29 Şubat 2016 Pazartesi

Kusursuz Tuzak - Lisa Gardner | Kitap Yorumu

lisa gardner
Orijinal Adı: Say Goodbye
Seri: Quincy & Rainie #6
Yayınevi: Martı Yayınları
Sayfa Sayısı: 501 (Cep Boy)
Baskı Yılı: 2009
Goodreads Puanı: 4.11  (15,035oy)

Yorum

  Şu sıra polisiyeye ağırlık vermeye çalışıyorum daha önceki yazılarımda da bahsettiğim gibi, ne okusam diye düşünürken kitaplıkta Kusursuz Tuzak'ı gördüm ve çok sevindim. Aslında kitabın bende olduğunu bile unutmuştum, görünce bu sefer iyi bir polisiye okuyacağı diye düşündüm. Sırlar Uçurumu ve Taş Meclisi bana istediğimi verememişti ama bunun vereceğini biliyordum çünkü daha önce Lisa Gardner'ın Sessiz Çığlık kitabını okumuş ve çok beğenmiştim.

  Yoruma geçmeden önce, kitap Quincy & Rainie adlı serinin altıncı kitabymış ve ben bunu başladıktan sonra öğrendim. Zaten serinin tüm kitapları da Türkiye'de mevcut değil, bundan başka bir tek ilk kitabı basılmış oda Epsilon yayınevinden. Serilerin böyle sırasız ve eksik çıkarılmasından çok rahatsız oluyorum, elimden geldiğince sırasız seri okumuyorum. Polisiye de olsa konular birbirinden bağımsız da olsa sırayla ilerlemeyi seviyorum.  Ben kitabın cep boyunu almıştım, kağıt yapısı hiç beğendim, internetten almıştım görseydim almayabilirdim, kitap 500 sayfa olduğu içinde arkası kırıldı ki bu en sevmediğim şeylerden biri :D

  Kitapla ilgili şikayetlerim vardı ama hepsi yayıneviyle alakalıydı, yazarsa ortaya süper bir polisiye çıkarmış. İlk sayfalarda olay sizi içine alıyor ve kitap bitene kadar sizi bırakmıyor, ben dış etkenlerden dolayı altı günde okumak zorunda kaldım ama kitapta akıcılık sorunu hiç yok.

  Kitap çocuk tacizi, seri katil ve nasıl kaybolduğu bilinmeyen kızları konu alıyor. Kitabın konusu hem güzel hem ürperticiydi, yazar gerilimi çok iyi ayarlamış. Kitapta katil ve mağdurun bakış açısını, ruh halini de okuyorsunuz ve yazar bunları çok güzel yansıtmış.

  FBI ajanı Kimberley'in katil peşindeki adım adım ilerleyişi, katil, kurbanlar, bilinmeyenler... Kitap tek kelimeyle enfes bir polisiyeydi. Gizem-gerilim kitapta yerini çok güzel bir şekilde bulmuş ve hikayenin sıradışılığı, alışkın olmadığımız olaylar ve karakterler çok iyi bir şekilde harmanlanmış.

  Bazı yerlerde eksikleri bazı yerlerde fazlaları olsa da okuması gerçekten zevkli bir polisiyeydi. Zamanım olsa iki günden fazla sürmezdi muhtemelen :) Yazar diğer ögeler gibi kurguyu da çok iyi ayarlamış, sürekli yeni bir şeyler çıkıyor, gerilimin dozu yüksek ve son ana kadar bitmiyor bu durum. Aslında kitapta anlatılan bazı olayların gerçek olma ihtimali bile korkunçtu ki muhtemelen gerçek ve oraları okurken gerçekten çok etkilendim, yazarın etkileyici anlatımı ile işlediği konu da bir araya gelince okurken tüyleriniz diken diken oluyor. Okurken pek şaşırmasam da kitabı severek okudum ve etkilendim.

  Lisa Gardner bu kitaptan sonra en sevdiğim polisiye yazarlardan biri oldu. Diğer kitaplarını da merak ediyorum. Şu sıra ki polisiye okumalıyım isteğime çok iyi geldi Kusursuz Tuzak. Katilin duygu dünyasının en iyi işlendiği kitaplardan biri sanırım, en azından benim okuduklarım içinde kesinlikle öyle, insanı gerçekten etkiliyor.  Gerilim ve gizemin çok iyi ayarlandığı bir polisiye okumak istiyorsanız Kusursuz Tuzak tam size göre :) Umarım seveceğiniz bir polisiye olur. İyi Okumalar :)

Alıntılar


"İnsanın dünyadaki yerini biliyor olması, o yerden memnun olduğu anlamına gelmezdi."

"Artık hiçbir şey hakkında iyi hissedemiyorum."

"Gece yarısından sonra, düşünceleri onu, aklı başında hiçbir insanın, Tanrı esirgesin, asla gitmek istemeyeceği karanlık yerlere götürüyordu."

"En çok da, ileriye bakmanın hayata devam etmenin önemini anlıyorlardı, çünkü eğer aynı noktada çok kalırsan pişmanlığın kaya gibi ağırlığı altında ezilme ihtimalin vardı."

"Bana "Hey, sana ne oldu böyle?" diye sormalarını, birinin, "Haydi, dostum, uyan artık, hepsi kötü bir rüyaydı ama artık geçti, hayat güzel," demesini istiyordum. Ama kimse bir şey söylemedi."

"Gerçekler insana bir anda görünüverir bazen. Genelde zamanla kötüdür ve insan onu kabul etmeye hazır değildir."

