12 Mayıs 2016 Perşembe

Cesur Yeni Dünya - Aldous Huxley | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: Brave New World
Seri: Yok
Yayınevi: İthaki Yayınları
Sayfa Sayısı: 336
Baskı Yılı: 2013
Goodreads Puanı: 3.95  (930,142 oy)


Arka Kapak Yazısı
      "Cesur Yeni Dünya" bizi "Ford'dan sonra 632 yılına" götürür. Bu dünyanın cesur insanları kapısında "Cemaat, özdeşlik, istikrar" yazan Londra Merkez Kuluçka ve Şartlandırma Merkezi'nde üretirler. Kadınların döllenmesi yasak ve ayıp olduğu için 'annelik' ve 'babalık' pornografik birer kavram olarak görülür. Toplumsal istikrarın temel güvencesi olan şartlandırma hipnopedya -uykuda eğitim- ile sağlanır. Hipnopedya sayesinde herkes mutludur; herkes çalışır ve herkes eğlenir. "Herkes herkes içindir."

       "Cesur Yeni Dünya"nın önemi yalnızca ardılları için bir standart oluşturması ve karamsar bir gelecek tasarımının güçlü betimlemesiyle değil, aynı zamanda 'birey yok edilse de süren macareasının' sağlam bir üslupla anlatılmasıyla da ilgili. Huxley, yapıtını ütopya geleneğinin kuru anlatımının dışına çıkarıp 'iyi edebiyat' kategorisine yükseltiyor.


Yorum
       Eğer ütopik ve distopik eserlerden anlamayan, kitabın özüne inmesini bilmeyen ve sadece alacağım zevke bakarak okuyan tabiri caizse "kör" bir okur olsaydım sizlere bu kitabın "sıkıcı" olduğunu bile söyleyebilirdim. Ama neyseki o kadar sığ düşünmüyorum. Eser George Orwell'in "1984"ü, Thomas More'un "Ütopya"sı gibi bir ütopyayı konu alıyor. Eserin içeriğine girmeden onu yorumlamam mümkün değil bu yüzden de sizlerinde spoiler saymayacağı bilgiler ile birtakım izlenimlerimi aktaracağım. Eserde dünyamızın şuandakinde çok farklı bir şekilde (aslında bazı yönlerden o kadar da farklı olduğu söylenemese de) tasarlandığı ark kapak yazısından da anlaşılmaktadır. Eserde insanlar adeta bir tavukmuşcasına kitabında tabiriyle "kuluçka" denen yerlerden tasarlanmış ve şartlandırılmış olarak çıkarılarak günümüzde "insan" veya "birey" dediğimiz kimliklere bürünerek hayatlarını bu şartlandırılış ve istikrar içinde yaşayıp gidiyorlar. Bu insanlar öyle bir yaşayış içerisindeki adeta duyumsama, hissetme, kendi özgür kararlarını verme yetisine sahip olma, kendini geliştirme gibi birçok özellikten soyutlanmış, günümüzün "robot" dediğimiz soğuk demir parçalarını andıran ruhsuz kimliklere bürünmüşler. Toplumda herkesin kendi işini hiç sorgulamadan hatta zevkle yapacağı bir hiyerarşik sınıf oluşmuş ve çöpçüler neden çöpçülük yaptığını sorgulamadan, en kötü görevleri yapanlar bunun en doğal şey olduğunu farzederek hayatlarını kendilerine daha doğdukları anda verilen "yazgının"emirleri altında, bunları hiç sorgulamadan sürdürüp gidiyorlar. 

