28 Eylül 2016 Çarşamba

Bu Ay Neler Okudum

Umut Bıçağı
   Yine severek okuduğum bir kitabın daha sonuna geldim. Herkesin birbirinin içsesini, aklından geçenleri duyabileceği bir kasaba düşünün. Soyu tükenmiş kadınlar, yok olmaya yüz tutmuş kentler, konuşan hayvanlar, bir çocuğa musallat olan büyük bir gizem. Küçük yaşta bir başlarına ve omuzlarına büyük yükler binmiş çocukların hikayesi. Hikayenin büyük bir kısmı yollarda geçiyor ve bu düşünüldüğü kadar sıkıcı değil. Hayvan sever okurlar için de ilgi çekici detaylardan birisi baş karakterlerden birisinin tatlı bir köpekçik olması. Onunla da kitabın birçok yerinde karşılaştığınız için sempati duyuyorsunuz ve sağlam bir bağ oluşuyor aranızda. 
   
   Kitap belli sayfalara kadar biraz olaysızdı. Bir macera filmi gibi olamasa da bir çizgi filmin saçma bulsanızda sizi eğlendirip kendini izleten büyüsü benzeri yerlerdi bu yerler. Bu durgun yerlere rağmen sizi saran bir tarafı vardı. 
   
    Hoş ve ilginç bir kurgusu vardı ama 13 yaşında bir oğlan uğruna yapılan bazı şeyler kitapta bir nedene bağlansa bile bana pek tatmin edici gelmedi bu neden. Sağlam bir zemine oturmuyordu. Yazar daha çarpıcı bir sebep bulabilirdi. Zayıf noktalarından biriydi bu kitabın. Birde kitaptaki kötü karakterlerden birinin mucize eseri sürekli başarılı olup hayatta kalabilmesi biraz uçuk geldi bana doğrusu. 
   
    Baş karakter Todd’a bazı yerlerde gerçekten fazlasıyla sinirlendim. Hatta bazı Todd diyalogları ve olaylarını la havle çekerek okudum. Olgun olmayan düşünceleri , inadından ve bencilliğinden dolayı etrafına verdiği zararlar okuyucuları gerçekten çileden çıkarabiliyor. Buna rağmen her şeyin altında masum bir çocuğun düşünceleri yatıyor ve ona sempati duymadan edemediğiniz yerler oluyor. Ama ben Viola karakterini daha çok sevdim. Mantıklı konuşmaları ve zekice planlarıyla Todd’a yol gösteriyor. Ona iyi bir yol ve kader arkadaşı. 

  “Nehrin daşıdığı higayeler. İnsannar gonuşuyo. Annasın ya. Higayeler. Bunu görmüştünüz mü?”
Bazen bazı kasabalılar cümleleri öyle bir kuruyor ki, her cümlenin sonuna “gaari” gelecek gibi bir beklenti içine giriyorum. Ege şivesine benzer şivelere rastlayabiliyorsunuz.
 
   Kitap belli yerden sonra çok sürükleyici hale geldi ve elimden bırakamadım. Kitaptan çok beklentim yoktu hatta biraz kasvetli bir kitap beklemiştim kapağına bakınca da ama beklentimin üzerinde sürükleyici bir eserdi. Ben kitaplarda dramatik yerlerde ne kadar üzülsem de genellikle pek ağlamam. Normal hayatımda da ağlamayı tercih ettiğim pek söylenemez. Ama bu kitapta hassas anıma geldiği için mi yoksa benim için önemli bir karakterle ilgili bir gelişme olduğu için mi bilemeyeceğim ama gözyaşlarımı tutamadığım yerler oldu. Bir çoğunuzun da benim gibi etkileneceğinden eminim. Yazar şaşırtmayı başarmıştı beni orada.

   Kitabın ismi de içeriğini büyük oranda yansıtıyordu ama okuduğumda ben kitaba Jonathan Safran Foer’in “Aşırı Gürültülü Ve İnanılmaz Yakın”ını yakıştırdım nedense. Kitabın verdiği mesajda çok güzeldi. Umut, her şey tükendiği zaman insanı hayata bağlayan ve devam etmesini sağlayan yegane şeydir. Ancak insana en çok acı veren şey de yine umuttur. “Umut acıtır.”

   Şimdiki zamanlı anlatımı ve bozuk Türkçesi dışında pek bir şikayetim olmadı kitaptan. Kitapta sürekli gidek, yapıyom, yannış, diil, nıfıs gibi garip bir Türkçe ile karşılaşıyorsunuz. Ama bunlar öyle çok da göze batmıyor. Bazı yerlerde kitaba doğal bir hava kattığını söylemek bile mümkün. Kitabı çok sevdim ve ikinci kitabını da hemen alıp okumayı düşünüyorum. Herkese de önerebileceğim bir kitap. İyi okumalar. :)
Puanım
Sorgu Ve Yanıt
    Çok güzel bir kitabı daha bitirdim. Kitap gerçekten güzeldi. Özellikle de ilk kitaba kıyasla. Seri gittikçe hareketlenmeye başlıyor. Serinin bu kitabında, ilk kitapta çok kritik bir noktada kalan hikaye tüm hızıyla devam ediyor. 

   İlk kitapta ağırlıklı olarak yollarda geçerken bu sefer yolda değil ilk kitapta bolca değinilen bir şehirde geçiyor. Kitaptaki karakter kadrosu genişlemiş ve birçok yeni karakter kitaba dahil omuş. Bu da kitabı sıkıcılıktan uzaklaştırmış. Kitaptaki hiçbir şey siyah ve beyaz kadar net değil. Griler var. Hırsları gözlerini körleştirmiş iyilerle, gösteriş adına şefkatli davranışlar sergileyen kötüler iç içe geçmiş durumda. Kim gerçekten iyi, kim gerçekten kötü hangi taraf seçilmeli gibi birçok soru işaretleri var. Karakterlerin hissettiği duygular bile netliğe kavuşmamış. Bazı fedakarlıkların aşktan mı yoksa arkadaşlıktan mı yapıldığı bile anlaşılmayabiliyor. Bu detaylar kitabı daha gizemli ve okunası kılıyor. Karakterleri daha iyi tanıyıp onların zaaflarına, nefretlerine, zevklerine aşina olmaya başlıyorsunuz. Bir önceki kitapta ve bu kitabın başlarında nefret ettiğiniz karakterlere sempati duymaya başladığınız yerler oluyor. Kitapta en çok sempati duymaya başladığım ve en acıdığım karakterlerden biride Manklardı. Baş karakterler olan Viola ve Todd’un birbirleri dışında arkadaşlar edinmeleri de hoşlandığım bir diğer noktaydı. 

    Kitapta eleştirebileceğim olumsuz nokta olarak bazı olayların basit bir şekilde ve oldubittiye getirilerek, çarçabuk gerçekleşmesi ve bunun kitabın gerçekliğine gölge düşürmesiydi. Kitabın paranormal bir yönü olması ve türü nedeniyle birtakım gerçekdışı noktalara değinilse bile bu okuyucuyu rahatsız edecek kadar saçma ve ön planda değildi. İlk kitapta gözüme biraz batmasına rağmen bu kitapta tamamen alıştığım hatta kitabın olmazsa olmazı olarak gördüğüm konuşma dilinde yazılması, lağnetossun gibi kelimeler ve üslup artık olumsuz diye nitelendirmeyeceğim bir özellik. 

