29 Mart 2016 Salı

Kadın Psikolojisi - Nevzat Tarhan | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: Kadın Psikolojisi
Seri: Yok
Yayınevi: Nesil Yayınları
Sayfa Sayısı: 350
Baskı Yılı: 2014


Yorum

  Kadın Psikolojisi uzun zamandır okumak istediğim, kitaplığımda bekleyen ancak bir türlü başlamadığım bir kitaptı. Zamanının gelmesini bekliyordum ve tesadüfen 8 Mart Dünya Kadınlar gününde kitabı okumaya başladım, yaklaşık üç haftada okudum, evet gerçekten uzun bir süre fakat kitabı sindirmek için yavaş yavaş ilerledim ve bazı günler hiç okuyamadım zamanım olmadığı için.

  Kitabın önsözünü okuduktan sonra "tamam, bu kitap mükemmel olacak" dedim. Nevzat Tarhan'ı çok severim ve bu kitaptaki önsözü de okuyunca kitabın çok iyi olacağını baştan anlamıştım ve düşündüğüm gibi de oldu. Önsözü çok beğendiğim için paylaşmak istedim.



Önsöz

Bu kitabı yazma fikri bir ihtiyaçtan doğdu.

Toplumda yanlış geleneksel yargılarla kadın ikinci sınıf bir varlık gibi görülürken, modernizm cinselliği kadın politikası olarak sunuyordu. Kadını toplumsal yaşamdan dışlayan geleneksel eğilim, feminist tepkiyle karşılaşınca kadın erkek savaşlarına dönüşüyordu. Bu tartışma içerisinde kadınlar, erkek egemen kültürün şekil değiştirmiş rolleri arasında kurban ediliyor, evlilikler ve çocuklar heba oluyordu. Erkek egemen anlayış üzerine kurulu geleneksel yapı kadını başlayıp annelik rolüyle sınırlarken, erkek feministler feminizmi daha çok kadınla beraber olma ve cinsel özgürlüğü çıkarlarına göre kullanma eğilimindeydiler.

Peki bu ikilem kadının psikolojik doğasına nasıl tesir ediyordu? İşte bu soruya ve kadın psikolojisiyle ilgili diğer konulara ışık tutacağına inandığımız bu kitap, iki senelik bir çalışmanın ürünü olarak sizlere ulaştı.

İddialı konuşmayı sevmediğim hâlde şunu açık yüreklilikle söyleyebilirim ki, biyo-psiko-sosyospritüel ve politik sentezi olan böyle bir eseri ne yerli ne de yabancı yayınlar arasında bulacaksınız.

Dünyanın daha yaşanabilir olmasına, kadının özgürlüğüne ve konforuna bir nebze katkım olduysa ne mutlu bana!

Ayrıca bu kitaba katkılarından dolayı Zahide Ülkü Bâkiler'e teşekkür ediyorum.

Mart-2005
Prof. Dr. Nevzat TARHAN Feneryolu-ÎSTANBUL
  Kadın Psikolojisi günümüz kadınlarını, kadınlar üzerine uygulanan yanlış politikaları, duygu, düşünce.. kısaca kadınlarla ilgili olan her şeyi ele alıyor. Tarhan bilimsel bakış açısıyla kadın-erkek ilişkileri, kadın psikolojisini, anneliği objektif bir biçimde ele almış. Kitapta değinilmesi gereken ne kadar nokta varsa değinilmiş, en azından ben bir eksik bulamadım. Karşılaştırmalı anlatım ve bilimsel deneylerle de desteklenen görüşler, kitabı daha gerçekçi kılıyor.

  Kitapta kadın erkek eşitsizliği, kadının ikinci bir tür olarak algılanması, şiddet, özgürlük, ataerkil toplum yapısının kadın üzerindeki etkileri, geçmişten günümüze dünya da kadınlar ve kadın hakları ile ilgili bir çok bilgiyle karşılaşacaksınız. Aslında kitapla ilgili söyleyebileceğim pek bir şey yok, iki kelime hariç; Mutlaka okuyun.

  Kitaptan sonra bir çok düşüncemde haklı olduğumu anladım ve bir çok düşüncem de pekişti. Kitabı gerçekten çok sevdim, ele alınan her konu çok güzel ve anlaşılır bir biçimde işlenmiş. Psikoloji ile ilgilenenlerin ya da bu konulara ilgi duyan insanların değil herkesin okuması gereken bir kitap. Beğenseniz de beğenmeseniz de size bir şeyler katacak, mükemmel bir kitap. Umarım okumuşsunuzdur yada okursunuz. İyi Okumalar :)

Alıntılar

"Yeni kadın politikaları da biyososyal modele uygun olmak zorundadır. Aksi halde gelecek kuşaklara yaşanması zor bir dünya bırakacağız."

"Modernizm bize sadece bu dünyada özgürleşmeyi ve zevk peşinde koşmayı önerdi. Bunun sonucunda özgür, ama yalnız insanlar çoğaldı." 

"TV izleyen çocuklar, büyüyünce ne olacaklarından ziyade ne alacaklarını düşünür oldular. Amaçsız, ego ideali olmayan, cinsellik ve parayla erken tanışan gençlik, insanlığı kimbilir nereye götürecek..." 

"Kaybedeni olmayan bir ilişkide ilk temel adım, karşı tarafın psikolojik ihtiyaç ve beklentilerini tanımaktır." 

"İletişimin en kötüsü, iletişimsizliktir. İletişimsizlikte hem bilgi alış verişi yoktur, hemde yalnızlık duygusu fazladır." 

"Kadının psikolojik ihtiyacı çözüm değil dinlenilmektir. Erkeğinki ise güvenmek, takdir edilmektir." 

"Menfi duygularını ifade edemeyen, hep neşeli roller oynayan kişinin güzel duyguları körelebilir." 

"Bir insan kendini tanımayı başardıkça kendisine yardım edecek, böylece başı daha dik duracak, daha güçlü ve mutlu olacaktır." 

"Feminist gündem genellikle erkeği suçlar. Fakat çoğu zaman kadınlar, erkek egemen kültüre çanak tutarak kendi hayatlarını zorlaştırırlar." 

"Geçmişle çok uğraşan insanlar beyin enerjilerini boşa harcarlar. Oysa insanoğluna verilen beyin enerjisi yaşadığı günü mutlu ve başarılı geçirmesi içindir." 

