sevdiğimi söyleyebilirim. Bu seriyi bitirmeye kararlıyım çünkü kitabın sonu yine heyecanlı ve okuyucuyu meraklandıracak şekilde bitti. Açıkçası ilk üç kitabın sonuna kıyasla en meraklandırıcı ve en heyecanlı şekilde biten ve okuyucuya "Acaba diğer kitapta neler olacak?" diye sorgulatan kitabın bu olduğunu düşünüyorum. Mutlaka okumanızı öneririm. Diğer kitap yorumlarında buluşmak dileğiyle :) 


Alıntılar
Güç mıknatıs gibidir. Onu arzulayanları kendine çeker. 
Senden nefret ettim ve o nefret hayatımı kolaylaştırdı. Suçlayacak birine sahip olmanın bazı avantajları  var.
Işık ve karanlık arasında zannetiğiniz kadar büyük farklar yoktur. Ne de olsa karanlık, ışık tükendikten sonra kalan şeydir. Işığın kendini tüketişidir.
Başka seçeneğin yokmuş gibi düşündüğünde haklı olmak o kadar kolay ki.

=> =>  Serinin ilk filmini izlemeyenler için fragman; 






Puanım


1 Ağustos 2016 Pazartesi

Yasaklı (Faniler Kitabı #1) - Ted Dekker & Tosca Lee | Kitap Yorumu

tosca lee
Orijinal Adı: Forbidden
Seri: The Book of Mortals #1
Sonraki Kitap: Hükümdar
Yayınevi: Martı Yayınları
Sayfa Sayısı: 513
Baskı Yılı: 2013
Goodreds Puanı: 3.94  (6,552 Oy)

Arka Kapak Yazısı

NEFES KESİCİ BİR DESTAN BAŞLIYOR...
FANİLER SERİSİNE HOŞ GELDİNİZ...
KAYBEDECEKLERİ TEK BİR DUYGU VARDI... KORKU

Geleceğin korunaklı dünyasında bir tek “korku” nedir bilerek yaşamaya mahkûm edilen insanlar…

Gerçek hayattan ve sevgiden yoksun, duygusuzluğa hapsolmuş kadersizler…

Ve bu kaderi değiştirmeye çalışan genç bir adam.

İnsanoğlu, kendisine dayatılan bir düzen yüzünden gerçeğe kapadığı gözlerini bu genç adam sayesinde açmaya hazırdır!

Ancak bu diriliş büyük bir karmaşayı da beraberinde getirecektir:

Tüm fani duygular uyanacak; nefret, hırs ve açgözlülük yeryüzüne hâkim olmaya başlayacaktır.

Yorum

  Duyguların olmadığı, insanların sadece korkuyu hissedebildiği bir dünya nasıl olurdu? İşte Yasaklı sizi böyle bir dünyaya götürüyor. Kaos Çağı'ndan sonra insanlar simyasal yollarla tüm duygulardan arındırılmış ve sadece korkuları ile başbaşa kalmışlar. İnsanlar sevgi, hüzün, kıskançlık hiçbir duygu hissetmiyorlar.

  Duyguların, karmaşanın ve savaşın olmadığı ve Düzen'in yönetiği bir dünya da Düzen'e karşı olan az sayıda insan var ve bunların amacı insanların yeniden hissedebilmesini sağlamak. Rom'da bunlardan biri ve insanların yeniden hissetmesini sağlamak için Düzen'e karşı savaş vermeye başlıyor ve bizde kitap da bu savaşa dahil oluyoruz.

   Kitabın hikayesi ve genel kurgusunu beğendim, hikayenin çıkış noktası da güzel, hislerimiz olmadan nasıl insanlar olurduk? Ancak hikayenin işlenişini aynı şekilde sevemedim, biraz basitti. Kitap bilim kurgu, fantastik kurgu, distopya, gerilim gibi türlerden ögeler barındırıyor ama hiçbirini tam anlamıyla işlemiyor, hepsinden birer parça var ve bu durumdan çok hoşlanmadım. İlk sayfalar bilim kurgu-distopya havası verse de ileriki bölümlerde kitaba dahil olan fantastik ögeleri ben biraz eğreti buldum, kitabın dünyasına uygun gelmedi.

  İki yazarın tek kitap yazması bana hep zor bir iş gibi gelmiştir, ya ortaya mükemmel bir uyumla çok güzel bir eser çıkar ya da tam tersi gibi geliyordu ve bu kitapta ikili uyumu yakalayamamış gibi hissettim. Ted Dekker için biraz basit kalmış gibiydi kitap, bunu Çember serisine dayanarak söylüyorum, yazar orada çok daha mantıklı ve iyi bir iş çıkarmıştı ancak bu kitapta bunları bulamadım.

  Gerçekten çok fazla mantık hatası vardı, her şey fazla basitti. Örnek vermek gerekirse, kitapta bir karakter bıçaklanarak öldürülmüş birine sarılıyor ve sonra o kıyafetlerini değiştirmeden toplum içine giriyor ve kimse de bu üstündeki kan ne demiyor. Ki o bölümde ölen kişiden bolca kan aktığına değinip duruyor yazar ama ne hikmetse karakterimize kan bulaşmıyor! Başka bir örnek verecek olursam, Kale kitabın dünyasında en iyi korunan mekan ve içinde çokça muhafız var. Kale'ye gizlice giren karakterlerimiz büyük başarı ile muhafızları kolayca atlatıyorlar, hemde aynı taktikle birden fazla sayıda. İnsanların duyguları alınmış, akılları değil. Hiçbir muhafız mı aklını kullanamaz, her seferinde aynı taktiğe inanır? Yazarlar okuru mu hafife alarak yazdılar yoksa kitabı mı bilmiyorum ama büyük bir fiyaskoydu bu kısımlar bence.

  Yasaklı, mantık hataları ve amaan işi zorlaştırmaya ne gerek var tarzında yazılmış basitliği dışında genel olarak güzel bir kitaptı, kolay okunan bir tarzı var ve sayfalar hızlıca aktı gitti. Ancak okuyup bitirdikten sonra tatmin olmadığınızı hissediyorsunuz, her şey fazla basitti çünkü, yazarların daha fazla emek harcamasını dilerdim, kitap ne yazık ki hayal kırıklığı oldu benim için. İyi ki serinin diğer kitaplarını almamışım diyorum, şuan hiç okuyasım yok, fazla basit geldi çünkü. Seriyi ne öneririm ne de önermem. Beklentiniz olmazsa ve öylesine okuyayım derseniz tercih edebileceğiniz bir kitap. Karar size kamış.
İyi Okumalar. :)

Puanım

2.5