    Kitapta macera sürekli hakimdi ve bazı yerleri diken üzerinde okuyordunuz. Yazarın kurgulama tarzı ve olayların gidişatı gerçekten çok sarıyor. Yazarın hiç ummadığınız anlarda ummadığınız karakterleri elinizden alması, şaşırtıcı ve bir o kadar da trajik ölümler kitaba başka bir boyut kazandırıyor diyebilirim. Sonu da gerçekten heyecanlı bitti. Üstelik kitap feminizm, maskulizm, soykırım, savaş gibi güncel hayatla ilgili şeylerden güzel kesitler ve mesajlar da taşıyordu. Kadınların ezildiği ve damgalandığı yerlerde gerilimi sonuna kadar hissettim. Yani kitapta verilmek istenen mesajlarda güzel. Kitabın adının nereden geldiği ise gayet güzel bir temele dayandırılmış.

   Üslup ve yazılışına gelirsek önceden de belirttiğim gibi birçok karakterin yerel ağızla konuştuğu konuşmalar hakimdi. Kitabın önceki kitaba göre en büyük artısı ise ilk kitapta sadece Todd’un bölümleri varken bu kitapta hem Viola’nın hem Todd’un bölümleri olması olmuştu. Her iki karakterin de iç dünyasını görmemiz açısından bu büyük bir artıydı. Üstelik birçok yerde Viola’nın bölümlerini daha severek okuduğumu söylemem gerek. Bence seri gayet güzel gidiyor. Üçüncü kitabını da en kısa zamanda okuyacağımı düşünüyorum. Herkese de önerebileceğim bir seri. Üçüncü kitapta görüşmek üzere. :)
Puanım
İnsan Denen Canavar
   Merhaba sevgili okurlar! Yine çok güzel bir kitabın daha sonuna geldim. Üzülerek veda etmiş oldum seriye de. :( Kaos Yürüyüşü serisinin üçüncü ve son kitabı olan İnsan Denen Canavar kitabını biraz rötarlı olarakta olsa bitirdikten sonra ilk iki kitaptaki büyüsünü hala koruduğunu söylemem gerekiyor. Hatta seri ilk kitaptan bu yana gittikçe güzelleşiyordu ve bana göre en güzeli de son kitabı oldu. İkiden de fazlasıyla etkilenmiştim ve beğenmiştim ama üçüncü kitap gerçekten serinin nirvanası oldu.

   İlk kitap iki baş karakterin kötülüğün kendisinden kaçıp, huzurlu günlere gidişini konu edinen bir yolculuk hikayesi ile başlamıştı. Bu kaçış yerini ikinci kitapta iki karakterin ayrı dünyalara düşüp aynı amaç uğruna mücadele etmesiyle devam etmişti. Üçüncü kitapta ise işte bu mücadele son raddelere varmıştı. Öyle ki ilk kitabın sonunda bizi dehşete düşüren olay üçüncü kitabın tamamına hakimdi. Üçüncü kitapla ilgili spoiler vermeden kısacası savaş ve yıkımla, ölümler ve kötülükle dolu olduğunu söyleyebilirim. Zaten kitabın isminden ve arka kapak yazısından da bunu anlayabilmek kolay. Savaşla ve yıkımla geçen bu kitapta aynı zamanda karakterlerin değişimini ve kendi iç savaşlarını görebilmemiz de mümkün. İlk iki kitaba ve hikayenin başına kıyasla hem Viola hem de Todd yaş olarak olmasa da ruhen olgunlaşıp büyüdüklerini okuyucuya hissettiriyorlar. Kitabın başından itibaren onlarla beraber umutlandık, onlarla birlikte eğlendik, üzüldük, sevindik ve onlarla birlikte büyüdük. Tabi sadece o karakterler ile sınırlı kalmayıp birçok karakteri de sevdik, benimsedik. 

   Arka kapak yazısından da anlaşılacağı ve ikinci kitabı okuyanların hatırlayacağı üzere üç ordunun savaşı söz konusu. Bu üç ordudan birisi Yanıt ordusu yani Şifacı Coyle ile Viola’nın yandaşları, ikincisi Sorgu ordusu yani Başkan Prentiss ve Todd ve üçüncü ordu ise Feza ve topraklarından oluşan Mankların ordusu. Kitap bu üç gurubun çatışmalarını, yıkımlarını, anlaşmalarını, yok edişlerini, yok edilişlerini konu ediniyor. Aynı olayların üç grubun gözünden de anlatılması, bu olayların her üç gruptada oluşturduğu etkilerin ve hislerin aktarılması gerçekten başarılı bir anlatım tekniği olmuş. Savaştan ve savaşın insanları nasıl canavarlaştırdığından bahseden kitabın adı da gerçekten mantıklı bir temele dayandırılmış.

   Yazarın kurgulama tarzında birtakım orjinallikler çoğu zaman göze çarpıyor. Mankların kullandığı silahlar, yerleşimcilerin silahları etkileyiciydi. Bunun yanısıra özellikle Mankların “topraklar, külfet, feza, geri dönen, bana özel olan, ona özel olan, kaynak” gibi isimlendirmeler kullanması özgün bir detay olmuş bence.

   Üsluba gelecek olursak; oldukça akıcı bir üsluba sahip. İlk kitaplardaki gibi geliyom, yapıyom gibi yeral ağız bu kitaptada mevcut ama artık öylesine benimsedim ki asla gözüme batmıyor. İkinci kitapta olduğu gibi Viola ve Todd’un bölümleri var ve bunun yanısıra üçüncü bir karakter olan Mankın da bölüme katılması çok iyi olmuş. Bir yandan Viola sayesinde Yanıt örgütlenmesinin neler yaşadığına tanık olup aynı zamanda yeni yerleşimciler hakkında bilgi edinirken öte yandan Todd sayesinde Başkan cephesinde nlere olduğunu görebiliyoruz. Son olarak da 1017’nin bölümünde Mankların dünyasında neler yaşandığına tanık oluyoruz. Herkesin bölümünün ayrı punto ve yazı stilleri ile yazılması görsellik açısından gerçekten hoş bir detay olmuş görüşündeyim. Kitap gerçekten heyecanlı ve her karakterin bölümünün sonu, her son cümle çok heyecanlı bitiyor ve bir sonraki bölüme geçmek için sabırsızlanıyorsunuz. Sonu ise etkileyici ama birazcık da buğulu sanki. Tam olarak ucu açık diyemem ama yine de tam zemine oturmadan bitirmişler. Top biz okuyuculara atılmış yani. Kitapta insanlarla ve insanlıkla ilgili verilmek istenen mesajda son derece güzel. Eğer macera dolu ve içine birazcık da fantastik ögeler serpiştirilmiş bir seri okumak istiyorsanız bence bu seriyi kaçırmayın derim. Gerçekten hoşuma giden bir seri oldu. Yazarın kurgusuna sağlık. Herkese bol kitaplı günler dilerim. :)
Puanım

25 Eylül 2016 Pazar

Büyücü (Demir Druid Günlükleri #2) - Kevin Hearne | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: Hexed
Seri: The Iron Druid Chronicles #2
Önceki Kitap: Takipçi
Sonraki Kitap: Çekiççi
Yayınevi: Artemis Yayınları
Sayfa Sayısı: 390
Baskı Yılı: 2013
Goodreads Puanı: 3.22  (39,903 Oy)


Arka Kapak Yazısı

  Druidler'in sonuncusu Atticus O'Sullivan cadılardan pek hazzetmiyor. Ancak günümüz Arizona'sı beklenmedik bir şekilde bir cadı meclisi tarafından istila edilince, Atticus da onlarla bir ateşkes anlaşması imzalamak zorunda kalıyor. Üstelik yeni kızlar sıradan kötüler değil, onlar II. Dünya Savaşı'nda Almanlar'ın yanında yer almış, bulaşmak istemeyeceğiniz tipler.