      Aralarında yaptıkları birçok şey, "Herkes herkes içindir" anlayışı hiç absürt karşılanmazken; anne-baba kavramları, doğurmak eylemi, Tanrısal şeyler bir o kadar absürt ve "müstehcen" karşılanarak topluma yasaklanmış halde. Toplumda herhangi birisi bir duygudan, yalnız kalmaktan, mutsuzluktan, birine ya da birşeye aidiyet ve bağlılık duygusundan bahsettiği takdirde veyahut toplumun tamamının severek yaptığı, ilgilendiği şeylere, oyunlara, içeceklere, yiyeceklere, hobilere ilgisiz kalanların çok tuhaf bulunarak dışlandığı bir toplumdan bahsediyoruz. Kitapta da bu dışlanışlardan nasibini almış karakterlerin düşünceleri ve mücadeleleri konu edinilmiş. Zaten toplumda bir bireyin yalnız kalması demek kendi varoluşunu ve tanrısal şeyleri sorgulaması, ilkel düşüncelere dönülmesi, toplumda istikrarı ve düzeni bozacak bir direnişin başlangıcı olabilir. Bu nedenle yalnızlığın berbat olduğuna şartlandırılan bu insanlar için yalnız kalmak bir felaket. İşte böyle bir toplumda daha bebekken "hipnopedya" diye isimlendirilen, kişinin bilinciyle en başbaşa kaldığı uyku evresindeki şartlandırma sayesinde kime neyi sevip neyi benimseyeceği, nelerden nefret edip kaçacağı, hangi fikirlerle modernleşeceği beynine empoze edilerek "özdeş" , "fabrikadan çıkma", "birbirinin kopyası" bireyler yetişiyor ve onların toplumdaki tek görevi henüz bir embriyo iken kendilerine biçilen rolleri oynayıp kendilerine uykularında fısıldanan şeyleri yerine getirmek. Tıpkı çocukken kurduğumuz ve bıraktığımızda hareket eden kurma bebekler gibi. Burada öyle bir toplumdan bahsedilmiş ki birey düşünmeye başlarsa, birşeyden rahatsızlık duyarsa, kavga ve kaos ortamı oluşursa hepsinden kaçıp kurtulmaya, mücadele etmek yerine her zaman en kolayı olan kökten çözümlere başvuruluyor ve tabiki de bu bahsedilen şey insanı rahatlatan, kafasının içinde adeta mutluluk hormonları dans ettiren günümüzün "uyuşturucu" diye tabir edilen ilaçlarından çok daha keskin bir çare var; soma. Bunun sayesinde insanlar yanlarından kopup gidenleri ve ölümü ve hastalıkları bile yeterince ciddiye almayacak kadar rahatlamış ve arınmış olarak kendi "mutluluk" şatolarında sevinçten uçuyorlar. Tabi o toplumda yaşlılık ve hastalıktan söz edilebilirse...

       Kitapta adeta küçük çocuklar gibi davranmaya şartlanan, onlar gibi hiçbirşeyi yeterince ciddiye almaksızın dünyanın tüm kötü yönlerini ve derin düşünceleri boşvermiş, herşeyi oyun gibi birarada  ve mutlu olmakta gören çocuk beyinli yetişkinler oluşturan bir düzen ve istikrar ve bunu temin etmek için hazır bulunan liderler mevcut. Yazar bir yandan böylesine yaratıcı bir "modern" dünya kurarken öte yandan da eski dönemlerden kalma "ilkel" yaşamı ve öğretileri de gözardı etmemiş bu dünyaya taban tabana zıt bambaşka bir dünyada eski düzenlerini sürdüren; korkuları, özlemleri, bağlılıkları, aidiyetleri ve en önemlisi özgürlükleri olan bir toplumdan da karakterler ve örnekler görülmekte. Kitabın ana karakterlerinden olan ve "Vahşi" diye tabir edilen John ise bu kesimi temsil eden, bu yeni dünya ve bu dünyanın cesur, korkusuz, duygusuz insanlarının yaşadıklarını tüm açık seçikliğiyle gördükten sonra kendi sefil ve ilkel yaşantısını ve Tanrısını sahiplenen ve robotlaştırılmamak için mücadele veren bir nevi "uyumsuz". Onlar gibi hiçbirşey hissetmemektense en derin acıları duyma özgürlüğünü delicesine sahiplenen bu karakterin yaşadıkları ve düşünceleri ileriki sayfalarda gözlerinizi yaşartacak raddelere gelebilir. 

