27 Ağustos 2017 Pazar

Goriot Baba | Çeviri İncelemesi


  Çevirinin bir kitap için önemini her okur az çok bilir, özellikle de kendine has tarzı olan özgün kitaplarda çevrinin yeri bambaşkadır. Okudukça ve türlü türlü çeviri ile karşılaştıkça çevirinin önemini daha iyi anladım ve elime fırsat geçtikçe kitapların farklı çevirilerini inceliyorum. Goriot Baba için de elime böyle bir inceleme imkanı geçince fırsatı kaçırmak istemedim.


İletişim Yayınları;
  Eugéne, iğrenir gibi “Desenize sizin Paris bir bataklık!” dedi.
  Vautrin “Hem de acayip bir bataklıktır,” diye yeniden söze başladı. Bu bataklıkta çamurlara araba içinde bulananlar namuslu, yürüyerek bulananlar dolandırıcıdır, Tarı korusun, bu bataklıktan bir şeyler bulup çıkarayım demeyin, sakın; acayip bir yaratık sizi Adalet Sarayı meydanına herkese gösterirler. Bir milyon çalın, salonlarda sizi “Ne namuslu adam!” diye yere göğe koyamazlar. Bu ahlak anlayışını devam ettirmek için jandarmaya ve adalete otuz milyon frank veriyorsunuz. Ne güzel, değil mi?

Can Yayınları;
  Eugène tiksinircesine, “Sizin bu Paris, bir çirkef deryası desenize!” dedi.
“Hem de çok garip bir çirkef,” dedi Vautrin. “Arabalarda çamurlananlar namuslu kişi, yaya çamurlananlarsa dolandırıcıdır. Hele bir yanılıp da bu çamurdan bir şey almaya kalkın. Adliyede görülmedik bir nesne gibi teşhir ederler sizi. Bir milyon çalın, salonlarda bir erdem örneği olarak görülürsünüz. Bu ahlakı ayakta tutmak için de jandarma ile adliyeye otuz milyon ödüyorsunuz. Kıyak doğrusu!” 

Remzi Kitabevi;
  Eugene âdeta iğrenerek, nefretle:   “Aman Tanrım!..” dedi. “Şu sizin Parisiniz tam bir bataklık, desenize!..” diye haykırdı.  
Vautrin:   “Ah! Hem de ne bataklık,” dedi. “Orada arabayla giderek çamura bulananlar, namuslu     kişilerdir, yaya giderken çamura batanlar da hilekâr namussuzlardır. Oradan en ufak bir şey koparmak bahtsızlığına uğrarsanız, görülmeye değer garip bir nesne gibi, kendinizi Adliye Sarayı alanında parmakla gösterilir bulursunuz. Bir milyon çalın, bir erdemlik örneği gibi, salonların baş tacı olursunuz. Bu ahlâk kurallarını yaşatmak için Jandarma ve Adliye örgütlerine otuz milyon ödüyorsunuz. Hayrını görün! ”

Milli Eğitim Basımevi;
 İğrenen bir eda ile Eugene: — Şu halde Paris’iniz bir bataklık, dedi.
Vautrin mukabele etti: — Hem de acayip bir bataklık. Araba içinde çamurlara batanlar burada namuslu kimselerdir, yaya olarak çamura batanlar namussuzdur. Bu bataklıktan her hangi bir şey bulup alın, adliye sarayının meydamnda herkese teşhir edebilirsiniz. Bir milyon çalın, salonlarda bir fazilet nümunesi diye gösterilirsiniz. Bu ahlâk nizamını devam ettirmek için de jandarma ile adelete otuz milyon ödüyorsunuz... Mükemmel!




İletişim Yayınları;
  Goriot Baba muhteşem bir adam!

Can Yayınları;
  Goriot Baba yüce bir insan!

Remzi Kitabevi;
  Goriot Baba, erişilmez derecede yüce bir yaratık!

Milli Eğitim Basımevi;
   Goriot Baba ulvi bir mahlûk!



İletişim Yayınları;
  Dünya aşağılık kötü bir şey! Başımıza bir felaket gelmeye görsün en yakın dostumuz bunu bize haber vermeye, sapını hayran hayran seyrettireceği bir hançerle yüreğimiz deşmeye hazırdır. Hep saldırma, hep yergi, hep alay! 

Can Yayınları;
  Dünya rezil ve kötü. Başınıza bir dert gelmeyegörsün, her zaman gelip bunu size yetiştiren, elindeki hançeri yüreğinize saplayıp büken, üstelik de sizi hançerin sapına hayran bırakmaya çalışan bir dostunuz bulunur. İğneler, alaylar başladı bile!