  Düşmüş bir melek, bölgedeki liselerde okuyan gençlerden besleniyor, Baküsçüler'den oluşan ölümcül bir sürü, Vegas'tan kalkıp geliyor, tehlikeli ve seksi Kelt ateş tanrıçası, Atticus'un dikkatini çekmeye çalışıyor. Gündemi epey yoğun olan Atticus, cadı avını hangi araya sıkıştıracağını bilemiyor. Ancak sihirli kılıcının, komşusunun roketatarının ve vampir avukatının yardımıyla, Atticus şehri temizlemeye ve cadılara, yanlış Druid'i büyülemeye çalıştıklarını göstermeye hazır.

Yorum

  Serinin ilk kitabı Takipçi'yi sevince seriye devam etme kararı almış ancak bir türlü zaman bulamamıştım. Bu aralar da bu seriyi okumayı yeniden isteyince araya sıkıştırdım.

  Demir Druid Günlükleri genel olarak temposu yüksek, oku-geç tarzında yazılmış fantastik bir seri. Kelt mitolojisi ile yakından ilgili olsa da seri tüm mitoloji-efsaneleri içinde barındırıyor. İlk kitapta bu özelliği pek belirgin olmasa da bu kitapta baya ortaya çıkmıştı. Cadılar, vampirler, kurtadamlar, Kabala büyüsü, her mitolojiye ait tanrılar... Anlayacağınız aklınıza gelebilecek her türlü fantastik öge kitapta yer alıyor.

  Büyücü'nün konusu çok net değil, yazar bir kaç farklı konuyu aynı kitapta işledi. Aslında bu durumdan çok hoşlanmadım, kitabı okurken iyi bir senaryoya sahip olmayan aksiyon oyunu oynuyor gibi hissettim. Başkarakter Atticus'un karşısına sürekli bir düşman çıkıyor ve bunlarla savaşıyordu, level atlamasını da bekledim ama olmadı. Ve bu kitapta çok fazla cadı vardı, kitaba bir cadı giriyor diğeri çıkıyordu, kendimi cadılar geçidinde falan gibi hissettim. Zayıf kurgusu ve belirsiz konusu dışında okuması oldukça keyifli ve rahattı, sayfalar sıkmadan ve zevkle aktı. Serinin bu yönünü seviyorum, mizahi dili ve akıcı yapısı sayesinde iyi zaman geçirmenizi sağlıyor.

  Atticus'la ilgili küçük bir nokta oldukça canımı sıkıyor, kendisi 2000 yaşında ancak onda yılların olgunluğunu pek bulamıyorum, bazen yeni ergenler gibi davranıyor. Özellikle de kızların yanında (burada gözlerimi devirmekten kendimi alamıyorum). 2000 yılı bilgi birikimi yaparak geçirmiş ancak kişiliği tamamen es geçmiş gibi.

  İyi zaman geçirmek istiyorsanız ve fantastik öglerin boolca bulunduğu bir seri okumak istiyorsanız Demir Druid Günlükleri'ni size göre. Yalnız baştan belirtmeliyim ki serinin çok güçlü bir kurgusu ve hikayesi yok, anlık olaylarla gelişen eğlenceli bir tarzı var. Kafa dağıtmalık bir şeyler arıyorsanız bu seriye bir göz atın derim. İyi okumalar. :)

Puanım



  

22 Eylül 2016 Perşembe

Okuma Maratonu #1 | Maraton Sonu


  Herkese Merhaba! :)) Geçenlerde Fatma Başar'ın düzenlediği okuma maratonuna katıldığımdan buradaki yazımda bahsetmiştim.  Maraton bitti ve ben hedefimi tamamlayabildim ve bundan dolayı mutluyum. :)
 
  On kitap belirlemiştim ve son bir hamleyle on bir kitapla tamamladı maratonu.

  1. Unutuluş - Jennifer L. Armentrout
  2. Erebos - Ursula Poznanski
  3. Hannibal - Thomas Harris
  4. Ölüm Defteri 2 - Tsugumi Ooba✔
  5. Ölüm Defteri - Tsugumi Ooba✔
  6. Ölüm Defteri 4 - Tsugumi Ooba✔
  7. Ölüm Defteri 5 - Tsugumi Ooba✔
  8. Ölüm Defteri 6 - Tsugumi Ooba✔
  9. Süleyman'ın Anahtarı - 
  10. Bonus: Ölüm Defteri 7 - Tsugumi Ooba✔

  Şu yirmi günlük süreç benim için iyi oldu, güzel kitaplar okudum ve fazladan bir tane de okuyabilince sevindim. 

  Kitaplarla ilgili ayrıntılı yoruma ulaşmak için üzerine tıklayabilirsiniz. Ölüm Defteri ile ile ilgili yorumları henüz bloga girmedim, seri bitince toplu olarak bir yazı yazmayı düşünüyorum. 

  Herkese bol kitaplı günler dilerim. :)

19 Eylül 2016 Pazartesi

Yalnızlık Avutmaz - José Martí | Kitap Yorumu

talihsiz dostluk
Orijinal Adı: Lucia Jerez (Amistad Funesta)
Seri: Yok
Yayınevi: Zeplin Kitap
Sayfa Sayısı: 134
Baskı Yılı: 2014
Goodreads Puanı: 3. 41  (44 Oy)

Arka Kapak Yazısı

Küba bağımsızlık mücadelesinin ozanı JoséMartí'nin ilk ve tek romanı Yalnızlık Avutmaz'da iliklerinekadar hayata saplanmış, kendi dünyalarının anaforunda dönenip duran üç arkadaşın kimi zaman trajik,kimi zaman trajikomik yaşamlarıanlatılıyor. Şiirselbir anlatımın yoğun olduğu romanda Martí, kendi yazındilinin sınır uçlarına seyahate çağırıyor okurlarını.

İnsanlardaki büyüklük sevdası, mutlaka göğsününbir köşesinde uykulu bir bekçi gibi bekliyordur.
Nasıl şampanyaya kokusunu veren şey her şişeye üçdamla konan o gizli maddeyse, büyüklük sevdası da her ruhun derinliklerinde mutlaka bir köşede duruyordur.O bekçi asla uyanmayacakmış gibi uyur, hatta bazı ruhlarda gerçekten hiçbir zaman uyanmaz.

Yorum

 Yalnızlık Avutmaz, nam-ı diğer Talihsiz Dostluk, José Martí'nin ilk ve tek romanı. Yazar Amistad Funesta ismiyle yazmış ancak şuan Lucia Jerez adı ile basılmaktadır. Türkiye'de de Aylak Adam yayınevi kitabı orijinal adına sadık olarak Talihsiz Dostluk olarak basarken, Zeplin Kitap Yalnızlık Avutmaz adı ile basıyor. Zeplin Kitap neden böyle bir şey yapma gereği duymuş anlamadım, keşke gerçek adına sadık kalsalardı, bu ismin kitabın içeriğine uyduğunu söyleyemeyeceğim.