"Ona bir şey söylemeliyim, diye düşündüm. Ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Hayatın koca gerçeklerini duymaya hazır değildi. Hiçbirimiz değildik."

"Yorulmamıştı, yorgun düşmüştü. Vücudunun yorgun düştüğü kadar zihni de yorulmuştu. Bu bir ruh haliydi."

"Hayat herkese uyan standart bir model değildir."

"Kendini iyi hissediyordu, kesinlikle iyiydi, sadece bir daha asla iyi olamayacağını bilmesi dışında."

Puanım

Resim yazısı ekle

24 Şubat 2016 Çarşamba

Taş Meclisi - Jean Christophe Grangé | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: Le Concile De Pierre
Seri: Yok
Yayınevi: Doğan Kitap
Sayfa Sayısı: 365
Baskı Yılı: 2009
Goodreads Puanı: 3.51  (1,745oy)

Yorum 

  Ne zamandır Grangé romanı okumamıştım, Taş Meclisi'ni görünce okumaya karar verdim. Arka kapak yazısını okumadan kitaba başladım çünkü Grangé romanlarının arka kapak yazıları nedense bana biraz fazla ayrıntı içeriyor gibi geliyor, başlamadan kitapla ilgili fazla ayrıntıyı bilmek gizemi hepten öldürüyor diye düşünüyorum.

  Kitap Daine'in Lucien adını verdiği çocuğu evlat edinmesi ile başlıyor ve birlikte geçirdikleri kaza sonrasında yaşananları konu alıyor. Kitap şamanizm, parapsikoloji, telekinezi gibi konularla yakından ilgili.

  Taş Meclisi, yazarın ikinci kitabı. Kitap biraz yavaş başlasa da sıkıcı ya da kötü değildi, sadece temposu düşük olaylar biraz basitti, ilerleyen sayfalarda hızlandı mı? Hayır, son 50 sayfa dışında durgundu diyebilirim. Kitapta gizem ögelerine baya yer verilmişti, son ana kadar bulmaca çözer gibi ilerliyor ve bunu seviyorum ancak kitaptaki bulmacayı çok sevdiğimi söyleyemeyeceğim.

  Öncelikle kitabın durgunluğu gizemi biraz gölgelemiş, gizemin çıkış noktası ise çok hoşuma gitmedi, Kitap her ne kadar macera-gerilim türünde olsa da fantastik-bilim kurgu ögeleri de vardı. Kitabın en sevmediğim yönü bu oldu, başlangıçta bu yönü kendini gösterseydi ya da daha orantılı bir dağılım olsaydı rahatsız olmazdım muhtemelen ama parapsikoloji-şamanizm ögeleri kendini çok sonradan gösteriyor ve sanki kitaba ait değil hissi verdi bana. İçindeki bazı olaylar da beni bozmadı değil, yazarın durduk yere bazı karakterleri öldürmesini hazmedemiyorum. Bunu genelde yapıyor ve bozuluyorum tabii biraz :)

  Okurken sıkılmadım -son 15 sayfası dışında iki günde bitirdim- ama çok çokta sevmedim kitabı. Kızıl Nehirler özellikle de ilk roman olarak kesinlikle çok başarılı ve güzeldi, yazarın ikinci kitapta böyle düşüş yaşaması biraz moral bozucu olsa da sonradan çok güzel romanlar çıkardı tabii.

  Kitap çok güzel bir noktadan çıkmış ve güzel ayrıntıları yakalamış olsa da bana beklediğimi veremedi ne yazık ki. Sırlar Uçurumu'nda da değindiğim polisiye okumalıyım isteğim hala canlı. Bu sıra biraz daha polisiyelerden ilerleyeceğim gibi :)

  Taş Meclisi güzel bir kitap olsa da özellikle de Grangé için biraz yetersiz buldum. Kötü bir kitap değil ama önereceğim ilk Grangé romanlarından da değil. Sonuç olarak kesinlikle okuyun dediğim kitaplardan da okumayın dediğim kitaplardan da değil, karar sizin :) İyi Okumalar :)

Alıntılar

"Bütün mümkün olanlar sıralanıp bir kenara bırakıldıktan sonra, geriye ne kalır? İmkansız olan." 

"Kendini yalnız, umutsuzluk verecek kadar yalnız hissediyordu." 

"Bu sınırsız topraklarda kendini yalnız, kaybolmuş, ne yapacağını bilmez hissediyordu. Daha da önemlisi, kendi içinde kaybolmuş." 

"İnsan hapishaneden her zaman kaçabilir. Ama özgürlükten?"

Puanım


21 Şubat 2016 Pazar

Sırlar Uçurumu - Alein Kentigerna | Kitap Yorumu

alein kentigerna
Orijinal Adı: *Bulamadım*
Seri: Yok
Yayınevi: Panama Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 480
Baskı Yılı: 2013

Arka Kapak Yazısı

1835 yılı Fransa...
İçinde karanlık sırlar saklayan bir malikâne.
Blanc de Venue Malikânesi.
Lanetli bir uçurum...
Yirmi yıl önce uçurumun dibinde ölü bulunmuş bir kadın.
Belki de arkasında ölümcül sırlar saklayan gizemli bir cinayet...
İntikam almak için geçmişin karanlık anılarını ortaya çıkarmak zorunda olduğuna inanan, inatçı ve çatal yürekli bir evlat.
Geçmişini gizlemek zorunda kalan gizemli bir doktor.
Lanetli bir sır!
Şüphe yüklü bir aşk!
Ve geçmişin ürkütücü sisleri arasından çıkıp gelmiş kötü ruhlu bir adam...