"İnsan da, eğer hayattaki hedefini çizdiyse, karşısına engel bile çıksa, pes edip vazgeçme yerine o engeli aşmayı düşünmelidir." 

"Zorluklarla mücadele eden insanlar, cins atlar gibidir. Adım atamayacak hale gelseler bile, adım atmanı bir yolunu bulur, amaçlarından soğumazlar." 

"Kin duygusu, mutluluğa zarar verir. Sevgiyi azaltır, zamanın ve enerjinin boşa harcanmasına sebep olur." 

"Her şeyi bildiğini düşünen insan da öğrenmeye kapalı olduğu için gelişemez. Hatayı kabul etme, kişiyi değersiz kılmaz, aksine daha cana yakın hale getirir. Yoksa başkalarının haksız olduğunu hissettirmek, o kişileri sizden uzaklaştırır." 

"Modern yaşam tüketimi artırmak için rekabeti teşvik etmiştir. Rekabet kıskançlığa, kıskançlık ise mutsuzluğa dönüşmüştür." 

"Aza kanaat etmeyip hep çoğu isteyen kişi, zengin de olsa yoksuldur. Gerçek zengin, elindekilerle mutlu olandır." 

"Gerçek milliyetçilik, kültürel inanç sistemine ve kültürel kimliğe sahip çıkılmasıdır. İnsanların yabancı markalar peşinde koşarak milliyetçilik iddia etmeleri gerçekçi değildir."
"Zevkçilik değil, akıl ve mantık ön planda olmalıdır. Kişi, mantığıyla davrandığında, sonradan duygularının da ona uymaya başladığını görecektir. Fakat duygularının peşinde koşan insan, küçük bir tatminsizlik karşısında başka şeylere yönelir." 

"İnsan karşısındakini, kendisini mutlu ettiği için değil, kendi olduğu için sevmelidir; ideal olan budur."

25 Mart 2016 Cuma

Yıldız Gezgini - Jack London | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: The Star Rover
Seri: Yok
Yayınevi: İş Bankası Kültür Yayınları
Sayfa Sayısı: 340
Baskı Yılı: 2014
Goodreads Puanı: 4.25  (2,325oy)

Arka Kapak Yazısı

  Bir akademisyen meslektaşını öldürerek San Quentin Hapishanesi'ne düşen eski bir profesör, burada yaşam boyu hapis cezasını çekerken maruz kaldığı korkunç işkenceden kaçmak için zihinsel taktikler geliştirir. Acı çeken bedenini terk ederek, tarihin farklı dönemlerinde, farklı coğrafyalarda geçen önceki yaşamlarına geri döndüğü yolculuklara çıkar.

  Jack London'ın korkunç San Quentin'de beş yılını geçiren arkadaşı Ed Morrell'dan esinlenerek yazdığı Yıldız Gezgini'nin anlatıcısının her bir geçmiş yaşam deneyimi, bağımsız birer öykü olarak da okunabilir. London bu en özgün yapıtında, astral seyahat ve yeniden doğuş çevrimi üzerine kafa yorar. Ancak insanlık durumunun bu dirayetli gözlemcisinin asıl derdi, ABD'nin gaddar ve çürümüş hapishane sistemini gözler önüne sermektir.


Yorum

  Martin Eden adlı kitabından sonra Jack London okumam gerektiğine iyice emin oldum çünkü kitap beni büyülemişti. (Martin Eden yorumuma buradan ulaşabilirsiniz.) Yıldız Gezgini de London kitaplarına bakarken dikkatimi çekti ve başladım.

  Kitap hapishaneye giren Profesör Darrell Standing'in hapishanede yaşadıklarını ve zihinsel gücünü kullanarak geçmiş yaşamlarına yaptığı yolculukları konu alıyor. Kitabın konusu oldukça çarpıcıydı, yazar hukuk sistemini ve cezaevlerini eleştirmek amacıyla yazdığı bu kitapta ortaya muazzam bir şey çıkarmış.

  Darrell Standing asılacağı günü bekleyen bir mahkum ve hapishanedeki hayatını yazıyor, başkarakterin ağzından yazılıyor roman ve oldukça etkileyeciydi her şey. Yazar hapishanede yaşanan korkunç olayları anlatırken bir yandan da sistemi çok güzel bir şekilde eleştiriyor.

 Standing hapishanede bazı olaylar yüzünden tecrite düşüyor ve sıkıntıdan kurtulmak için ve katlanabilmek için çareler bulmaya çalışıyor, bu sırada tecritteki başka bir mahkumun tavsiyesiyle bilincini kullanarak geçmiş yaşamlarına gitmenin yolunu bulur. Romanda Standing'in cezaevi yaşamını okurken, astral seyahatlerinde yaşadıklarını da okuyoruz. Kitapta bu yolla birbirinden bağımsız hikayeler bulunuyor, ben bu hikayelerin hepsini çok sevmedim açıkçası, geneli güzeldi ancak ben Standing'in hapishane yaşamını ve düşüncelerini okumaktan daha çok zevk aldım.

  Kitap gerçekten güzeldi, ilk başları özellikle çok sevdim ancak hikayeler arttıkça aynı tadı alamaz oldum. Yine de kitabın bir çok yeri gerçekten çok iyi idi, kitaptaki ögelerin gerçeklere dayanması ise her şeyi daha etkileyici kılıyordu. Kitaptaki şu kısım beni çok etkilemişti (bahsedilen yumruklar tecritteki mahkumlar arasındaki gizli iletişim diliydi, yumruklarla vurarak birbirleri ile konuşuyorlar.)
"Biz diri diri gömülenlerdik, yaşayan ölülerdik. Tecrit bizim mezarımızdı ve orada bir seans sırasında tıkırdayan ruhlar gibi fırsat bulduğumuzda yumruklarımızla konuşuyorduk."
  Kitap bazı yerlerinde bana Stefan Zweig'in Satranç'ını hatırlattı, özellikle Standing'in zihninden satranç oynaması bana Satranç'ı hatırlattı. Belki Zweig, London'dan etkilenmiştir kim bilir.