  Adındaki sorunu geçersek, Yalnızlık Avutmaz, 19. yy'ın Küba'sını anlatıyor. Yazar üç arkadaşın öyküsünü, şiirsel ve kendine özgü bir dille okura sunuyor. Kitap tek bir konuyu ve kişiyi ele almıyor, o zamanların İspanyol Amerikasını, buradaki insanların yurt özlemini, Amerika'nın baskısı altındaki yaşamlarını, insanların kıskançlık, aşk, merhamet gibi duygularını ele alıyor ve romanına ilmek ilmek işliyor.

  Bu kitabı okurken mükemmel bir kurgu, dil ya da öykü bulmayacaksınız, yazar da bunu amaçlamamış anladığım kadarıyla. Yazarın dilinde biraz acemilik ve bolca şairanelik hissediyorsunuz (ki yazar zaten bir şair) ve yazar biraz daldan dala atlayarak sunuyor size kitabı. Okurken satır aralarına dikkat edilmesi gereken bir kitap bu, satır aralarında çok fazla şey buluyorsunuz, yazar insanı çok güzel irdeliyor ve size satır aralarında sunuyor. Aynı şekilde İspanyol Amerika'sını, Güney Amerika'da ki İspanyol yaşamını da size sunuyor ve dikkatli olursanız buralardan çok fazla şey gözlemleme şansınız oluyor.


José Martí

  Yazardan da biraz bahsetmek istiyorum, yazar siyasi bir devrimci, bir şair, bir yazarmış.. Küba'nın bağımsızlık mücadelesi için savaşmış. ABD'ye bağlanmasına engel olmak istemiş ve 42 yaşında vurularak öldürülmüş. Yazarın bir şiiri hoşuma gitti, sizinle de paylaşmak istedim.


Aynı yalınlıkla ölmek isterim
Kırda bir çiçek gibi, sakin, gösterişsiz.
Mum yerine yıldızlar parlasın üstümde
Yeryüzü uzansın altımda sessiz. 
 
Ben aydınlık ve özgürlük delisiyim
Varsın hainleri gizlesinler soğuk bir taş altında
Dürüstçe yaşadım ben, karşılığında
Yüzüm doğan güneşe dönük öleceğim.

  Yalnızlık Avutmaz, çok etkilenerek ya da diline kapılarak okuyacağınız bir roman değil, eğer kulak kabartır ve yazarı dinlemek isterseniz bu kitabın size anlatmak isteyeceği önemli şeyler var. Okumak sizin kararınız ancak okurken okudum geçtim şeklinde okumayın derim. İyi okumalar. :))

Alıntılar

Ne de olsa aydınlık, insan ruhunun daima ihtiyaç duyduğu bir şeydir ve ne zaman yerini karanlığa bıraksa o zaman başlar insanın kederi. 
Gözlerindeki çaresiz bakış, bir mezarın güneş ışığıyla aydınlanması gibi, sadece büyük bir iyilik yaparken ya da önemli bir hedef uğruna çalışırken değişiyordu. 
İnsan için gurbetteyken vatanından gelen taş parçası dahi kıymetlidir. 
O kendinden çok başkalarını düşünür. Kurban etmeyi değil ancak kurban olmayı bilir.

Puanım



17 Eylül 2016 Cumartesi

Süleyman'ın Anahtarı (Tomás Noronha #7) - José Rodrigues Dos Santos | Kitap Yorumu


Orijinal Adı: A Chave de Salomão
Seri: Tomás Noronha #7
Önceki Kitap: *Türkiye'de basılmamış
Yayınevi: Pegasus Yayınları
Sayfa Sayısı: 496
Baskı Yılı: 2015
Goodreads Puanı: 3.49  (679 Oy)

Arka Kapak Yazısı

İsviçre, Cern… Tanrı Parçacığı'nı arayan bilim adamları, CIA'in Bilim ve Teknoloji Müdürü Frank Bellamy'nin cansız bedenini bulurlar. Cesedin elinde, anahtarın Tomás Noronha olduğunu söyleyen bir not vardır. Portekiz, Lizbon Yeni Üniversitesi… Tarihçi Noronha artık CIA'in bir numaralı hedefidir. Dünyanın en güçlü istihbarat teşkilatının kendisini öldürmek istediğini anlayan Tomás Noronha eğer hayatta kalmak istiyorsa Frank Bellamy'nin ölümünün ardındaki gizemi çözüp masumiyetini kanıtlamalı ve çok gizli bir proje olan Kuantum Gözü'nün yerini bulmalıdır.

Bu doludizgin arayışta başta Einstein ile onun karşıtları olmak üzere yirminci yüzyılın bütün büyük fizikçileri bir araya gelecek ve Tomás Noronha'ya zihin, madde ve varoluşun gizemi arasındaki şaşırtıcı bağlantıları ortaya çıkarmasında yardım edecektir.

Ruh var mıdır? Ölümden sonra hayat var mıdır? Gerçeklik nedir?
Tanrı'nın Formülü'nde Tanrı'nın varlığına dair bilimsel ispatların peşinde olan José Rodrigues dos Santos bu devam romanında da gerçeklik, evren ve bilinç üzerinden kuantum fiziğinin en derinlerine dalmaktan çekinmiyor.

Yorum

  Fizik, bol bol fizik, daha da fizik. Hemde bir tarihçinin anlatımıyla.
  Süleyman'ın Anahtarı, fizikle ilgili bari teorileri ve kurguyu harmanlayan bir roman. Yazar kitabı yazarken içine bol bol fizik katmış, kitabın %60 salt fizik desem az söylemiş olurum, yani anlayacağınız kitap hep fizik. Bazen fiziksel açıklamalar dışında bir şeyler okuyunca şaşırıyor ve gerçekliğe dönmekte zorlanıyordum.

  CERN'de ölü bulunan Bellamy, CSI'de üst düzey yetkili bir bilim insanıdır. Cesedinde Tomás Noronha'nın adının yazılı olduğu bir kağıt bulununca yetkililer Tomás'tan şüphelenirler. Bellamy ölürken ardında bir çok gizem bırakmıştır ve tüm bunların anahtarı Tomás'tır. Tomás gerçeğin peşine düşer ancak onun peşinde de CSI ajanları vardır.

  Kitap çok fazla klişeye ev sahipliği yapıyordu, (sıradan insanların eğitimli ajanları atlatması ya da baş karakterlerin ölmemesi ama yan karakterlerin kim olursa olsun bir anda öldürülebilmesi gibi), konusu ve kurgusunu türün diğer kitaplarından ayıran pek bir özellik yoktu. Hatta ilk baş size Dan Brown'ın bir alt versiyonu gibi gelebilir ki bazı yönlerden bende öyle hissettim. Kitabı bir çok kitaptan ayıran yön fizikti, kitapta çok fazla yer kaplıyor ve kuantum fiziği ile ilgili oldukça fazla bilgi barındırıyor. Buraya kadar her şey normal, ancak benim anlamadığım fizikle ilgili olan bu bilgileri bir tarihçinin vermesi. Tarihçi! Evet Tomás karakterinin tarihçi mi fizik profesörü mü olduğunu sorgulayıp durdum kitap boyunca. Tamam tarihçilerde fizik bilebilir ama buradaki sanki biraz fazla olmuştu, bana saçma geldi. Ve kitapta bolca zaman kayması vardı, yazar zamanı çok iyi hesaplayamamıştı, on dakika da sayfalarca konuşan karakterler bazen sadece iki cümle için dakikalar harcadı, yazar keşke bunlara dikkat etmiş olsaydı.