Sırlarla örülü, heyecan dolu bir öykü!
Gerilimi ve gizemi iliklerinize kadar hissedeceksiniz.
Belki de şimdiden benzerlerinin arasında kendine çok üstün bir yer edinecek olan, türünün en gizemli romanlarından biri...
Okuyan herkesi kolayca etkisi altına alacak, finaliyle ters köşeye yatıracak, büyüleyici, tüyler ürpertici bir roman.
Soluğunuz kesilecek. Hayran kalacaksınız.


Yorum


  Halisünasyon en son okuduğum polisiye idi onu da bir buçuk ay önce okumuştum, (Güven Bana polisiye yönü biraz zayıf bir kitap olduğu için onu saymıyorum) bu kadar uzun süre polisiye okumayınca benim polisiye seven tarafım isyan etti tabii. Bülbülü Öldürmek'e başladığım sıra polisiye okumalıyım artık diye çırpınıyordu içimdeki polisiye sever. Neyse Halüsinasyon'u sevmiştim, yazarın Sırlar Uçurumu adlı kitabını da almış olunca başlayayım dedim.

  Yazarın tarzı hoşuma gittiği için kitabın arka kapak yazısını okumadan almıştım, Halğsinasyon gibi günümüzde geçen polisiye-gerilim olur sanırken kitabın 1830'larda geçtiğini öğrenince nasıl şaşırdım tahmin edebilirsiniz. Kitap 1835 yılında Fransa'da bir kadının uçurumda ölü olarak bulunmasıyla başlıyor. Aradan yıllar geçiyor ölen kadının ailesi ve ailenin sırlarla dolu yaşamını okuyoruz.

  Kitap gizem-gerilim türünde ve cinayette olunca ben polisiye tarzına da yakın olur diye düşünmüştüm ancak hiç öyle olmadı. Kitabın türü hakkında kafam biraz karışık açıkçası çünkü gerilim adına kitapta hiçbir şeye rast gelmedim diyebilirim, gizemse? Eh baya gizem dolu bir kitaptı, aslında gizem ve sırlar hiç bitmeden son sayfaya kadar sürdü tek sorun şu ki kitap bol gizemli tarihi-aşk romanı tadındaydı. Bu beni büyük hayal kırıklığına uğrattı, gizem genel olarak entrikalar üzerine kuruluydu ki bu tarzdan hoşlandığımı söyleyemeyeceğim.

  Gizem-gerilim-polisiye arası bir şey beklerken gizem-tarihi-aşk kurgusu bulmak benim için baya moral bozucuydu. Kitap bir malikaneyi ve malikanede yaşananları konu alıyor, soylu bir aile ve hasır altı edilmiş sırlar.. Bu bakımdan biraz bol entrikalı yerli dizi tadındaydı. Gizem gerçekten yoğundu, aslında çok severim böyle kitapları ama burada gizem hep entrikalara ve aşk ilişkilerine dayandırılmıştı bu da hoşuma gitmedi tabii.

  Dili akıcı ve kolay okunabilen bir kitap, tempo düşmeden yeni şeylerin ortaya çıkması da okumayı kolaylaştırıyor ve sizi sıkmıyor. Kitabın sonu hayret verici değildi ama çokta beklenilebilir bir son değildi, beni şaşırtmadıysa da fena değildi. İçerikten bahsetmek istiyorum, dayanamayacağım :)

Spoiler!
Tüm gizemlerin bir şekilde soyu belli olmayan çocuklara bağlanması gerçekten çok rahatsızlık vericiydi, şu sıra tv'de de sürekli bu konu işlendiği için sanırım benim tahammülüm kalmamış. Kitaptaki neredeyse her karakterin ahlaksız bir ilişkinin ürünü olması çok rahatsızlık vericiydi, tamam beklenmedik belki ama rahatsız ediciydi. Binbaşı Frédéric'in çirkin hayatı hiç hoşuma gitmedi, özellikle o sayfaları okurken Brezilya dizisi tarzı bir şey izliyor gibi hissettim.


  Sırlar Uçurumu kitaba kesinlikle çok yakışan bir ad olmuş, okursanız anlarsınız sizde :) Kitabın başında ne orijinal ad ne çevirmen adı var bu da bana yazar acaba Türk mü dedirtti :) Halüsinasyon gerçekten güzel bir kitaptı ama Sırlar Uçurumu'nu sevemedim ben, okurken sıkılmadım bir çırpıda bitti, güzel olsa da kitabı sevmedim. Polisiye ihtiyacımı da gideremedi ne yazık ki.

  Kitaba kaç puan vermem gerektiği konusunda arada kaldım, 2,5 ile 3 arası bir şey düşünüyorum, gizem yönünden bakarsak 3 rahatlıkla hak ediyor ama gizemi oluşturan ögeler için puanım 2.
  2.5 en iyisi olacak sanırım.

  Sırlar Uçurumu 19. yy Fransa'sında malikanede yaşanan sır dolu hayatlar üzerine kurgulanmış bir roman, eğer malikane entrikaları sizi rahatsız etmeyecekse gizem dolu bir roman sizi bekliyor :) Halüsinasyon'u bu kitaba referans alacaksanız almayın derim ikisi birbirinde çok farklı. Kitabı okuma kararını size bırakıyorum. Gününüz bol kitaplı olsun.İyi Okumalar :)

Alıntılar

"Hayatında şu ana kadar sahip olamadığı bir şeyin eksikliğini hissediyordu ama bunun ne olduğunu bulamıyordu." 