  Hikayelerin hepsinden çok hoşlanmasam da genel olarak çok beğendiğim bir kitap oldu. Darrell Standing unutmayacağım karakterler arasında yerini aldı. Kitapta çarpıcı bir çok yer var ve okuduğunuza pişman olmayacağınız kitaplardan biri. İyi Okumalar :)

Alıntılar

"Gündüz dediğiniz, bir parça ışıktan ibaretti, ama gecenin kopkoyu karanlığından iyiydi."
"Unutabilme yeteneği akıl sağlığı anlamına gelir."
"İnsan güçten düştükçe acıya duyarlılığı da azalıyor. Canın daha az yanıyor, çünkü can yakacak şey azalıyor."
"Yaşamı yalnızca olgusal olarak anlayabiliyoruz, ilkel insanın bir dinamoyu anladığı gibi; ama yaşamı akılla idrak edemiyor, yaşamın özünün doğasıyla ilgili hiçbir şey bilmiyoruz."
"Bir kere de mantıklı olmayı denesen. Mantıksızlığının bana bütün işkencelerine katlanmaktan daha çok acı verdiğini söylediğimde bana inanacağına güveniyorum."
"Deneyimlerimiz düşlerimizle aynı mayadandır."
"Ölüm diye bir şey yok. Yaşam ruhtur ve ruh da ölemez."

Puanım



22 Mart 2016 Salı

Hırsız (Kraliçe'nin Hırsızı #1) - Megan Whalen Turner | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: The Thief
Seri: The Queen's Thief  #1
Sonraki Kitap: Attolya Kraliçesi
Yayınevi: Kara Kedi Yayınları
Sayfa Sayısı: 255
Baskı Yılı: 2010
Goodreads Puanı: 3.92  (34,749oy)


Arka Kapak Yazısı

“Çalamayacağım Hiçbir şey Yok.”

Boşboğazlığı yüzünden kendini kralın hapishanesinde bulan Gen’in buradan kaçmak için pek bir şansı yok gibidir. Günlerini, güneş görmeyen, tek kişilik hücresinde, zincire vurulmuş halde geçirmektedir. Derken bir gün kralın danışmanı, kâhin, imkânsız görünen bir görev için onun yeteneklerine ihtiyaç duyar. Gen, kral için, başka bir ülkenin topraklarındaki, gizli bir hazineyi çalacaktır. Böylece çetin bir yolculuk başlar. Gen, onlar için sadece, bu görev için seçilmiş bir araçtır. Ama her koşulda dört ayağı üzerine düşmeyi başaran Gen’in de kendi planları ve herkesi şaşkına çevirecek sürprizleri vardır.

Yorum

  Hırsız arka kapak yazısı ve adıyla ilgimi çeken bir kitap olmuştu, bende okunacaklar listesine eklemiştim. Aradan neredeyse iki yıl geçtikten sonra okumaya yeni fırsat bulabildim. Her şeyi çalabilecek yetenekli bir hırsız ve kralın bu hırsızın üstün yeteneklerine ihtiyaç duyması, bunun sonrasında gelişecek olaylar bana çok güzel görünmüştü, arka kapak yazısına da dayanarak biraz beklentilerle okumak için seçtiğim bir kitaptı.

  Kitabı okumak beğendiğim de beklentilerim vardı ama aradan zaman geçti ve başlarken herhangi bir beklentim olmadan başladım. Öncelikle kitabın konusu ve çıkış fikrini beğendim, karakterlerde fena değildi ama konu ve karakterlerin işlenişini basit buldum. Diyaloglar, olaylar biraz basit ve sıradandı.

  Gen yani başkarakter olan hırsızı okurken aklım elimde olmadan Locke Lamora'ya gitti, Gen muziplik ve yetenekler açısından Lamora'ya benzese de onun çok gerisindeydi. Gen hafif muzip bir karakter ama yazar bunu okuyucuya hissettirmek de ne yazık ki başarılı olamamış, Gen'den hırsızlık ve zekice hamleler beklerken bunlarla neredeyse hiç karşılaşmadım, usta ve muzip bir hırsız imajı çizilmişti ama bu okuyucuya yansıtılmamıştı. Gen'den etkilenmekte zorlanmamın bir sebebi de Locke Lamora gibi bir hırsızı okumuş olmamdı, Hırsız'ı Centilmen Piç serisinden önce okusam belki daha çok severdim, eğer ikisi de okuma listenizdeyse önce Hırsız'ı okuyun derim.

  Kitabın en sevdiğim noktalarından biri kitabın dünyasına ait mitoloji oldu. Yazar ortaya güzel bir iş çıkarmış ve okurken çok hoşlandım. Kitaptaki mitoloji ve tanrılar Yunan mitolojisini anımsatsa da farklılıkları mevcut ve kitabın sonunda yazar bu benzerliklere değiniyor. Kitabın sonundaki yazar notunu çok beğendim, yazar tüm dürüstlüğüyle etkilendiği ve alıntı yaptığı yazarları, dünyada olan şeyleri açıklıyor.

  Kitap genel olarak güzel olsa da ben basit budum ve çok etkilenmedim, sonlara doğru biraz toparlasa da temposu düşüktü ve genel olarak olaysız bir kitaptı. Seriye devam etme isteği uyandırmadı bende, şu sıra zaten çok kitap okuyamıyorum bende daha çok seveceğim başka kitaplara yönelmeyi düşünüyorum, İleride belki devam ederim seriye.
  Young Adult(genç yetişkin) türünde güzel bir fantastik eser, eksikleri olsa da kötü bir kitap değil. Hatta yazar bu kitapla Newberry Honor Book ödülünü de kazanmış. Beklentiniz olmadan başlayabileceğiniz orta hali bir kitap. Serinin diğer iki kitabı Attolya Kraliçesi ve Attolya Kralı çıkmış ve okuyabilirsiniz, serinin diğer kitapları Türkçe'ye çevrilecek mi bilmiyorum. Herkese İyi Okumalar :)

Puanım


16 Mart 2016 Çarşamba

Ölülerin Fısıltısı (David Hunter #3) - Simon Beckett | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: Whispers of the Dead
Seri: David Hunter #3
Önceki Kitap: Kemiklerin Şifresi
Sonraki Kitap: Mezarların Çağrısı
Yayınevi: İthaki Yayınları
Sayfa Sayısı: 344
Baskı Yılı: 2015
Goodreads Puanı: 4.05  (4,918oy)

Arka Kapak Yazısı

  Adli antropolog Dr. David Hunter, "ceset çiftliği" olarak anılan bir araştırma merkezinde çalışmak için ABD'ye gittiğinde, kendisini bekleyen kâbustan habersizdir.

  Uzmanlarla aynı konuya "merak salan" takıntılı bir katil, kendi dehşet verici deneylerini yapmak için kurban aramaktadır.

  Tennessee'de çürümeye yüz tutmuş cesetler keşfedildikçe, Dr. Hunter da "gerçek vakalar" üzerinde çalışmak zorunda kalır.