Kitaptaki Süleyman'ın Anahtarı


 Kitabın fizikle ilgili olan yönünü ise sıkıcı bulmadım, bir çoğu aşina olduğum bilgilerdi ve yazar da anlaşılır bir biçimde sunduğu için o sayfaları sıkılmadan okudum. Yalnız bazen bu bilgileri okurken gülesim geliyordu, bir çok bilgi veriliyor veriliyor tam esas noktaya ulaşacakken 'orası hala gizemini koruyor' ibaresiyle karşılaşıyorsunuz, bu yazarın suçu değil tabii ki sadece kuantum fiziği henüz yazarında Feynman'dan alıntıladığı gibi henüz anlaşılmaz bir nitelikte;
"Sanırım kendimden emin bir şekilde, hiç kimsenin kuantum fiziğinden anlamadığını iddia edebilirim. "

  Konusu ve kurgusu bakımından basit olsa da fiziki yönü ile farklı ola bu kitabı ben ne çok mükemmel buldum ne de kötü. Güzel yönleri olsa da kurgu açısından oldukça basit ve klişelere sığınılmış bir tarzı vardı. Yine de fizik sizi sıkmayacaksa oldukça rahat bir şekilde okuyabileceğiniz güzel bir kitap, ancak dikkat edin abartıldığı kadar güzel ve farklı bir kitap değil. İyi Okumalar. :))

Alıntılar

Gerçeklik, olduğunu düşündüğümüz veya olmasını istediğimiz şey değil, olan şeydir. 
Kuantum dalgalanmasında parçacıkların ortaya çıkmasına yol açan şeyi bilmiyor olmamız, bunun bir sebebi olmadığı anlamına gelmez. Sebep var fakat biz bilmiyoruz.

Puanım


Sakkara'nın Kumları - Glenn Meade | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: The Sands Of Sakkara 
Seri: Yok
Yayınevi: Kırmızı Kedi Yayınevi
Sayfa Sayısı: 580
Baskı Yılı: 2014
Goodreads Puanı: 4.03  (629 Oy)


Arka Kapak Yazısı
    Kasım 1943. İkinci Dünya Savaşı'nın bütün hızıyla sürdüğü günler. Adolf Hitler, görülmemiş cüretkârlıkta bir görev verir adamlarına: Müttefiklerin Avrupa'yı istilası konulu gizli bir konferans için Kahire'ye gidecek olan Amerikan Başkanı Franklin D. Roosevelt ile İngiltere Başbakanı Winston Churchill'in öldürülmesi; çünkü böyle bir istila gerçekleşirse Almanya bir anda yenilgiye uğrayacaktır. Hitler'in verdiği bu tehlikeli görevi yerine getirebilecek tek bir kişi vardır: Binbaşı Johann Halder, Almanların gizli istihbarat örgütü Abwehr'in en parlak, en gözü pek adamlarından biri. Yanında uzmanlardan oluşan bir ekip ve genç ve güzel Mısırbilimci Rachel Stern'le birlikte yola çıkan Halder, Kahire'ye giderken amansız bir çölde zamana karşı yarışmak zorundadır. Ya verilen görevi başarıyla yerine getirecek ya da hem kendi hayatını kaybedecek hem de oğlu ölebilecektir. Bu planı öğrenen Amerikan gizli istihbarat örgütü en iyi elemanlarından biri olan Yarbay Harry Weaver'ı, Halder'i ve ekibini avlayıp yok etmekle görevlendirir. Ancak hem Weaver hem de Halder ve Rachel Stern için söz konusu olan sadece savaşın dengesi ve Müttefik liderlerin hayatları değildir, ölüme kadar giden çılgınca bir yarışta sınanan aşk ve arkadaşlıktır da.


Yorum
   Merhaba sevgili kitap severler! Yine bir Glenn Meade kitabı ile karşınızdayım. Aylar önce Şeytanın Müridini yorumlarken yazarın yazış tarzını beğendiğimi ve bunun için de diğer kitaplarını okumak istediğimi belirtmiştim. Burada kastettiğim Sakkara'nın Kumları değildi, yazarın daha övülen kitapları vardı ancak kütüphanede kitap bakınırken bu esere denk gelince alıp okumadan edemedim. Bir Şeytanın Müridi kadar beğenmesemde güzel bir kitap daha okumuş oldum.

   Öncelikle kitabın genel konusundan bahsetmek istiyorum. Ajanlık, komplolar, suikastler, intikam hikayeleri, koşuşturmaca severler için önerebileceğim bir kitap. Kitap arka kapak yazısından da anlaşılacağı üzere hepimizin tarihten aşina olduğu insanlar olan Churchill ve Roosevelt'e suikast girişiminde bulunmak isteyen bir suikast ekibinden ve bunların hayatlarındaki dönüm noktalarından söz ediliyor. Kitap İkinci Dünya Savaşı dönemine ışık tutuyor. Yazarın notunda da belirttiği gibi birçoğu o dönemdeki kişilerden ve kuvvetli kaynaklardan edinilen bilgiler ile yazılmış romanda zaten bazı şeylerin tarihi yansıtması açısından eğitici ve öğretici yanı da var Sakkara'nın Kumları'nın. Eser bir suikasti ve siyasi olayları, savaşları konu edindiğinden askeri yönü  ağır basıyor. Baş karakterlerimizin çoğunun da bir askerlik ve istihbarat geçmişi var zaten. Kitapta bir yandan savaş ve koşuşturmaca hakimken öte yandan Harry Weaver, Rachel Stern ve Jack Halder'in ilk karşılaşması ve onları yıllar sonra bir araya getiren dönüm  noktaları, ayrılmaz bağları kitapta konu edinilmiş. 

   İlk olarak günümüzü anlatarak başlayan kitap daha sonra geçmişe yolculuk yaparak kitabın başında gizemli kalan detayları ortaya çıkaracak olayları konu ediniyor. Bu ileriyi gösterip "Bu noktaya nasıl gelindi" şeklinde ilerleyen kitaplarda merak unsurunu perçinlediği için sevdiğim bir özellik. 

   Kitapta olumsuz anlamda eleştirebileceğim bazı noktalar vardı. En başta kitapta birçok karakterin hikayesinin intikam üzerine kurulu olması hem çok klişe olmuş hem de kurguyu biraz yormuş diye düşünüyorum. Öte yandan kitaptaki komplo teorisinde bazı planlar öyle pratik gerçekleştirilip, karakterlerin başına gelen sorunlar öyle kolay çözüme kavuşturulmuştu ki gerçeklikten uzaklaştığı ve aşırılaştığı yerler oldu. Bazı tesadüflerin de bir araya gelerek her şeyi kolayca ortaya çıkarması kitabı basitleştirmiş diye düşünüyorum. Eleştirebileceğim diğer gözüme batan nokta karakterlerin iç dünyasının çok üstünkörü anlatılıp, gerçek duygularını bir türlü hissedemeyişimdi. Kitapta aşk ve arkadaşlık gerçekten çok yüzeysel ve donuk anlatılmıştı. Birde savaş dönemi anlatıldığı için birazda savaş döneminde insanların ne hale düştüklerinden ve savaşın meydana getirdiği yıkımlardan daha fazla bahsedilmesi hoşuma giderdi. Kitap 20 sayfa daha uzun olsaydı ama bu önemli detay göz ardı edilmeseydi gerçekten güzel olurdu. Son olarak kitapta bazı şeyler hala soru işareti olarak kalmış oldu. Yazar aceleye getirip kitabı sonlandırmış da bazı gizemli noktaları okuyucuya aktarmayı unutmuş gibi düşündüm. Örneğin; bu suikastin kaybetme eşiğine gelmiş olan bir devleti nasıl kurtaracağı kitapta net değildi. Bu suikastin gerçekten makul bir sebebi mi vardı yoksa bir devlet adamının takıntısı haline mi gelmişti de gerçekleşmişti, net şekilde ortaya konmamıştı.