Remzi Kitabevi;
  Dünya alçak ve merhametsiz. Başımıza bir felâket gelmeyegörsün, koşup hemen bunu bize haber verecek bir dosta her zaman rastlanır. Sapını bize hayranlıkla seyrettirerek bir hançerle yüreğimizi deşen, en ince köşelerine kadar onu araştıran dostlar hiç eksik değildir. Dokunaklı, iğneli sözler, alaylar gelmekte asla gecikmez!..

Milli Eğitim Basımevi;
   Dünya alçak ve haindir. Bir felâket bize erişir erişmez gelip onu bize söyliyecek ve kalbimizi hançeriyle deşerken bu hançerin sapım bize hayranlıkla seyrettirecek bir dosta daima tesadüf olunur. Şimdiden istihza, şimdiden alaylar!

İletişim Yayınları;
  Genç kızken soyadı de Conflans olan Madam Vaquer yaşlı bir kadındır. Quartier Latin ile Saint-Marceau arasında, Neuve-Sainte-Geneviéve Sokağı'nda kırk yıldan beri orta halli insanlara göre bir pansiyon işletmektedir. Vaquer Yurdu diye tanınan pansiyona kadın, erkek, genç, ihtiyar herkes kabul edildiği halde saygın müessesenin adetlerine kimse dil uzatmamıştır. Yalnız şu var ki otuz yıldan beri de burada genç bir kimsenin kaldığı görülmemiştir. Halbuki bir gencin burada kalabilmesi için ailesinin pek az bir para göndermesi yeterlidir. Bununla beraber, bu dramın başladığı tarihte, 1819'da, orada bir genç kız bulunuyordu. Şu sancılı edebiyat çağında "dram" kelimesi pek fazla, zorlanarak kullanıla kullanıla biraz gözden düşmüş olsa da burada onu yine kullanmak zorundayız; bu hikaye kelimenin gerçek anlamıyla dram olduğundan değil; eseri okuyup bitirenler belki gizliden gizliye, belki açıkça gözyaşı dökecekler de onun için. Eser Paris'in dışında da anlaşılacak mı acaba? Bundan şüphe edilebilir.

Can Yayınları;
  Madam Vauquer yaşlı bir kadındır, kızlığında “de Conflans” soyadını taşımıştır, kırk yıldan beri Paris’te Quartier Latin ile Saint-Marceau arasında, Neuve-Sainte-Geneviève Sokağı’nda küçük bir pansiyon işletir. “Vauquer Pansiyonu” adıyla tanınan bu pansiyon, erkeklere de, kadınlara da, gençlere de, yaşlılara da açıktır ya bu saygıdeğer kurumun töreleri konusunda en ufak bir dedikodu çıkmamıştır. Ne var ki otuz yıldan beri genç bir kimsenin oturduğu da olmamıştır burada; genç bir adamın böyle bir yerde oturması için, ailesinden çok az bir para alması gerekir. Bununla birlikte, 1819’da, yani bu dramın başladığı sırada, zavallı bir kızcağız kalıyordu burada. “Dram” diyoruz. Yaşadığımız bu gözü yaşlı edebiyat çağında, hem yalan yanlış, hem de gereğinden fazla kullanılması yüzünden, iyice gözden düşmüş olan bu sözü yine de kullanmak gerekiyor burada. Öykümüz sözcüğün gerçek anlamında “dramatik” olduğu için mi? Hayır. Kitap okunup bitirildikten sonra, için için ya da açık açık birkaç damla gözyaşı dökülmesine yol açar belki de ondan. Paris’in dışında anlaşılabilecek mi bu kitap? Orası kuşkulu.

Remzi Kitabevi;
  Genç kızlık adı Conflans olan Mme Vauquer, yaşlı bir kadındır. Paris'te kırk yıldan beri, Quartier Latin'le Saint-Marceau mahallesi arasında, Neuve-Sainte-Genevieve sokağında bir aile pansiyonu işletir. Vauquer Pansiyonu adiyle bilinen bu pansiyon, kadınları da, erkekleri de, gençleri de, yaşlıları da kabul eder.
Buna rağmen, şimdiye kadar bu saygıdeğer kuruluşa hiç bir leke gelmemiş, hakkında en ufak bir dedikodu çıkmamıştır. Ama, şunu unutmamalı ki, otuz yıldan beri genç bir hanımın orada oturduğu görülmemiştir. Bir delikanlının da o Çatı altında yaşaması için, ailesinin ona pek az bir harçlık verecek durumda olması gerektir. Bununla birlikte, 1819'da, bu dramın başladığı dönemde, pansiyonda yoksul bir genç kız vardı. Dram sözcüğü, şu acıklı edebiyat çağlarında, aşırı ve yersiz bir şekilde, her yerde, her zaman bol bol kullanıldığından, Önemini ve itibarını bir hayli yitirdi. Böyle olmasına rağmen, onu burada kullanmak zorundayız; bu hikâyenin, sözün gerçek anlamıyla, dramatik olduğundan değil ama, eser tamamlandığında, intra muros et extra belki de birkaç damla göz yaşı döken olur. Bu eser, Paris'in dışında acaba anlaşılacak mı? Şüphe edilebilir.