"Hayat, hep aynı yatakta akan durgun bir nehir değildir. Hayatındaki değişimlere ayak uydurmalısın ve bunları olgunlukla karşılamalısın." 

"Hayat, gizemli ve ucu bucağı görünmeyen bir denizdi. Yarın ne olacağını kestirmek imkansızdı. Havada tek bir bulut dahi yokken bir saat sonra fırtınaya yakalanabilirdiniz. Hiçbir liman güvenli olmayabilirdi." 
"Yalnız olmadığını bilmek insana güç verir." 
"Hiçbir ateş vicdanın ateşinden yakıcı değildir." 

"Onun için savaş, şerefli bir yoldu. Ama kolay hazmedilecek ve zaferle çıkılsa bile coşkuyla kutlama yapılacak bir şey değildi. İnsana gurudan çok, fazlasıyla acı ve kabus veriyordu." 

"Kendini yapayalnız ve çaresiz hissettiği anlar "

"Karşısına mucizeler çıkmayacağını, hiçbir zaman rahat ve huzurlu bir hayat süremeyeceğini kabullenmişti."
"Geçmişi hatırlamayacağımıza, yaşadığımız bu korkunç şeyleri anımsamayacağımıza yemin etmiştik. Hayatta kalmak için yarına bakacaktık. Kendi hayatımıza." 

"... aşk kalbin zehridir. Öldürmez ama hayat boyu acı çektirir." 

"Her anımız mutlulukla dolu olsaydı, hatıralarımız da bu kadar kıymetli olmazdı." 

"Hayat devam ediyordu ve önünde tıpkı bu loş koridor gibi siyah ve gri renklerin birbirini kestiği uzun bir yol vardı." 

"Bazen, güçlü olmak değil, merhametli olmak gerçekten güçlü olmaktır." 
"Herkesin son bir şansa ihtiyacı vardı." 
"O iyi bir çocuk. Sadece iyi insanlarla karşılaşmadı hayatında."

Puanım


18 Şubat 2016 Perşembe

Bülbülü Öldürmek - Harper Lee | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: To Kill A Mockingbird
Seri: To Kill A Mockingbird
Sonraki Kitap: Tespih Ağacının Gögesinde
Yayınevi: Sel Yayınları
Sayfa Sayısı: 355
Baskı Yılı: 2014
Goodreads Puanı: 4.24  (2,717,794oy)

Arka Kapak Yazısı

  1960 yılında yayınlandığından bu yana bir dünya klasiği olan, bütün edebiyatseverlerin gönlünde özel bir yer edinen, Pulitzer ödüllü Bülbülü Öldürmek Amerika`nın güneyinde yaşanan ırkçılığı ve eşitsizliği bir çocuk kahramanın, Scout Finch`in gözünden anlatıyor.

  Harper Lee, kullandığı yalın ama çarpıcı dil aracılığıyla adalet, özgürlük, eşitlik ve ayrımcılık gibi hâlâ güncel temaları, Scout`un büyüyüş öyküsüyle birlikte dokuyarak, iyilik ve kötülüğü hem bireysel hem de toplumsal olarak mercek altına alıyor. Bir "zenci"nin haksız yere suçlanması üzerinden gelişen olaylar; önyargılar, riyakârlık, sınıf ve ırk çatışmalarıyla beslenen küçük Amerikan kasabasının sınırlarını aşıp, insanlar arası ilişkide adaletin ve dürüstlüğün önemini anlatan evrensel bir hikâyeye dönüşüyor. Hem şiddet ve karanlığıyla ürperten hem de "insani" vurgusuyla sarıp sarmalayan, çağdaş dünya edebiyatının en önemli örneklerinden biri olan bu klasik roman, Ülker İnce çevirisiyle tekrar Türkçede.

Yorum

  Bülbülü Öldürmek merak ettiğim halde erteleye erteleye bir türlü okuyamadıklarımdan. Şimdiye kadar okumamış olduğum için üzgün değilim ama şimdi de iyi ki okumuşum diyorum. Kitap beklediğim gibi çıkmadı, ben biraz daha hareketli bir şeyler bekliyordum ancak bu haliyle de oldukça güzeldi.

  Kitabı 8-9 yaşlarındaki Scout'un gözünden okuyoruz, küçük bir çocuğun gözünden o zamanların Amerika'sına dahil oluyoruz. Kitapta ırkçılık, sınıf ayrımı ve insanlar çok güzel işlenmiş. Kitapta neredeyse her çeşit insana rastlamak mümkün ve bunları henüz önyargı sahibi olmayan küçük bir çocuğun gözünden okumaksa her şeyi daha gerçekçi kılıyor.