  Korkunç cinayetler, tüyler ürperten ayrıntılar...

Yorum

  David Hunter sevdiğim polisiye serilerinden biri ve her kitapta bu seriyi neden sevdiğimi daha iyi anlıyorum. Simon Beckett kitaplarını çok iyi kurguluyor gerçekten. Seride bir polisiyeden istediğim ne varsa bulabiliyorum, gizem, gerilim ve polisiyenin bence olmazsa olmazı olan katil kim şüphesi ve onun peşindeki sonu gelmez koşturmaca.

  Ölümün Kimyası'ndan itibaren serinin en sevdiğim yönlerinden biri antropolijiyle yakından ilgisi. Antropoliji bu seriyi bir çok seriden ayıran bir özellik ve otopsileri, ölüm şekillerini okumayı seven biri olarak seriyi daha çok sevmemi sağlıyor. Diğer bir çok polisiye içinde kendi belli eden ayırt edici bir özellik.

  Ölülerin Fısıltısı,  David Hunter'ın bir süreliğine 'ölüm çiftliği' adlı tesise gitmesi ve kendini karmaşık olayların içinde bulmasını konu alıyor. Amansız bir seri katilin akıl almaz cinayetlerini konu alan kitap oldukça etkileyiciydi.

  Yazarın olayları ele alış tarzı ve kurgusunu seviyorum, gizem ve gerilimi kitabın son sayfalarına kadar orantılı bir şekilde sürdürüyor. Bu kitaptaki seri katil gayet merak uyandırıcı ve iyi yazılmış bir karakterdi, hatta insanı şaşırtabilecek biriydi.

  Kitabı okurken çok şaşırmadım ama okuması zevkliydi ve son sayfaları özellikle güzeldi. Kitabı beğendim ve seriye devam etmek istiyorum, şimdilik benim seride en sevdiğim kitap Kemiklerin Şifresi oldu.  Polisiye seven biriyseniz mutlaka bu seriye göz atın derim. İyi Okumalar :)

Alıntılar

"İnsaların anılarımızdaki gibi kalmasını bekleriz, ama tabii asla öyle olmaz."
"Zamanla insan hemen her şeye alışabiliyor."

"Başarısızlık her zaman hayal kırıcıdır, ama olaya bir bütün olarak bakmayı sürdürmen gerek.
Her zaman bir sonraki sefer vardır."

"İnsanları onları normalde gördüğümüz gibi tanımlarız, ama o durumdan çıktıklarında, başka bir sahne ve durum içine yerleştiklerinde zihnimiz ayak direr. Bir zamanlar tanıdık olan, garip ve rahatsızlık verici olur."

"Sadece bir sorun hakkında konuşmanın o sorunla baş etmenin en iyi yolu olduğuna inanmıyorum, hepsi bu."

"Karşına fırsat çıktığında kullanmak için hazır olmak zorundasın. Bunun gibi şansları heba etmeyi kaldırmazsın. Bunu herkesten daha iyi biliyorsun. 
Hayat çok kısa."

"Ne zaman birine kendimi alıştırsam diğerini hatırlıyor ve duygusal açıdan tekrar hırpalanıyordum."

"Düşüncelerimi girdikleri o hain döngüden uzaklaştıracak hiçbir şey yoktu. Ne de konuşabileceğim biri vardı."

"Şans. Şimdiye kadar pek sahip olmadığımız bir şey."

Puanım


11 Mart 2016 Cuma

Fareler ve İnsanlar - John Steinbeck | Kitap Yorumu


Orijinal Adı: Of Mice and Man
Seri: Yok
Yayınevi: Remzi Kitabevi
Sayfa Sayısı: 110
Baskı Yılı: 2003

Goodreads Puanı: 3.82 (1,315,617oy)

Arka Kapak Yazısı

  George ve iriyarı saf arkadaşı Lennie, yersiz yurtsuz kişilerdir. Dünyada sahip oldukları tek şey, aralarındaki dostluk ve kendilerine ait bir araziye sahip olma hayalidir... İki arkadaş, hayallerindeki arazi için gereken parayı biriktirmeyi planlamaktadır. Ama bir çocuğun zekâsına, aynı zamanda da korkunç bir güce sahip olan Lennie'nin başı sürekli derde girmektedir. Ve bu kez yine belaya bulaştığında, George'un çabaları arkadaşını kurtarmaya yetmeyecektir...

Yorum

  Fareler ve İnsanlar okumak için biraz geç kaldığım bir kitap oldu sanırım, okumayı hep düşündüğüm ama hiç eyleme geçmediğim bir kitaptı. En sonunda okuyayım artık dedim ve okudum. :) Kitap hem kısacık hem de kolay okunuyor, bir oturuşta büyük kısmını okudum ve az önce kalan kısmı da bitirdim ve sıcağı sıcağına yazıyorum yorumu, hislerim hala taze.

  George ve Lennie'nin hayatından kısa bir kesiti anlatan kitap her ne kadar kısa olsa da içinde çok fazla şey barındırıyor. Çiftliklerde dolaşıp ırgatlık yaparak çalışan insanların hayatına dahil olurken kitapta bir çok ayrıntı buluyorsunuz.

  Kitapta arkadaşlık kavramı, gerçek arkadaşlık kavramı çok güzel işlenmiş. Herkesin birbirini kullanmaya çalıştığı bir dünyada çıkarlara tamamen zıt olan bir arkadaşlığın öyküsü bu. Yazarın anlatımıyla bu duygu insanda çok daha güçlü hale geliyor.

  Ve hayaller.. Yahya Kemal Beyatlı'nın dediği gibi "İnsan alemde hayal ettiği müddetçe yaşar."
kitapta bunu çok net görüyorsunuz. Hayal kurmak baraj kapaklarını açmak gibidir, su akmaya başladıktan sonra engelleyemezsiniz, su-hayaller geçtiği her yeri-herkesi etkilerler. Hayaller büyüdükçe büyür ve hayata tutunma sebebiniz olur. Bunu kitabı okurken hissediyorsunuz, küçücük bir kıvılcımla bile insana nasıl umut doluyor, hayallerine nasıl da bağlanıyor ve kopamıyor..