   Ara vererek okuyunca kitap hoş olmayabiliyor. Çok fazla karakter ve hikayeleri olduğu için karakterleri unutabiliyorsunuz ve hikayeyi takip etmeniz zorlaşıyor. Bayram araya girip ziyaretlere gitmek, misafirler derken kitabı bir süre aksattığım için kitap başlarda sıkıcı ilerledi hatta kitabı bırakacaktım neredeyse ama bu söylediklerim romanın kesinlikle kötü olduğunu göstermez. 

   Üslubu gayet anlaşılırdı ve kitap üçüncü ağızdan anlatılmıştı. Duygu tahlillerine pek yer verilmeyip ağırlık mekan tasvirlerine ayrılmıştı. Uzun olsa da macera dolu yerleri olduğundan çabucak okunulup bitirilebilecek bir kitap. Ben özellikle Adolf Hitler ismini duyunca kitaba büyük bir heyecanla başladım. Hitler ilgimi çeken bir adam çünkü. Kitapta pek yer almasa da yine de onu okumak bir zevkti. Kitap genel olarak 3 puanlık ama sonunda arkadaşlık duygusu açısından 5 puan diyebilirim. Sonunda ortaya çıkan bazı gizemler sizi şaşırtıyor ve en son sayfada gerçekten duygulandırıcı bir yer vardı. Kitabı sevdim. Tarihi, savaşları, macerayı, ajanlığı, suikastleri sevenler için tavsiye edebileceğim bir kitap. Herkese bol kitaplı günler :)

Alıntılar
Ne yazık ki kitapta kayda değer bir alıntı bulamadım. Bu yüzden bu bölümü boş bırakmak zorundayım. :(


Puanım

16 Eylül 2016 Cuma

Çekiliş Sonucu


  Merhaba sevgili kitapseverler! Birinci yılımıza ithafen yaptığımız yaptığımız iki haftalık çekilişimizin sonuna geldik. Çekilişe katılan, duyuran ve bizi takip eden herkese teşekkür ediyoruz. Gönül isterdi ki katılanların her birine kitap hediye edebilelim ama bu ilk çekilişimizdi ve bizde acemiydik. İlerleyen zamanlarda daha büyük çekilişler yapmayı umuyoruz.

  Çekilişi elimizden geldiğince adil bir şekilde yapmaya çalıştık, eğer bir hatamız olduysa kusura bakmayın. Bir daha ki sefere tekrarlanmaması için dikkatli olacağız.

  Gelelim çekiliş sonucuna. Akıllarda soru işareti kalmaması için video haline getirdik. Buradan izleyebilirsiniz.




  Çekiliş kazananı: Elif Karakoç
  Yedek: Beyaz Atlı

  Elif Karakoç'u tebrik ediyoruz, katılan herkese çok teşekkür ediyoruz. Umarım bir sonraki çekilişte şans sizin yüzünüze güler. Herkese bol kitaplı günler. :))

12 Eylül 2016 Pazartesi

Okuma Maratonu - Bugüne Kadar Neler Okudum?




  Herkese hayırlı bayramlar. :) Umarım hepinizin bayramı güzel geçiyordur ve geçer. :))
 Geçenlerde Okuma Maratonu'na katıldığımı duyurmuştum, geç katıldığım için ve pek zaman bulamadığım için ara raporlar veremedim, bugün biraz vakit bulunca hemen bir rapor yazmak istedim. :))

  On kitap belirlemiştim ve altısı bitti bile. 3 roman ve 3 çizgi roman okudum bugüne kadar. Bunlardan bahsedecek olursam;


1.Unutuluş

  Lux serisini bir kaç yıl önce okumuş ve sevmiş biri olarak bu ara kitabı kaçırmamak istedim, ilk kitabın Daemon'un ağzından anlatımı olsa da seriyi tekrar hatırlamak benim için güzel oldu. Genç yetişkin-fantastik kitaplardan hoşlanıyorsanız Lux serisine bakın derim.
Ayrıntılı yorum için buraya tıklayın.


2. Erebos

  Sanal oyun bağımlılığını iyi bir kurgu ve dille işleyen Erebos oldukça güzel bir kitaptı. Sanal zeka, oyun bağımlılığı ve sonuçları gibi konuların etrafında dönen kitabı ben oldukça severek okudum, beklediğimden de iyi çıktı. Eğer tür ilginizi çekiyorsa mutlaka bakın derim.
Ayrıntılı yorum için buraya tıklayın.



3.Hannibal

  Hannibal Lecter polisiye-gerilim türü içinde oldukça güzel bir seri, bu kitabın da ilk 430 sayfasını çok sevdim hatta bayıldım ancak son sayfalarında hayal kırıklığı yaşadım. Belki kişisel bir durumdur bu bilemiyorum, sonu biraz bakış açınıza göre değerlendireceğiniz şekilde yazılmıştı bence. Bu türü sevenler seriyi okuduklarına pişman olmayacaktır, bir göz atın derim. :)
Ayrıntılı yorum için buraya tıklayın.


4.Ölüm Defteri 2-3-4

  Ölüm Defteri okuduğum ilk manga oldu ve çok sevdim, öyle olunca seriye hızla devam ettim. Sadece ilk manganın yorumunu bloga ekledim, serinin tamamını okuyup bitirdikten sonra seri yorumu olarak girmeyi düşünüyorum.
  2,3 ve 4'üncü mangayı da çok sevdim, olaylar bambaşka boyutlara taşındı. Yeni karakterler eklendi ve akıl oyunları son hız devam ediyor. Ölüm Defteri'ni ben çok sevdim, zekice bir kurgu arıyorsanız Ölüm Defteri'ne göz atmalısınız. :)
  Ölüm Defteri 1 yorumum için buraya tıklayın. 

  Şimdilik okuduklarım bunlar ve okuduklarımı sevdim, hepsi güzellerdi. Araya bayram girdi, ne kadar kitap okuyabilirim bilmiyorum ancak maratonu başarıyla tamamlamak istiyorum. 

  Sevgi ve sağlıcakla kalın, huzurlu bir bayram geçirmeniz dileğiyle. İyi okumalar. :))


11 Eylül 2016 Pazar

Hannibal (Hannibal Lecer #3) - Thomas Harris | Kitap Yorumu

thomas harris
Orijinal Adı: Hannibal
Seri: Hannibal Lecer #3
Önceki Kitap: Kuzuların Sessizliği
Sonraki Kitap: Hannibal Doğuyor
Yayınevi: Nemesis Kitap
Sayfa Sayısı: 472
Baskı Yılı: 2014
Goodreads Puanı: 3.69  (57,367 Oy)


Yorum


  Hannibal Lecter benim en sevdiğim polisiye-gerilim serilerinden biridir. Gerek karakterleri gerek tarzıyla kendine bu tür içinde ayrı bir yer açan seri, farkını ilk kitabı okumaya başladığınızda hissediyorsunuz. Tamam bu seri türde çığır açacak kadar farklı değil belki ama Hannibal Lecter bu türdeki karakterler arasında çığır açma gücüne sahip bir karakter.