Milli Eğitim Basımevi;
  Kızlığında de Conflans ismim taşımış olan Madam Vauquer, Pariste, Kartiye-Latin ile fobur- Saint-Marsel arasındaki yeni Sainte-Geneviéve sokağında, orta sınıftan kimselere mahsus bir pansiyonu kırk seneden beri işleten ihtiyar bir kadındır. Vauquer evi adiyle tanınan bu pansiyon erkeklerle kadınlan, gençlerle ihtiyarları ayırdetmeksizin kabul eder, fakat bu muhterem müessesenin ciddîliğine ve şerefine karşı tek dedikodu olmamıştır. Ancak, otuz yıldan beri de, burada genç bir insan görülmemiştir ve bir delikanlının burada oturması için ailesince kendisine hakikaten pek az bir aylık verilmesi lâzımdır. Fakat Vauquer pansiyonunda genç insan bulunmazsa da, bu facianın başlangıç tarihi olan 1819 da fakir bir genç kız orada yaşamakta idi. Gerçi facia kelimesi, edebiyatı baştan başa bir felâket kılığı almış bir devirde mübalâğa yüzünden ve inşam işkenceye atacak bir tarzda iptizale uğratıldığından itibarını kaybetmiştir, fakat onu burada kullanmak lüzumludur. Ancak bu lüzum hikâyenin kendisinin gerçek mânasiyle bir facia oluşundan ileri gelmekte bulunuyor. Bundan dolayı da, eser bitinceye kadar okuyucunun birkaç damla yaş dökmesini umarım. Eser Paris dışında da anlaşılacak mıdır? Bundan şüphe caizdir. 

    Buradaki dört çeviride en büyük uyumsuzluğu altını çizdiğim kısımda buldum, üç çeviride hikayenin dramatik olmadığını ama belki okurda gözyaşına sebep olacağı için bu kelimeyi kullandığını belirtirken, Milli Eğitim Basımevi'ndeki çeviride hikayenin bir facia olduğu için kelimeyi kullandığını belirtiyor. Aradaki anlam farkına beni çok şaşırttı.



İletişim Yayınları;
  Hayatın dibini kazımış olan benim gözümde ancak tek bir gerçek duygu vardır. O da, iki insan arasındaki dostluktur. 

Can Yayınları;
  Ben yaşamın kabuğunu kazıyıp dibini görmüş adamım, benim için de tek gerçek duygudur işte, erkek erkeğe bir dostluktur.

Remzi Kitabevi;
  Ama, hayatı iyice eşeleyen, derinine inen, benim gözümde. gerçek bir tek duygu vardır: Erkekten erkeğe dostluk.

Milli Eğitim Basımevi;
   Fakat hayatı iyi derinleştirmiş olan benim için gerçekten mevcut olacak şey ancak bir duygu, erkekten erkeğe bir dostluk vardır.



İletişim Yayınları;
  Seine boyuncaa kıvılıp yatmış, ışıkları parlamaya başlayan Paris'e baktı. Vendöme Meydanı'nın kulesiyle Ivalides'in kubbesi arasına gözleri takılı kaldı. İçine dalmak istediği o kibar alemi burada yaşıyordu. Bu vızıldayan arı kovanına balını önceden emiyormuş gibi baktı. Şu azametli sözleri söyledi: “Şimdi karşı karşıyayız.”

Can Yayınları;
  Paris’i içinde ışıklar parıldamaya başlayan Seine Nehri’nin iki kıyısı boyunca kıvrılıp yatmış gördü. Gözleri Vendôme Alanı’nın sütunu ile Invalides’in kubbesi arasına, girmek istediği kibar çevrenin yaşadığı yere dikildi, neredeyse yercesine baktı. Bir uğuldayan kovana, balını önceden çeker gibi olan bir bakışla baktıktan sonra, şu yüce sözleri söyledi: “Şimdi çık karşıma!”

Remzi Kitabevi;
  Oradan, içinde ışıkların parıldamaya başladığı Seine nehrinin iki kıyısı boyunca kıvrılarak yatan Paris'i gördü. Gözleri âdeta büyük bir hırs ve doymazlıkla, Vendome Alanı'ndaki sütunla Invalides'in kubbesi arasında, içine girmek istediği yüksek sosyetenin yaşadığı yere takıldı. O uğultulu arı kovanına, balını peşin olarak çekermişe benzeyen bir bakış fırlattı ve şu muhteşem sözleri söyledi:“Hadi bakalım, hodri meydan! İşte şimdi baş başa kaldık!”