  Kitabın sonu ise beklendik bir sondu, acıydı ama şaşırtıcı değildi. Kitaptan sonra vardığım sonuç, İnsanlar en çok sevdiklerine zarar verir oldu. İstemesek de en çok sevdiklerimize zarar veriyoruz. Ve içimizde zıtlıkları barındıran yaratıklarız, Lennie her ne kadar kocaman bir adam olsa da aslında küçücük bir çocuktu, önemli olan içimizde barındırdıklarımız dışarıdan görünen değil.

  Fareler ve İnsanlar'ı sevdim, yazarın anlatımıyla çok daha etkileyici bir kitap olmuş. Kısacık ama dolu dolu bir kitap, mükemmel olmasa da okurken etkileniyorsunuz ve bir çok değeri sorguluyorsunuz. Okuduğunuza pişman olmayacağınız bir kitap. İyi Okumalar :)

Alıntılar

"Biz onlar benzemeyiz. Niye mi? Çünkü... çünkü yanımda sen varsın, beni kollarsın, senin içinde ben varım."

"Biz onlara benzemiyoruz. Bizim hayal ettiğimiz bir gelecek var. Konuşabileceğimiz, bizi umursayan biri var."
"İnsanın iyi olması için zeki olması gerekmez."
"Kimsesi yoksa delirir insan. Kim olduğu hiç önemli değildir, yeter ki yanında biri olsun. İnan bana, insan fazla yalnız kaldı mı, hastalanır."

"Riske girmesen iyi olur. Emin değilsen en garantili yolu seç."

Puanım



8 Mart 2016 Salı

Martin Eden | Kitap Alıntıları

  Martin Eden'in kitap yorumunda da belirtiğim gibi kitabı çok sevdim ve içinden çok sevdiğim bir sürü alıntı çıktı, bende bu güzel alıntıları yeni bir yaz olarak eklemeyi uygun buldum. Umarım alıntıları seversiniz, iyi okumalar.




Hayatı boyunca sevgiye hasret kalmıştı, doğası sevgiye açtı. Ama hiçbir zaman sevgiye ulaşamamış, giderek katılaşmıştı. Sevgiye ihtiyacı olduğunu bilmiyordu bile. Şimdi de öğrenememişti. Sadece sevginin nasıl ifade edildiğini görmüş, içi titremiş, onun iyi, yüce ve harika bir şey olduğunu düşünmüştü. 

Aralarındaki uçurum genişliyordu, ama uçurumu aşma isteği, uçurumun genişlemesinden daha hızlı gelişiyordu. 
Onu duygusal taşkınlıklara sürükleyen sert bir içki, hayal gücünü ele geçirip gökyüzündeki bulutlar arasında dolaştıran bir uyuşturu gibiydi müzik onun için.
Her kitabın her sayfası, bilgi alemine açılan ufacık bir delik gibiydi. Açlığı okudukça yatışıyor ve artıyordu.

Hayat çölünde bir nebzecik mutluluğa açtılar.
Kendi düşüncelerinde daima gizli bir hayat sürdüğünü hatırladı. Bu düşüncelerini paylaşmayı denemiş ama anlayabilecek bir kadına rastlamamıştı, erkeğe de.

Böyle gerçekçi olurken güzellikleri göremiyorsun, kelebekleri yakalayıp o güzelim kanatların havını örseleyen oğlanlar gibi güzelliği yok ediyorsun.

Kelimelerim bana anlamsız sesler gibi geliyor. Yine de anlatmak isteğiyle boğuluyorum.

Eğer bilmediğin bir oyun oynuyorsan, ilk hamleyi daima rakibine bırak.

Bir şeyi anlamadan yapamayan bir yaradılışı vardı. Bir kör gibi karanlıkta, ne ürettiğini bilmeden veya başarıyı şansa ya da zekasının parlaklığına bırakarak çalışması mümkün değildi. Şansın yardımına tahammülü yoktu. Nedenini ve nasılını bilmek isterdi.

Çevresindeki birkaç kitabı üzerinde sevgi dolu bakışlarla göz gezdirdi, artık tek dostu onlardı.

Martin yapayalnızdı, derdi de buydu zaten; işte bu nedenle davetin üstüne, oltadaki beyaz yemin üstüne atlayan bir torik gibi atlamıştı.
İnsan mutlak doğrulara asla ulaşamaz.

Yazamayan insanlar, yazan insanlar üzerine çok fazla şey yazıyorlar.
Güzelliği sadece güzelliği için sev.

Denizine, gemilerine dön Martin Eden, sana tavsiyem budur. İnsanlarla dolu bu hastalıklı, kokuşmuş şehirlerde ne işin var?

Sen bir işi tamamladıktan sonra elde ettiğin başarıda değil, o işi yaparken buluyorsun mutluluğu.

Geleceği merak etmiyordu, eninde sonunda geleceğin kendisi için neler sakladığını görecekti. Bu her ne olursa olsun önemli değildi, hiçbir şeyin önemi yoktu artık.
Kızabilmeyi diledi ama buna mecali yoktu. Hissizleşmişti. Kanı, hiddetinin akışıyla hızlanamayacak kadar donmuştu.

Haritasız ve dümensiz kalmıştı, gideceği bir liman yoktu. Sürüklenip gitmek hayatı en basite indirgiyordu, ama asıl acı veren yaşamaktı.

Duran hayatının yeniden harekete geçmesi için, nereden geleceğini bilmediği bir itki bekliyordu.

Hüznü düşündükçe daha acı verici hale geliyordu.

Size kalkıp da ayın yeşil peynirden yapıldığını söylesem hemen kalkıp bu görüşü benimsersiniz, ya da en azından karşı çıkmazsınız. Çünkü param var benim, hemde dağ gibi.

Hayat o kadar doldurdu ki beni, içimde hiçbir arzuya yer kalmadı.

Uyku onun için bir kaçıştı, her sabah kalktığında, uyandığına hayıflanıyordu. Hayat onun için üzüntü ve sıkıntıydı, zamansa geçirilmesi gereken bir dert.

İnsanlar huzurunu kaçırıyor, ne zaman birileriyle bir araya gelse, kurtulmak için bahaneler arıyordu.

Hayat iyi değildi, nahoş, acı bir tat bırakıyordu ağzında. 
 
Uyanık olmanın iyi bir yanı yoktu onun için.

Ölüm acı vermezdi. Hayattı acı veren, hayatın pençeleriydi.