  Kitap Maycomb kasabasında yaşanan olaylar konu alıyor, kitapta küçük küçük bir çok olaya denk Atticus gibi adamlar lazım bu dünyaya diye düşünmeden edemiyor insan. İnternette yandaki resme rastladım ve Atticus'a çok uygun buldum. Okuayanlar için karakterle ilgili daha fazla bilgi vermek istemiyorum.
Atticus Finch

geliyoruz ve hepsi kitapta önemli bir yere sahip, her karakter kitaba ayrı bir renk katmış. Ben en çok Atticus'tan etkilendim, bir çok kişi gibi. Atticus'u okumaki onun olduğu sayfaları okumak gerçekten çok güzeldi, her sayfa da her cümlesinde sizi etkileyebilen bir karakter. Olgun insan diyebileceğiniz bilge bir adam, okurken

  Bülbülü Öldürmek genel olarak çok sevilen kitaplardan biri, ilk sayfaları okurken açıkçası neden bu kadar sevildiğini anlamadım ancak sayfalar ilerledikçe kitaptaki her şey daha çok belirginleşti ve neden bu kadar sevildiğini anladım. Irkçılık kitapta gerçekten çok güzel işlenmiş, Scout'un bakış açısıyla daha bir etkileyici hale gelmiş. Okurken insan ürpermeden edemiyor ve ırkçılık yüzünden eziyet çeken, insan yerine bile konulmayan, ten rengi yüzünden hayvan muamelesi gören insanlara üzülmemek elde değil. 

  Kitabı beğendim, içinde güzel karakterler ve mesajlar var ancak kitapta istediğimi tam olarak bulamadım. Kitabı bana bu kadar çok sevdiren Atticus oldu, o olmasaydı kiaptan pek etkilenmezdim muhtemelen. Bülbülü Öldürmek gerçekten çok güzel ve okunası kitaplardan biri fakat ben gerçekten çok etkilenemedim. Ne olduğunu bulamasam da bir şeyler eksikti kitapta, yine de iyi okumuşum ve bence sizde bir göz atın. Hiçbir şey için olmasa da Atticus için okunabilecek bir kitap, herkesin Attius'tan öğreneceği bir şeyler var bence. 
  Yazarın 2015'te çıkardığı Tespih Ağacının Gölgesinde adlı kitapta Atticus değişecekmiş sanırım, buna çok üzüldüm, merak ediyorum neden değişecek. 

  Bülbülü Öldürmek sizi etkileyecek, sizde iz bırakabilecek kitaplardan biri, klasiklere de ilginiz varsa kaçırmayın derim. İyi Okumalar :)

Alıntılar

"Sana anlatmam için bana şans verecek misin? Sana laf yetiştirmek istemiyorum, anlatmak istiyorum." 

"Bülbüller bizi eğlendirmek için şarkı söylemek dışında bir şey yapmaz. İnsanların bahçelerindeki bitkileri yemezler, mısır ambarlarında yuvalanmazlar, tek yaptıkları iş bize içlerini dökmektir. İşte bu yüzden bülbülleri öldürmek günahtır." 

"Gerçek cesaretin ne olduğunu görmeni istiyordum, gerçek cesaretin eli tüfekli bir adamla ilgisi olmadığını. Daha başlayamadan yenildiğini bile bile başlamak ve her ne pahasına olursa olsun sonuna kadar devam etmek olduğunu." 

"Yüreğinde neşe olanın yüzü de neşe saçar." 

"İnsanlar genelde neyi görmek istiyorlarsa onu görürler, neyi duymak istiyorlarsa onu duyarlar." 

"Merak ettim, acaba hayatında hiç ona "küçük hanım" ya da "Bayan Mayella" diyen olmuş mudur; sıradan bir kibarlığı hakaret saydığına göre hiç olmamış demek ki."

"Hiçbir şey göründüğü kadar kötü değildir."
"İnsanların çok tuhaf yaratıklar olduğu sonucuna varmayıp da ne yapabilirdim? Onları düşünmekten vazgeçtim, düşünmek zorunda kalıncaya kadar da düşünmedim."

Puanım



16 Şubat 2016 Salı

Hayaletin Hatası (Wardstone Günlükleri #5) - Joseph Delaney | Kitap Yorumu

joseph delaney
Orijinal Adı: The Spook's Mistake
Seri: Wadstone Chronicles #5
Önceki Kitap: Hayaletin Savaşı
Sonraki Kitap: Hayaletin Kurbanı
Yayınevi: Tudem Yayınları
Sayfa Sayısı: 352
Baskı Yılı: 2011
Goodreads Puanı: 4.19  (9,679oy)

Arka Kapak Yazısı

  Korku dolu dakikalar
  İngiliz yazar Joseph Delaneyin, tüm dünyada milyonlarca okuru peşinde sürükleyen on kitaplık Wardstone Günlükleri Serisinin merakla beklenen beşinci kitabı raflardaki yerini alıyor. Yakın bir gelecekte beyazperdeye de uyarlanması planlanan seri, şimdiden fantezi-korku edebiyatı türü klasikleri arasındaki yerini almayı başardı. 
  
  Bu maceralarında; yaşanan tehlikelerin boyutları arttıkça Hayalet, çırağı Tom'u kendini geliştirmesi için Bill Arkwright adında teknikleri son derece zorlu ve zalim olan başka bir hayaletin yanına eğitime gönderir. Tom'un birlikte çalışmaya başladığı yeni ustası sınır tanımaz eski su cadısı Morwena ile karşılaşınca, Tom'u düşmanlarla yalnız başına bırakmak gibi ölümcül bir hataya düşer. Bu durum karşısında Hayalet Tom'u kurtarabilmek için zamanında yetişebilecek midir? Kahramanlarımız böylesi korkunç ve karanlık güçlere sahip varlıkları yenmeyi başarabilecekler mi?.. Yoksa Hayaletin yaptığı hatalar Karanlıka son zaferini mi armağan edecek dersiniz? 