      
     Kitabın dili gayet açık ve anlaşılırdı. Kitapta bazı bilimsel terimler, karmaşık diyaloglar ve anlaşılmaz birtakım noktalar olmadığını söyleyemem ama yinede bu kitabın kurgusal harikalığına gölge düşüremezdi. Kitapta aksiyon, gizem, macera gibi unsurlar var diyemem zaten ütopik bir eserden böyle şeyler beklemek de pek doğru olmazdı zaten. Bu tür eserlerin amacı yakın gelecekte olması muhtemel gerçekleri kurgusal dünya ve yaratıcılıkla harmanlayıp bir romandan çok bir kehanet gibi insanlara aktarmaktı bu nedenle gizem, macera, romantizm unsurlarına rastlamamak eserin niteliği de göz önüne alındığında o kadarda aykırı birşey değil. Ama kitapta yoğun olarak bir duygu hakimdi. En azından bende. O duyguda korkuydu. Kitabı okurken kendimi verdiğimde ve gerçekten böyle bir dünyada yaşasaydık ben ne yapardım dediğimde tek hissettiğim korku ve tiksinmişlik oldu. Yazarın yarattığı bu dünya tamamiyle robotlaşmış ruhsuz bireylerden oluşan,  kaderlerininde Ford denilen tanrısallaştırdıkları varlıklar tarafından belirlendiği, özgürlükleri olmayan bireyler düşüncesi beni derinden etkileyen ve hayalini bile kurmaktan çekindiğim bir gelecek oldu gerçekten. Her ütopyanın mutlu bir geleceği müjdelemesi gerekmez zaten asıl ütopyalar gerçeklik ile içiçe ve  olma ihtimali imkansız olmayan bir geleceği birazda insanları uyarırcasına abartı ve korku ögeleriyle bezeyerek anlatan eserler değil midir zaten? Kitap elinden düşürmeyecek kadar akıcı ilerleyemese de yazıldığı dönemin şartları ve bu eserdeki birtakım şeylerin öngörülebilirliğini de düşünürsek yazara hayran kalıp böyle zekice bir kurguyla zekice birtakım ayrıntılarında mevcut olduğu bu eseri distopya severler için okunması gereken ilk 5 eserden biri olarak gördüğümü söylemem gerek. Üstelik bunu yazarken yazar sadece kendi hayalgücüne başvurmamış, kitabın önsözünde ve kitaba dair sonsözde de açıkladığı gibi gezdiği gördüğü Avrupa ülkeleri ve başta da Amerika'daki birtakım durumları değerlendirdiğinde yaşadıklarının ve gördüklerinin bu eserine ilham kaynağı olduğunu, insanların aslında kitapta tasvir edilen robotlara dönüşmeye nasıl da eğilimli olduğunu, tasvir ettiği bu dünyanın bir ütopya olarak kalmayıp bugünün kehaneti olan bu şeyin yarının gerçeği olmasına dünyamızın nasıl da müsait olduğunu tüm gerçekliğiyle de gözler önüne sermiş. Eseri gayet beğendim ve başarılı buldum. Mümkün olduğunca en kısa zamanda ikinci bir kez daha okuyarak yazarın tam olarak neleri kastettiğini, satıralarını iyice dikkatle anlamaya gayret edeceğim. Bir kitabı ikinci okuduğumuzda ilkindeki tadı almayız çünkü sonunda bizi nelerin beklediğini biliriz ama bir kitabı ikinci kez okumak ilkinde fark edemediğimiz bambaşka bir kapı açabilir ve olaya hiç bakmadığımız bir yerden bakmamızı sağlayabilir. Bu nedenle bir kez daha okumayı düşündüğüm bu kitabı size okumayın diyecek değilim. Mutlaka okumalısınız. Bol kitaplı günler :)


Alıntılar
Ne sebeple olursa olsun hatanızın üzerinde kara kara düşünmeyin. Temizlenmenin yolu çamurda yuvarlanmak değildir. 
Fiziksel bir eksiklik, zihinsel bir aşırılık yaratabilirdi. Sanki süreç, tersine de işleyebiliyordu. Zihinsel aşırılık, kendi amaçları doğrultusunda, kasti bir yalnızlığın gönüllü körlük ve sağırlığını, yapay bir zevklerden el çekme iktidarsızlığını doğurabiliyordu.
Mutluluk ve erdemin sırrıdır yapmak zorunda olduğun şeyi sevmek.
İnsanlar senden şüphelenince sende onlardan şüphe duymaya başlıyorsun.
Bugün alabileceğin keyfi asla yarına erteleme.
Sinekler...
Konabilir sevgili Juliet'in mucizevi beyaz eline
Ölümsüz saadeti çalabilirler dudaklarından,
O dudaklar ki saf ve bakir iffetlerinde bile
Kızarırlar hâlâ, kendi öpüşlerini günah sayar gibi
Izdırap karşılığı kazanılan şeylerle kıyaslandığında şu andaki mutluluk çok sefil kalır. Ve tabiki istikrar, istikrarsızlık kadar gösterişli değildir. Mutlulukta, şanssızlığa karşı verilen mücadelelerin hiçbiri yoktur. Günahla mücadelenin veya ihtiras ya da şüphe nedeniyle ölümüne alt üst oluşların görkemini bulamazsınız mutlulukta. Mutluluğun yüce bir yanı yoktur.
Sahip olduğumuz şeyler bize ne kadar aitse, bizde o kadar kendimize aitizdir.

Puanım
 



2 yorum:

  1. Ürkünç ama gerçeklerle örtüşen bir dümyandüzeni mutlaka okumalısın İlkay.

    YanıtlaSil
  2. Merhabalar,

    Aldous Huxley'in "Cesur Yeni Dünya" adlı romanından en beğendiğim alıntı şuydu: "Başlamak için en uygun zamanı beklersen hiç başlamayabilirsin; şimdi başla, şu anda bulunduğun yerden, elindekilerle başla." "Cesur Yeni Dünya" romanından beğendiğim alıntıları paylaştığım yazımı izniniz olursa okumak isterseniz linkini şuraya bırakmak istedim: http://www.ebrubektasoglu.com/yazi/aldous-huxley-cesur-yeni-dunya-romanindan-34-etkileyici-alinti/

    Güzel okumalar dilerim,
    edebiyatla ve sağlıkla kalın.

    YanıtlaSil