Martin Eden - Jack London | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: Martin Eden
Seri: Yok
Yayınevi: İthaki Yayınları
Sayfa Sayısı: 470
Baskı Yılı: 2006
Goodreads Puanı: 4,35  (11,074)

Arka Kapak Yazısı

  Keskin sınıfsal bilinci, güçlü kalemi ve devrimci sanatıyla Jack London, burjuva gerçekliği karşısında sınıf atlamak isteyen genç bir yazarın düştüğü trajik durumu ustalıkla ve tüm çıplaklığıyla resmeder Martin Eden'da.

Yorum

Esmanın Yorumu
  Kitap bittikten sonra bir kaç kez yorum yazmak için bilgisayarın başına geçtim ama ne yazacağımı, nereden başlayacağımı bilemediğim için kalktım. Aslında hala kitabın bittiğine inanmıyorum, dün akşam bitirdim ama hala yaşıyorum kitabı.

  Martin Eden, aşık olduğu kız için kendini geliştirme çabalayan bir denizcidir. Kendini geliştirmek için kitaplar okumaya, öğrenmeye başlar. Bir süre sonra yazar olmak ister ve yazılar yazmaya, bunları dergilere göndermeye başlar. Kitap Martin Eden'in hayata farklı yönden bakmasını ve yazarlık yaşantısını konu alıyor.

  Kitaba başladığım ilk sayfalarda kitap beni esir aldı ve ilk sayfalarda anladığım bu kitabı seveceğimi.

Mektup okuyan arkadaşına bakarken masanın üstündeki kitapları gördü. Açlıktan ölen bir adamın gözleri, yiyecek gördüğünde nasıl arzuyla dolarsa, öyle bir arzu belirdi gözlerinde.

  Jack London'ın daha önce bir tek Beyaz Diş adlı kitabını okumuş ve aradan uzun zaman geçtiği için hiçbir şey hatırlamıyordu. Martin Eden'e başlarken ne dil ne de konu hakkında bir fikrim yoktu. Okumaya başladıktan sonra yazarın dilinin çok iyi olduğunu düşündüm, bayıldım kitabın diline. Betimlemeler, açıklamalar, düşünceler hepsini okurken büyük bir zevk aldım, kitabın bir çok yerini çok sevdim ve not aldım, aslında not almaktan okuyamadığım bile oldu :D



  Kitabın dilinin çok iyi olduğunu kitabın başından anlayabiliyorsunuz, konu ise okudukça kendini belli ediyor ve onun ne kadar güzel olduğunu düşünüp durmadan edemiyorsunuz. Yazarın değindiği noktalar, değinme tarzı beni büyüledi. Son zamanlarda okuduğum tartışmasız en iyi kitaplardan biriydi, edebi yönden insanı fazlasıyla tatmin oluyorsunuz ve bitince boşluğa düşüyorsunuz.



  Jack London insanlığı çok güzel işlemiş, soylu kesimin yozlaşması, insanların maskelerinin ardındaki gerçekler, insana değil üne-paraya verilen önem, burjuva hayatının sahteliği gibi konular kitapta kendine mükemmel bir biçimde yer bulmuş.
Size kalkıp da ayın yeşil peynirden yapıldığını söylesem hemen kalkıp bu görüşü benimsersiniz, ya da en azından karşı çıkmazsınız. Çünkü param var benim, hemde dağ gibi.

  Kitapta yazarın hayatından büyük izlere rastlıyorsunuz, yazarın hayatını araştırdıktan sonra kitap bana çok daha anlamlı geldi. Kitabı daha fazla anlatmak istemiyorum ki içerikle ilgili spoiler vereceğim yoksa. :)

  Martin Eden son zamanlarda okuyup en çok sevdiğim, beni edebi anlamda tatmin eden ve kalıcı izler bırakan mükemmel bir kitaptı. Şimdiye kadar okumadığım için hayıflanıyorum ama olsun çok güzel bir zaman denk geldi, yazarın diğer kitaplarını da bir an önce okumaya çalışacağım. Martin Eden kesinlikle okunmasını tavsiye ettiğim bir kitap oldu, umarım okumuşsunuzdur ya da okur beğenirsiniz. İyi Okumalar :)

Sümeyyenin Yorumu


Bu kitap hakkında sayfalarca yorum yazabilirim aslında. Ama mümkün olduğunca kısa tutmaya çalışacağım. Jack London okuma isteği ve arkadaşım Esma’nın önerisiyle başladım bu kitaba. İyiki de başlamışım diyorum. Kitapta baş karakter martin Eden’ın hayatı, sevinçleri, hayalleri, tutkusu, aşkı konu alınmış. Kitap bir yönüyle aşk romanı gibi görünse de ve başlarında ciddi bir aşk romanına hazırlansanız da, aşk teması kitabın ana fikrini ortaya çıkarmak için kullanılan bir araçtan öteye gidemiyor. 

Kitapta Martin Eden’in aşık olduğu anda başlayan yazarlık tutkusu ve bu uğurda insanlara, sevdiği kıza ve inanmayan herkese verdiği mücadele konu alınmıştı. Bu kaleme alınırken aynı zamanda o dönemin toplumu, burjuvaların dışarıdan en aydın gözüken boş yaşantısı, basmakalıp fikirleri, insanları etiketleyen bakışları ve sınıf ayrımları eserde öyle iyi dile getirilmişti ki bir nevi o dönemin şartları hakkında birçok şey öğrenebileceğiniz, burjuvalığı yakından tanıyabileceğiniz öğretici bir eserdi aynı zamanda. İnsanı düşünmeye sevk eden felsefik yönü de vardı. Aşk, burjuva hayatı, yazarlık, felsefe hatta bir miktar da politika ile harmanlanmış çok kaliteli bir eserdi. Kitaptaki dil, betimlemeler o denli güzel ve akıcıydı ki onun güçlü bir kalemin elinden çıktığı çarçabuk anlaşılıyordu. Daha ilk sayfalarda diline hayran olarak okudum. Öyle güzel tasvirler vardı ki birçoğunu alıntılamadan duramadım da. 