Hannibal'ın yemeyi-öldürmeyi tercih ettiği insanlar hakkında kurduğu cümle


  Lafı neden bu kadar uzattın derseniz eğer duygularım çok karışık derim size. Seri çok güzel başladı ve ilerliyordu, özellikle geçenlerde okuduğum Kuzuların Sessizliği'ni çok beğenmiştim. Öyle olunca bu kitaptan beklentilerim vardı, aslında son sayfalara kadar gayet güzel gidiyordu, sonrasını dehşet içinde okudum. Seri hiç beklemediğim bir şekilde sonlandı, bu kitap serinin son kitabı değil ama hikayenin bittiği kitap. Bundan sonraki Hannibal Doğuyor adlı kitap Hannibal'ın gençlik yıllarını anlatıyor, yani yaşananların düzelme şansı yok artık.



  Bu kitap Kuzuların Sessizliği'nden 7 yıl sonrasını anlatıyor. Hannibal'ın peşine ilk kurbanı ve tek yaşayan kurbanı Mason Verger takılmıştır ve acımasız planları vardır. Starling ise bu planları ve Lecter'ı engelleme uğraşındadır, kimin başarılı olacağı ise tam bir muammadır. Fazla bilgi vermek istemiyorum çünkü her bilgi spoiler niteliğinde olacaktır artık, bu yüzden arka kapak yazısını da eklemedim, eğer Kuzuların Sessizliği'ni okumadıysanız arka kapak yazısını okumayın derim.
  Kitap 430'lara kadar çok güzel ve heyecanlı ilerledi, yazar gerçekten iyi bir kurguya imza atmıştı, her sayfa da dolu doluydu. Fakat 430'dan sonrası benim için kabus gibiydi, yazarın bu kısımlar tabii ki de rüyaydı demesini ve her şeyin normale dönmesini ne kadar istesem de her şey daha kötüye gitti. Hannibal karakterine biçilen bu son bana oldukça rahatsızlık verici geldi, "iyiler hep kazanır"a inanmam ama buradaki son gerçekten çok rahatsız ediciydi. Seriye devam edip bitirme isteğim de kalmadı açıkçası.

  Kitabı okurken zaman zaman bu Thomas Harris'e ait bir kitap değilmiş hissine kapıldım, dili değişikti. Yazardan mı çevirmenden mi kaynaklanıyor bilemedim ancak serinin önceki kitaplarından farklı bir havası vardı. Kitaptaki bazı bölümler İtalya'da geçiyordu, kitabın içinde çok fazla İtalyanca kelime vardı, bazılarının çevrilmemesi doğaldı ancak İtalyanca diyaloglar ve cümleler çevrilmeliydi bence. Yayınevinin bu konudaki boş vermiş tutumunu hoş bulmadım.

  Kitap güzeldi ancak sonuyla gözümden tamamen düştü, belki abartıyorum ama sonunu hiç sevmedim. Sonlara gelmeden önce 5 puanı hak edecek bu kitap derken son sayfalardan sonra 3 anca diyorum. Belki siz okur ve başka düşünürsünüz. Son 50 sayfa haricinde seri oldukça güzel ve okunası. Biraz karışık bir yorum oldu, uğradığım hayal kırıklığından olsa gerek, kusura bakmayın. İyi Okumalar, Bol Kitaplı Günler :))

Alıntılar

Neye bakılacağını bilmiyorsan göremezsin. 
Ne kadar istersen o kadar güçlü olabilirsin. 
Hepimizin bildiği ama henüz adlandıramadığımız bir duygu var: kibirli olmaya hakkın olduğunu önceden bilmek... Starling bu duyguyu Margot Verger'in yüzünde gördü. 
Hatalarımızla büyürüz. 
Ölüm ve tehlike, uzaklardan gelmek zorunda değildi. En sevdiğinizin tatlı nefesiyle de gelebilirdi... 
Oysa kararlar karmakarışık duyguların bir ürünüdür; genellikle adım adım gidilen bir şey değil, bir çırpıda sahip olunan bir şeydir.  
Beğenilerinizi geliştirmenin ilk adımı kendi beğenilerinize önem vermektir. 
Korkutucu olan ne biliyor musun Ardelia? Korkutucu olan birinin sana gerçeği söylemesi. 
Herkes biraz fazla neşeli görünüyordu. Barney gibi yıllarını hastanede geçirmiş biri, aşırı neşenin gerçek neşe olmadığını bilirdi.

Puanım


8 Eylül 2016 Perşembe

Okuma Maratonu #1 | 1 - 19 Eylül 2016


  Herkese Merhaba! Hoş bir maratona katıldım; Okuma Maratonu. Kitap Sayfaları adlı blogun sahibi Fatma Başar'ın hazırladığı bu etkinlikten biraz geç haberdar olsam da kaçırmadan katılmak istedim. 1 - 19 Eylül arası ne kadar kitap okuyabilirsek okuyacağız, gayet eğlenceli olacağa benziyor, böyle kesin bir tarih olunca insan daha çok okuyor. Umarım bu maratonu değerlendirebilirim. :)

Okuma Maratonu'nda Okumak İstediğim Kitaplar

  1. Unutuluş - Jennifer L. Armentrout
  2. Erebos - Ursula Poznanski
  3. Hannibal - Thomas Harris
  4. Ölüm Defteri 2 - Tsugumi Ooba
  5. Ölüm Defteri - Tsugumi Ooba
  6. Ölüm Defteri 4 - Tsugumi Ooba
  7. Ölüm Defteri 5 - Tsugumi Ooba✔
  8. Ölüm Defteri 6 - Tsugumi Ooba✔
  9. Süleyman'ın Anahtarı - 
Şimdilik maraton için on kitap belirledim, bunları bitirirsem maraton sona ermeden listeyi büyütebilirim tabii, umarım büyütebilirim. :)

Okuma Maratonu ile ilgili daha geniş bilgi almak için tıklayın. 

Maraton sonuna kadar kitaplarımı yetiştirebilmeyi ve herkese keyifli ve bol okumalar diliyorum. :))

6 Eylül 2016 Salı

Erebos - Ursula Poznanski | Kitap Yorumu

ursula poznanski
Orijinal Adı: Erebos
Seri: Yok
Yayınevi: Pegasus Yayınları
Sayfa Sayısı: 480
Baskı Yılı: 2011
Goodreads Puanı: 4.11  (7.442 Oy)

Arka Kapak Yazısı

Bu bir oyun,Seni izliyor,
Seninle konuşuyor,
Ödüller dağıtıyor,
Seni test ediyor,
Tehditler savuruyor,
Onun tek bir amacı var:
Seninle oyun oynamak istiyor.

Yorum

  Zaman zaman hakkında hiç bilgi sahibi olmadığım kitaplar alır ve okurum, arka kapak yazılarını bile pek okumam. Kitap benim için tamamen sürpriz olsun isterim ve Erebos'ta bu kitaplardan biri, sadece alıp okumak istedim ve iyi ki de okumuşum.

  Erebos, bir oyunun adı. Bir bilgisayar oyunu ve bazı kuralları var. Oynayanlar oyundan bahsedemiyor, oyunu oynamak için oyunun verdiği görevleri yerine getirmek zorundasınız ve bu görevler gerçek hayattan görevler de olabilir. Nick ve okulundaki diğer çocuklar bu oyunu oynamaya başlıyor ve gerçek hayatla sanal hayat birbirine karışmaya başlıyor. Erebos'un yani oyunun gerçek hayatta bir amacı var ve Nick bu amacın peşine düşüyor.