  Serinin nefes nefese okunacak yeni kitabı, heyecan dolu altıncı macera için de küçük bir kapı aralıyor. Hayaletin Kurbanı çok yakında sizlerle Ensenizde bir gölgeyle okumak istemiyorsanız lütfen geç saatlerde okumaktan şiddetle kaçının!..

Yorum

  Seriye başlarken böyle hızla ilerleyeceğimi hiç düşünmemiştim ve serinin beşinci kitabı bitirmenin şaşkınlığını yaşıyorum hafiften. Serinin konusunu ve tarzını sevince kendimi seriye kaptırdım. Wardstone Günlükleri ile ilgili olan çocuklara uygun bir seri düşüncesine katılmıyorum açıkçası, seride ilerledikçe bu düşünceyi neden kabul etmediğimi daha iyi anladım. Seri daha çok genç-yetişkin türünde gibi ancak her yaştan insanın zevkle okuyabileceği bir şekilde yazılmış, okurken bu çok basit, çocukça gibi bir düşünce aklımdan hiç geçmedi. Hatta bir çok genç-yetişkin romandan daha iyi ve farklı. Tabii bunlar benim düşüncelerim, çocukça bulanlar olsa da ben  severek okuyorum.

  Hayaletin Hatası diğer kitaplardan biraz daha farklıydı, Tom bir süreliğine yeni bir ustanın yanına gönderiliyor. Yeni ustası Bill Arkwright adında sert, zorlayıcı ve Bay Gregory'den oldukça farklı bir hayalet. Ustanın farklı olması gibi kitaptaki cadılar da farklı, yeni tanıştığımız bir tür olan; su cadıları. Kitapta yeni bir çok şeyle karşılaşıyoruz ve bol olaylı bir kitap olunca da okuması hayli zevkli oldu. Kitapta sizi şaşırtacak ayrıntılara denk geleceksiniz ve sona doğru ortaya çıkan gerçeklerse biraz beklenmedikti. Olay kurgusu ve anlatım iyiydi, yeni karakterler seriye güzel bir renk katmıştı. 

  Kitabın başında harita yer alıyordu, bu iyi oldu. Önceki kitaplarda da olsa iyi olurmuş. Bir önceki kitap Hayaletin Savaşı'nda da bir harita yer alıyordu ancak o Pendle'ın haritasıydı.

  Serinin diğer kitapları gibi bunu da beğendim, yine de hala favorim Hayaletin Savaşı. Hayaletin Hatası'nın sonu merak uyandırab bir şekilde bitti, bir sonraki kitap Hayaletin Kurbanı'nı merak ediyorum.Türünde gayet başarılı bir seri ve başlamayı düşünenlere kesinlikle tavsiye ederim. İyi Okumalar :)

Alıntılar

"Bazı şeyler başka şeylerden vazgeçmeden elde edilemiyor." 

"Herşey zamanla değişir, fakat bazı şeyler helezon çizerek ilerler, yani aynı yere dönsek bile farklı seviyede oluruz." 

"Tarihten ders çıkaramayanlar kendilerinden öncekilerin yaptıkları hataları tekrarlamaya mahkûmdurlar."

Puanım

4.25

14 Şubat 2016 Pazar

Cam Çocuk - Jodi Picoult | Kitap Yorumu

Jodi Picoult
Orijinal Adı: Handle With Care
Seri: Yok
Yayınevi: April Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 600
Baskı Yılı: 2009
Goodreads Puanı: 3.94  (84,471oy)



Arka Kapak Yazısı

  Sürekli bir şeyler kırılır.

  Bardaklar, tabaklar, verilen sözler, yürekler... Buzu kırabilirsiniz; dalgaları da; sessizlik bile bir anda paramparça olup dağılır. Zin­cirler kırılır; bağlılıklar, dostluklar, yeminler...

  Kısacası yaşamdaki birçok şey kırılgandır. En çok da yaşamın kendisine yönelik bağ...

Kırık dökük bir hayatın içinde osteogenesis imperfecta hastalığıyla dünyaya gelen bir bebek: Cam Çocuk Willow. Sayısız kırıkları sarmaya çalışan bir anne: Charlotte. Buz gibi görünümü altında parçalanan bir baba: Sean. Kardeşinin kırıkları altında ezilen bir diğer kız: Amelia. Ve Charlotte'nin biricik arkadaşı ve doktoru: Piper. Buzun üstünde gezinen bu karakterlerin etik ve kişisel karar­larla ilgili söyleyecek çok sözü olacak.

Jodi Picoult Cam Çocuk'ta bir kez daha edebi dehasıyla son derece kaygan bir zeminde önemli ve kışkırtıcı sorulara yanıt arıyor.

Yorum

  Hikayeci'den sonra (Hikayeci yorumuma buradan ulaşabilirsiniz) Picoult sevgim depreşmişti ve Cam Çocuk'u da görünce bekletmeden okumak istedim. Picoult'un kendine has tarzını severim ve bu kitabın da güzel olacağına emin olarak başladım. Kitaba başlarken en büyük sıkıntım spoiler yemiş olmamdı, evet kitabın sonunu biliyordum. Kuzenimle bu kitabı konuşurken yanlışlıkla bana sonunu söylemişti, ne yazık ki bende sonunu bilerek okumak zorunda kaldım.

   Kitabın konusundan bahsedecek olursak kitap genel olarak Cam Kemik adıyla bilinen hastalığa sahip bir çocuk ve ailesinin hayatını konu alıyor. Ve birde kitabın en önemli noktalarından biri; dava. Kitapta bir dava yer alıyor ve bu dava sayesinde ailenin hayatını daha iyi anlıyorsunuz ve size doğruları sorgulatacak bir çok sayfa okuyorsunuz. 