Kitapta en hoşuma giden yerlerden biri ise insanı olduğu gibi tüm gerçekliği ile ele almasıydı. İnsanların bencilliği, üne-paraya olan düşkünlüğü, sahtekarlıkları, sığlıkları kitabın ana fikirlerinden biriydi. Kitapta verilmek istenen en güzel mesajlardan biri de son sayfalara serpilmiş insanların gösterişe olan düşkünlüğü ve etiketlerdi. Bir insanı o olarak ve o olduğu için sevmeden bambaşka kalıplara girdikten sonra ona değer verenleri anlatıyordu. İnsanı içi dünyasına doğru bir yolculuğa çıkarıyordu. İlk başta bambaşka bir tema ile başlayıp kitabın sonuna kadar insanı farklı farklı düşüncelere sevk eden bir yönü vardı. Kitapta Martin’le birlikte umutlandım, Martin’le birlikte savaştım, insanları onun gözüyle sevdim, insanlardan onun gözüyle nefret edebildim. Karakterde bazı yerlerde kendi iç sesimin yankılarını duydum. Empati kurmaktan çok daha öteye geçtim. Sonu da her ne kadar son sayfalara doğru ne olacağını sezinlemiş olsam bile yine de şaşırtıcıydı. En azından sonundaki basit ve tek kelimeyle açıklanabilecek bir olay yazar tarafından öylesine güzel kurgulanmıştı ki, sonu bile benzer sonlardan çok daha etkileyici olmayı başarabildi. Üstelik Martin’in yazarlık mücadelesi anlatılırken bu kadar iyi anlatılmasının ardında Jack London’ın hayatından esintiler hissettiğimi de es geçmeden söylemem gerekiyor. 470 sayfaya yakın bu eserde bu sayfaların çok ötesinde insanlık için mesajlar gizli aslında. Günümüz dünyası burjuvadan farklı olsa da günümüz dünyası ve insanlarını da yansıtan bir eser olduğunu düşünüyorum. Belki de günümüzde “markacılık” o dönemde olmadığı kadar had safhada bile olabilir. Kitapta meselenin okul ve eğitimden, diploma ve sertifikalardan değil insanın kendini eğitmesinden geçtiği bambaşka bir cehalet ve eğitimli insan portresi de çıktı karşımıza. Her yönden dolu dolu bir eserdi. Mutlaka okunması gerektiğini düşünüyorum.

Alıntılar

 Alıntı sayısı biraz fazla oldu için onları ayrı bir yazıda topladım. Alıntıları okumak isterseniz tıklayın.


Puanım


4 Mart 2016 Cuma

Kırmızı Üniformalılar - John Scalzi | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: Redshirts
Seri: Yok
Yayınevi: İthaki Yayınları
Sayfa Sayısı: 328
Baskı Yılı: 2014
Goodreads Puanı: 3.82  (47,958oy)

Arka Kapak Yazısı

  Yaşlı Adamın Savaşı serisiyle çağdaş bilimkurgu okurlarının gözünde önemli bir yer edinen John Scalzi, Hugo ve Locus ödüllü romanı Kırmızı Üniformalılar ile dönüyor. Kırmızı Üniformalılar, Uzay Yolu ve benzeri uzay maceralarını seven okurlar kadar, üstkurmaca meraklılarını da tatmin edecek.

  Evrensel Birlik'in bayrak gemisi Gözüpek'e atanan Asteğmen Andrew Dahl, çok geçmeden bazı gerçeklerin farkına varır. Her dış görevde uzaylılarla ölümcül bir mücadeleye girilmekte, geminin kıdemli subayları bu mücadelelerden daima sağ çıkmakta ve düşük kıdemli bir tayfa muhakkak ölmektedir. Bu konuyu araştırmaya başlayan Andrew ve meslektaşları, hayatlarını kurtarmak için zaman ve uzayda son derece tehlikeli bir yolculuğa çıkarlar.

Yorum

  Kırmızı Üniformalılar benim okuduğum ilk Scalzi romanı. Kitabın ismi ilgimi çekiyordu, güzel bir şeyler çıkacağını da düşündüğüm için kitaba başladım ve gerçekten sevdim. John Scalzi bu kitapla Hugo ve Locus ödülü almış. Yazarın diğer kitaplarını da merak ediyorum, Yaşlı Adamın Savaşı'nı okuma listeme ekledim bile.

  Başlarken içeriğiyle ilgili pek bilgim ve beklentim yoktu, kitaptaki mizahta benim için sürpriz oldu. Yazar mizahi anlatımı il sayfadan son sayfaya kadar sürdürüyor ve bunu çok sevdim gerçekten, argo kitapta biraz yer bulsa da mizahı hem güzel hem güldüren cinstendi. Okurken çok zevk aldım.

  Kitap Gözüpek adlı gemiye yeni gelen tayfanın gemideki garipliği fark edip, peşine düşmesiyle birlikte gerçekleşen olayları konu alıyor. Kitabın fikri biraz farklıydı ve bu hoşuma gitti, yazar da bunu güzel işlemiş olunca sıkılmadım hiç. Alternatif evren tarzı şeylerle çok aram yoktur, (Kırmızı Üniformalılar'da alternatif evrenler anlatılmıyor tam olarak, biraz daha farklı) ama bu kitapta kullanılışı hoşuma gitti.

  Yazar olayları hiç uzatmamış ve okurken sıkılmıyorsunuz, mizahta dahil olunca sayfalar akıp gidiyor. Yazarın dilini çok sevdim, argo biraz fazla evet ancak kitapta kötü durmuyor, kitaba ait kitaptan bir parça gibi, sizi rahatsız etmiyor. En azından beni rahatsız etmedi.

  Kırmızı Üniformalılar gerçekten güzel bir bilim kurguydu, okuması çok keyif veren bir kitaptı. Favori bölümüm 24. bölümdü orada çok güldüm, yazar kitabı tamamlayan atışı orada yapmış bence. Son yüz sayfa da tempo biraz düşse de okuması güzeldi. Kitap çok akıcı, zaman bulamadığım için 4 günde okudum, bir günde bitebilecek bir kitap aslında.

  Kırmızı Üniformalılar'ı ben sevdim, eğlenceli bir bilim kurgu istiyorsanız tam size göre bir kitap derim ben. Okurken sıkmayan, olayların hızla akıp gittiği güzel bir maceraydı iyi ki okumuşum, tavsiye ederim. İyi Okumalar :)

Alıntılar


"Bir şeyin niye var olduğunu bilmiyorsan o şey hakkında hiçbir şey bilmiyorsun demektir."

"Hayat böyledir Andy. Karman çormandır. Hepimiz ona aynı şekilde uyamayız."

"Sence aşk hep böyle midir?" diye sorar Samantha. "Tek bir kişiye mi aşık olursun?"
"Bilmiyorum" der Bryan. "Dünyadaki herkes için öyle olduğunu hiç sanmıyorum. İnsanlar aşka farklı farklı bakarlar. Bence bazıları birini sevebilir ve o kişi öldüğünde aynı sevgiyi başka birine karşı da besleyebilir."