Kitap Ursula Poznanski'ye bir kaç ödül de kazandırmış


  Kitap Ursula Poznanski'nin kaleminden çıkmış, kitabın kapağında U. Poznanski yazdığı için yazarın kadın olduğunu bilmeden okudum ve kitap bana erkeksi geldi, yani bir erkek yazarın kaleminden çıkmış gibi. Sonra yazarın kadın olduğunu öğrenince şaşırdım ve tebrik ettim, daha önce bu türde bu kadar başarılı bir kadın yazar okumamıştım. Yazarın kalemini de çok sevdim tabii, gerçekten başarılı ve iyiydi.

  Kitabı okurken içimde sürekli bilgisayar oyunu oynama isteği meydana geldi ancak bu isteğe karşı çıktım, çünkü başlarsam duramayacağımı biliyorum aynı kitaptaki karakterler gibi. Geçenlerde bir bilgisayar oyununa fena bağımlı olmuş ve oyunu yarıda bırakarak oyundan zor kurtulmuştum, yeniden aynı şeyi yaşamak istemiyorum. :D

  Kitapta yazar oyun bağımlılığını çok güzel işlemişti, oyunu oynamaya başlayanların oyuna olan tutkusu, başından kalkamamaları, hayatlarında büyük bir yer kaplamaya başlaması.. Ve oyunda başarılı olmak için gerçek hayatta bir çok şeyi göze almaları.. Yazar güzel bir konu seçmiş ve bunu başarılı bir şekilde işlemiş, karakterler de öyle. Her karakter gayet iyi yazılmıştı ve ben en çok Victor'ı sevdim.

  Kitabın dili akıcı ancak kitabın ortalarında kitap biraz durağanlaşıyor, o bölümlerde biraz sıkılabilirsiniz. Yazar oyunda geçen bölümleri biraz uzun tutmuş ve çok fazla oyun karakteri adı vardı, bu hatırlamayı zorlaştırıyordu.

  Fazla uzattım, Erebos beklediğimden iyi ve başarılı bir kitaptı. 13-15 yaş aralığındaki karakterlerin hayatı işlense de genç-yetişkin türüyle başka bir ortak yönü yoktu, her yaşa uygun bir kitaptı bence. Yazarın dilini de sevdim, Türkiye'de çıkmış başka kitapları da varmış, onları da okumak istiyorum. Bilgisayar oyunları ve bağımlılığı çok güzel işleyen bir roman olarak Erebos'u ben çok beğendim. Umarım sizde okur ve seversiniz. İyi Okumalar. :)

Alıntılar

Bir kez karar verdikten sonra bırakmak kolay değil. 
Gelecek sayısız olasılığı içinde taşıyor ve gerçekleşmek üzere bekliyor.

Puanım


  

4 Eylül 2016 Pazar

Unutuluş (Lux #1.5) - Jennifer L. Armentrout | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: Oblivion
Seri: Lux #1.5
Önceki Kitap: Obsidiyen
Sonraki Kitap: Oniks
Yayınevi: Dex Yayınevi
Sayfa Sayısı: 416
Baskı Yılı: 2016
Goodreads Puanı: 4.46  (7,333 Oy)

Arka Kapak Yazısı

LUX serisinin efsanevi aşk hikâyesi Obsidiyen'i, bir de büyüleyici kahramanı Daemon Black'ten dinleyin!

Katy Swartz'ın yan eve taşındığını öğrendiğim an, belanın geldiğini anladım. Dünya denen bu yerde, bela en son istediğim şey. Halkım buraya 13 milyar ışık yılı uzaktaki Lux gezegeninden geldi ve bildiğim tek şey varsa, o da insanlara güvenilmeyeceğidir.

Ama Kat'in çekiciliğine karşı koyamadım… Onu sevmekten ya da korumak için özel güçlerimi kullanmaktan kendimi alamadım. Türümüzün en güçlüsü benim, yine de bu kız karşısında zayıf düşüyorum. Ahh bu basit, insan kız...

O bizim sonumuzu getirebilir. Çünkü onu kurtarmaya çalışırken bıraktığım iz, yeteneklerimizi çalmak isteyen can düşmanlarımızı çağırıyor: Arumları. Katy'ye âşık olmak, sadece onu tehlikeye atmadı. Bu, hepimizin ölümü demek... Ama ben buna asla izin vermem.

Yorum

  Lux, genç yetişkin-fantastik serilerde benim için yeri ayrı olan bir seri, iki buçuk yıl önce okuduğumda seriyi ve karakterleri sevmiştim. Unutluş'un çıktığını bilmiyordum ama e-kitap olarak görünce okuyup seriyi bir anımsamak istedim. :)

  Öncelikle bilmeyenler için Lux serisinden bahsedeyim, paranormal fantastik bir seri ve içinde bol miktarda uzaylı var ve merak etmeyin yeşil ve çirkin değiller, insan formundalar ve Daemon gibi bazıları da oldukça yakışıklı. Seri toplam beş kitaptan oluşuyor ve sonradan yazar bir kaç ara kitap ekledi Unutuluş'ta bunlardan biri. Seri insan olan Kat'in uzaylı Daemon'la tanışması ve beraber büyük olaylar içine çekilmelerini anlatılıyor, uzaylılar ve insanlar arasında baya olay yaşanıyor ve her kitapta olaylar giderek ilginç bir hal alıyor.

  Serinin en sevdiğim yanlarından biri karakterleriydi, karakterler arasındaki tatlı atışmalar ve mizahi yönü iyi diyaloglar seriyi oldukça keyifli bir hale getiriyor ve okuması oldukça keyifli. Okurken seriyi çok sevmiştim, son kitap hariç ki son kitabı beğenememiştim pek. Neyse seriyi okuduğum sıralar çok sevmiştim, Unutuluş serinin çizgisini bozmuyordu ancak eskisi kadar keyif alamadım, sanırım büyüdüm ya da kitap zevkim değişti.

  Unutuluş'ta Obsidiyen'de yaşanan olayları Daemon'un gözünden okuyoruz, aslında Obsdiyen'den pek farkı yok ama bazı bölümler ve Daemon'un hareketlerinin arkasındaki sebepleri okumak oldukça güzeldi. Okurken seriyle ilgili bir çok şeyi unuttuğumu fark ettim, okudukça bazı şeyleri hatırlasam da bir çok ayrıntı gitmişti ne yazık ki. Unutuluş sayesinde serinin atmosferini bir kez daha yaşamış oldum, bazen hoşuma gitse de bazen ergen halleri beni oldukça sinir etti. Zaten genç-yetişkin türünü pek okumamamın sebebi bu, 16-18 yaş aralığındaki ergenlerin dünyayı kurtarması ve sonsuz aşklar yaşamasını saçma buluyorum.

  Lux, bu türü sevenler ve eğlenceli zaman geçirmek isteyenler için uygun bir seri, hatta türü seviyorsanız seriyi çok sevedebilirsiniz. Kat ve Daemon eğlenceli bir çift ve bu ikiliyi okumayı seviyorum. Unutuluş ilk kitabın neredeyse aynısı olsa da seriye yakışmış bence, seriyi sevenlerin zevkle okuyacağını düşünüyorum. Herkese iyi okumalar. :)

Alıntılar

İnsanların arasında yaşıyorduk ama milyonlarca nedenden dolayı onlara yaklaşmıyorduk. 
İnsanlar asla burunlarının dibindekini görmüyor, yalnızca görmek istediklerini görüyordu. 
Ne zaman geri çekileceğini bilmek savaşı kazanmaya yardım ederdi. 
Ne dilediğine dikkat et.

Puanım

 Seriyi sevdiğim için 3.5