  Cam Çocuk'ta da Picoult'un genel tarzına her haliyle rastlamak mümkün, zor ve kalıcı bir hastalığı olan çocuk, kendini çocuğuna adamış fedakar bir anne, çocuğun büyük ve ilgisiz kalmış kardeşi, parçalanmaya yüz tutmuş bir aile, size doğruları sorgulatacak bir dava... Bunları eleştirmek amaçlı söylemedim ancak yazarın kitaplarını okudukça bu benzerliklerin farkına sizde varacaksınız, her ne kadar benzerlikler olsa da kitaplar çok güzel yazıldığı ve çok önemli noktalara değindiği için bir süre sonra benzerlikler önemini yitiriyor ve kendinizi kitaba kaptırmış bir şekilde buluyorsunuz.

  Cam Kemik hastalığı hakkında biraz bilgiye sahiptim ancak bu kitabı okuduktan sonra hastalığın ne kadar zor olduğunu çok daha iyi anladım. Yazar hastalığı kitaba çok güzel adapte etmiş ancak kitapta çok fazla tıbbi terim vardı ki bu benim çok hoşuma gitmiyor, bazılarını okumakta bile zorlanıyorum :D Zaten yazarın diğer kitaplarında da bu terim çokluğuna rastlanıyor, bu kitaba özel değil. 

  Kitabın büyük kısmını kaplayan davayı ise ben ne yazık ki ne sevdim ne de haklı buldum. Charlotte (anne)'nin bakış açısı bir açıdan doğru gibi görünse de ben haksız buldum ve dava ile ilgili bir çok şeyden rahatsız oldum. Bu da kitaptaki "anne haklı mı haksız mı?" ikilemine düşmeme engel oldu tabii.

  Karakterlerin bakış açıları gayet güzel yansıtılmıştı. Kitaptaki bazı cümleler, düşünceler özellikle ilgimi çekti, hoşuma giden yerleri bir daha bir daha okudum. Bazılarını alıntı olarak ekledim, aşağıda bulabilirsiniz.

  April Yayıncılık'ın Picoult kitaplarını yeniden ve daha iyi kapaklarla basması hoşuma gitti, Hikayeci'de de olduğu gibi her karakterin bölümü ayrı bir yazı fontuyla yazılmış ve bu çok hoşuma gitti. Farklı fontlar o bölümün hangi karaktere ait olduğunu daha hissettirmiş bence.

  Sonunu her ne kadar biliyor olsam da kitabı okurken bundan etkilenmedim ve severek okudum. Yalnız konunun biraz fazla uzatıldığını düşündüm, sanki bazı noktalar çokta önemli değil gibi hissettim.

  Genel olarak güzeldi, yazarın diğer kitaplarının bir tık gerisinde görsem de okuması zevkli bir kitaptı. Yazara ya da bu türe ilginiz varsa okumanız gereken kitaplardan. İyi Okumalar :)

Alıntılar

"Sonunda canın yandığı halde nasıl olup da ağlanmadığını anlamıştım: Bazı acılar ifade edilemeyecek kadar büyüktür." 

"İnsanlar bana sürekli nasıl olduğumu sorar ama aslında bunu gerçekten bilmek istemezler." 

"Ne yaptığını bildiklerini kendilerinden gayet emin bir şekilde söylemeleri, insanlara güvenmeme yetmez." 

"Bir başkası için doğru şeyi yapmanın bazen insanın kendisine yanlış gelen şeyi yapmakla örtüştüğünü gayet iyi biliyorum." 

"Başka birilerinin sorunlarını ödünç alıp sırtlamaya ihtiyacım yoktu." 

"Düşlere öyle olur işte, yaşamın gerisinde kalırlar." 

"Kendinize çok istediğiniz bir şeye sahip olmak uğruna her şeyinizi kaybetmeye hazır olduğunuzu söyleyebilirsiniz. Kaybetmeye hazır olduğunuzu düşündüğünüz şeyler aslında sizi siz yapan şeylerdir." 

"Kötü gidişe bir an için müdahale etmenin tek yolu ortaya yalanlardan bir karışımdır." 

"İnsanın kendini tanıyabilmesi için belki krizlerden geçmesi gerekiyordu; belki de yaşamdan ne istediğini anlaması için yaşamın sıkı bir darbesini yemesi kaçınılmazdı." 

"Yaşama dair hiçbir şey basit değildir." 

"Karanlıkta yaşıyoruz, Piper. Yaşamın aydınlık bir yanı varsa da bu biz insanlar için değil." 

"Bazen öyle bir şey olur ki hayatınız bir daha hiç eskisi haline dönmez."
"Bazen hayatınız o kadar kusursuz bir noktaya gelmiştir ki o kadar iyi olamayacağı düşüncesiyle bir sonraki andan korkarsınız."

"Kendime birileriyle yakınlaşmak için izin verdiğimde, o insanların beni sevdiğine inanmaya başladığımda ne olduğunu çoktan öğrenmişti: Hayal kırıklığı. Birilerine güvendiğin anda ezilmeyi de kabul ediyordun, çünkü gerçekten ihtiyaç duyduğunda hiçbiri yanında olmuyordu. Ya öyleydi ya da onların sorunları da senin sırtına biniyordu. Gerçek anlamda sadece kendine sahiptin ve eğer güvenilir, sağlam biri değilsen o daha da berbat bir durumdu."