Milli Eğitim Basımevi;
  Seine’in iki sahili boyunca kıvrılmış yatan ve ilk ışıklan yanmaya başlayan Paris’i gördü. Rastignac’ın gözleri Vendöme meydanı kulesiyle Envalide’ler kubbesi arasındaki yere, içine girmeyi istemiş olduğu kibar âlemin yaşadığı semte adetâ acıkmış bir ihtirasla bağlandı. Bu vızıltı an kovanına, balım şimdiden emiyora benziyen bir bakış gönderdi ve şu muazzam iddialı sözleri söyledi:
— Şimdi karşı karşıya güreşimiz yan



  Benim bulabildiğim dört çeviri bu şekilde, bunları okuduktan sonra çevirinin aslında ne kadar önemli bir sanat olduğunu anlamamak elde değil. Aynı kitap, aynı dile çevriliyor ama bambaşka sonuçlar çıkabiliyor.

Çevirmenler ise şu şekilde;

  •  İletişim Yayınları - Şerif Hulusi
  •  Can Yayınları - Tahsin Yücel 
  •  Remzi Kitabevi - Nesrin Altınova
  •  Milli Eğitim Basımevi - Nahid Sırrı Örik
  Açıkçası ben Milli Eğitim Basımevi'nden çıkan çeviriyi hiç beğenmedim, 1990 yılında basıldığı için bir çok eski sözcük içeriyor ama sorun bu değil. Çeviride özensizlikler var, spoiler gibi sebeplerden dolayı paylaşamadığım bazı kısımlarda çeviri yapılmadan dipnot ile açıklanarak geçiştirilen yerler var ancak diğer çevirilerde bunlar Türkçe'ye güzel bir şekilde uyarlanmış. Bunun dışında çeviride bir ahenk eksikliği söz konusu olduğunu da düşünüyorum. 

  Diğer yayınevlerinin çevirilerini genel olarak beğensem de Can Yayınları ve İletişim Yayınları kendi içinde uyumlu bir çeviriye sahip olduğunu düşünüyorum.

  Bunlar tamamen bana ait düşünceler, kişisel yargılarım, belki sizler farklı düşünebilirsiniz. Ben sadece çevirileri ve düşüncelerimi aktarmak istedim.


  Sıkıcı olmadan ve spoiler vermeden, elimden geldiğince uygun kısımları seçmeye çalıştım. Bir hatam olduysa affola. Okuduğunuz için teşekkürler. 

26 Ağustos 2017 Cumartesi

Goriot Baba - Balzac | Kitap Yorumu

balzac

Seri: Yok
Yayınevi: İletişim Yayınları
Sayfa Sayısı: 376
Baskı Yılı: 2014
Goodreads Puanı: 3,82  (33,787 Oy)


Yorum

  Herkese merhaba! Bir süredir bloga yazı yazmaya fırsat bulamıyordum, elim soğumuş. :D Neyse, kitabımıza gelecek olursak, yorumu çok uzun tutup sıkıcı olmak istemiyorum ya belli olmaz.

  Balzac adını sık duyduğum ama henüz tanışabildiğim bir yazar oldu. Okunacak o kadar çok kitap var ki! Goriot Baba, 19. yy Paris'inde geçiyor ve tüm soysal sınıflarla ilgili bilgi edinebileceğiniz kadar da geniş ve iyi bir kadrosu var. Aslında kadrosu çok geniş değil ama yazar karakterleri çok ince bir hesapla seçmiş ve bu da okurun her kesimden insanlarla tanışmasını sağlıyor.

  Ben kitabı okumaya, kitapla ilgili hiçbir fikrim olmadan başladım ve beklenti ya da herhangi bir bilgim olmadığı için her sayfayı ve her karakteri keşfetme süreci bana ayrı bir zevk verdi. Bu yüzden kitabın içeriği ile ilgili bilgi vermeyeceğim, okumayı düşünenlere de kitapla ilgili bilgisi olmadan başlamasını tavsiye ederim.

  Karakterler, yazarın üslubu ve hikaye bir araya gelince ortaya muhteşem bir edebiyat şöleni çıkmış. Yazarın yalın ama durumu en ince ayrıntısına kadar anlatabilen dili, işlediği hikaye ile ışık tutmak istediği konular birbiriyle büyük bir ahenk içinde dans ediyorlar, okurken hem o zamanın Fransa'sı ile ilgili fikirlere sahip oluyorsunuz hemde yazar zihninize düşünmeniz için tohumlar serpiyor. Açıkçası kitabı çok beğendim, yazarın diğer kitaplarını da okumayı istiyorum. Ve kitabı okudukça anladım ki, zaman-mekan değişse de insan aynı insan.

  Okumak istiyorsanız kaçırmamanız gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum, bol kitaplı günler. :)

Puanım