Puanım



  

1 Mart 2016 Salı

Şubat Ayı Okuduklarım

Herkese merhaba! :) 
 10 kitapla Şubat ayını tamamlamışım ve 2016 yılında da toplam 21 kitap okumuşum, yıla hızlı başladım ve umarım böyle de ilerleyebilirim. :) Bu aya klasiklerle başlayıp fantastikle devam ettim ve son zamanları da polisiyeye ayırdım. Çok güzel kitaplar okudum, bir göz atalım isterseniz :)


Resimli Adam, Ray Bradbury'nin klasiklerinden biri ve çok güzel bir kitaptı. Okurken çok etkilendim, Resimli Adam'ın vücudundaki dövmelerle farklı hayatlara yolculuğa çıkıyoruz kitapta. Kitap kısa hikayelerden oluşuyor ve hepsi birbirinden etkileyici. Modern zamanın getirileri ve bizden götürdükleri, yabancılaşma, yalnızlaşma, hırs... Hepsi bu kitapta, Bradbury tarzını seviyorsanız kesinlikle okumalısınız.
Puanım: 5/5


Amcamın Rüyası, sosyetedeki yozlaşmayı mizahi bir dille anlatan çok güzel bir Dostoyevski eseri. Kitaptaki entrikaları, karakterleri ve olayları çok severek okudum ve mizahi anlatımla birleşince bunlar çok güzel vakit geçirdiğim bir kitap oldu.
Puanım: 4/5


Kızıl Gökler Altında Kızıl Denizler, büyük merak ve istekle başlayıp bu kitaba serinin devam kitabı henüz çıkmadığı için biraz uzata uzata okudum. Locke Lamora'nın Yalanları'ndan bir tık geride olsa da okuması çok zevkli bir kitaptı. Fantastik kurgu seviyorsanız yada zekice işlenmiş bir kurgu istiyorsanız Centilmen Piç serisine mutlaka göz atmalısınız :)
Puanım: 4,5/5


1984, en sevdiğim kitaplardan biri olan 1984'ü bu yıl ikinci kez okudum ve bir kez daha neden sevdiğimi anladım. Orwell'ın ortaya çıkardığı mükemmel dünya ve kurguya hayran olmamak elde değil. Her okuduğunuzda sizi büyülemeyi başaracak ender kitaplardan biri, eğer hala okumadıysanız okuma listenize ekleyin ve mutlaka okuyun. 
Puanım: 5/5


Cam Çocuk, cam kemik hastalığına sahip bir çocuk ve ailesinin yaşadıklarını anlatan etkileyici bir Picoult eseri. Okurken kendinizi karakterlerin yaşamına dahil olmuş bir şekilde buluyorsunuz, karakterler ve yaşananlar oldukça etkileyici. Picoult'un diğer kitaplarından bir tık geride olduğunu düşünsem de güzel bir kitaptı, gereğinden uzun olsa da okunmaya değer bir kitap.
Puanım: 3,5/5


Hayaletin Hatası, Wadstone Günlükleri'ne Ocak'ta başlamış ve hızla ilerlemiştim, ilk dört kitabı okumuştum. Şubat'ta seriden sadece bir kitap okuyabildim. Güzel bir kitaptı, türüne göre ise çok güzel bir seri, bu kitapta Tom geçici bir süreliğine yeni bir ustayla eğitimine devam ediyor ve su cadılarıyla ilgili bir eğitim alıyor, kitaptaki bu değişiklikleri sevdim. Bol olaylı bir kitaptı, kurgusu ve yeni karakterlerini ise gayet beğendim.
Puanım: 4/5


Bülbülü Öldürmek, Amerika'da ırkçılığın canlı ve yoğun yaşandığı bir dönemi 9 yaşlarında bir çocuğun gözlerinden okuduğunuz güzel bir kitap. Olayların Scout'un önyargısız çocuksu bakış açısıyla anlatılması kitabı ve olayları daha bir etkileyici hale getiriyor. Kitabın en çok etkilendiğim yanı Atticus karakteri olmuştu, kitaptan çok etkilenmesem de Atticus'u çok sevdiğim ve bu da kitabı sevmemde büyük rol oynadı. Mükemmel olmasa da okuduğunuza pişman olmayacağınız bir eser.
Puanım: 4,5/5


Sırlar Uçurumu, polisiye okuma isteğiyle başladığım ama hayal kırklığına uğradığım bir kitaptı. Polisye-gizem-gerilim beklerken entrikalı-tarihi-aşk kurgusuyla karşılaşmak moral bozucuydu tabii. 19yy Fransa'sında geçen bol gizemli ve entrikalı bir roman. İlk sayfadan son sayfaya kadar hakim olan gizem etkileyici olsa da gizemin çıkış noktası ve aşkın kitapta büyük yer kaplamasından hoşlanmadım ben. Genel olarak güzel olsa da istediğimi bulamadığım bir kitap oldu.
Puanım: 2,5/5


Taş Meclisi, polisiye okuma isteğiyle başladığım ikinci kitap ve bunda da istediğimi bulamadım. Parapsikoloji, şamanizm gibi alanlarla yakından ilgili olan kitap biraz yavaş ve temposuzdu. Son sayfalar doğru fantastik ögelerin ortaya çıkması ise kitaba yakışmamıştı bence, onun dışında akıcı bir Grangé romanı.
Puanım: 3/5


Kusursuz Tuzak, polisiye okuma isteğiyle başlayıp istediğimi bulduğum bir kitap oldu. Konusuyla, kurgusuyla, karakterleriyle ve anlatımıyla etkileyici bir kitaptı. Gizem ve gerilimin güzel harmanlandığı, tüyler ürpertici bir roman. Polisiyeyi seviyorsanız, Kusursuz Tuzak'ı da seveceğinize inanıyorum. :)
Puanım: 4,5/5


  Şubat benim için güzel bir ay oldu, sonlara doğru daha da güzelleşti. Çok güzel kitaplar okudum ve en sevdiğim kitap Kızıl Gökler Altında Kızıl Denizler oldu, aslında 1984 diyecektim ama daha önce okuduğum için onu söylemiyorum. :) Beni hayal kırıklığına uğratan kitap ise Sırlar Uçurumu oldu. 

Şubat'ta toplam 10 kitap ve 4.196 sayfa okumuşum. Umarım Şubat sizin içinde güzel bir ay olmuştur. Bol kitaplı günler, İyi Okumalar :)