Puanım


13 Şubat 2016 Cumartesi

Kayıp Arkadaş - Kemal Sayar | Kitap Tanıtımı


Kemal Sayar

  Kemal Sayar benim çok sevdiğim yazarlardan biridir, onu ilk olarak psikiyatrist yönü ile tanımış ve sevmiştim, konuşmalarını takip etmeye çalışıyordum sonra kitaplarıyla tanıştım. Psikiyatr yönü ne kadar kuvvetli ve iyiyse yazarlık yönü de o kadar iyi, tabii bu benim kendi görüşüm. Kendine has güzel bir tarzı var ve değindiği noktalar ise çok önemli, bu iki etken ve de psikoloji bilgisi bir araya gelince ortaya çok kaliteli eserler çıkıyor.

  Tüm kitaplarını okumak istiyorum, henüz istediğimden az kitabını okumuş olsam da okuduklarım kesinlikle çok etkileyici ve güzellerdi. Bu ay Sayar yeni bir kitap çıkarmış ve sizinle paylaşmak istedim, kitap henüz çok yeni ve ben merak ediyorum. Kısa zamanda okuyabilirim umarım :)

  Kitabın adı Kayıp Arkadaş ve arka kapak yazısı aşağıda, umarı okur ve seversiniz. Yazımı okuduğunuz için teşekkürler. İyi Okumalar :)




Sayfa Sayısı: 240

Yayınevi: Kapı Yayınları

Baskı Yılı: Şubat 2016











                                                            Arka Kapak Yazısı

Hemen Herkesin “Biz ve Onlar” Çerçevesine Yerleştiği Zamanlarda “Bütün”ü Arayan Bir Psikiyatr Kemal Sayar’ın Kitabı: Kayıp Arkadaş

Toplumların bunalım dönemleri olur.

Korkunun, kaygının hüküm sürdüğü,nostaljinin galip geldiği,merhametin unutulduğu,anlama çabasının yerini karşılıklı suçlamanın aldığı,hemen herkesin “biz ve onlar” çerçevesine yerleşip “bütün”ü kaybettiği zamanlar.Yani radikal bir empati gereken zamanlar.

İşte böylesi zamanları, psikiyatri profesörü Kemal Sayar, incelikli ve derinlikli yorumlarıyla, farklı noktalardan ele alıyor.

Adeta bizi bize açıklıyor.

Kayıp Arkadaş, dokunduğu her temayla düne, bugüne ve yarına konuşan bir kitap.

Goethe’nin ölürken, “Işık, daha fazla ışık!” dediği rivayet edilir. Dünyamız merhamet eksikliğinden can çekişirken, “Merhamet,daha fazla merhamet!” diye sayıklıyor incinen ruhlar… Yaşayanlar... Yaşadıkları için acıyı hâlâ hissedebilenler.

11 Şubat 2016 Perşembe

1984 - George Orwell | Kitap Yorumu

Bin Dokuz Yüz Seksen Dört
Orijinal Adı: Nineteen Eighty-Four
Seri: Yok
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 352
Baskı Yılı: 2014
Goodreads Puanı: 4.11  (1,680,065oy)


Arka Kapak Yazısı

  Parti'nin dünya görüşü, onu hiç anlayamayan insanlara çok daha kolay dayatılıyordu. (...) Her şeyi yutuyorlar ve hiçbir zarar görmüyorlardı çünkü tıpkı bir mısır tanesinin bir kuşun bedeninden sindirilmeden geçip gitmesi gibi, yuttuklarından geriye bir şey kalmıyordu.
  George Orwell'in kült kitabı Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, yazarın geleceğe ilişkin bir kâbus senaryosudur. Bireyselliğin yok edildiği, zihnin kontrol altına alındığı, insanların makineleşmiş kitlelere dönüştürüldüğü totaliter bir dünya düzeni, romanda inanılmaz bir hayal gücüyle, en ince ayrıntısına kadar kurgulanmıştır. Geçmişte ve günümüzde dünya sahnesinde tezgâhlanan oyunlar düşünüldüğünde, ütopik olduğu kadar gerçekçi bir romandır Bin Dokuz Yüz Seksen Dört. Güncelliğini hiçbir zaman yitirmeyen bir başyapıttır; yalnızca yarına değil, bugüne de ilişkin bir uyarı çığlığıdır.

  Can Yayınları, bu "bütün zamanların kitabını" Celâl Üster'in özenli çevirisiyle okura sunmaktan kıvanç duyuyor.



Yorum

  Hepiniz 1984'ü muhtemelen biliyorsunuzdur, ya okumuşsunuz ya da adını duymuşsunuzdur. 1984 benim en çok sevdiğim kitaplardan biri, en sevdiğim ilk 10 kitap arasında yer alıyor. İlk kez 2015 yılının Ocak ayında okumuştum ve çok sevmiştim, bu ikinci okuyuşum ve bu kez daha da çok sevdim.

  Bilmeyenler için, kitap 1984 yılında geçiyor ve dünya yepyeni ve farklı bir düzen içerisinde. Dünya da üç Süper Devlet hakim ve biz Okyanusya'da yaşananlara tanık oluyoruz. Ezilmiş, bireysellikten yoksun bir toplum, insanların her an kontrol edildiği bir toplum yapısı... 

  Orwell öyle güzel bir kurguya imza atmış ki insan her sayfa da hayran olmadan edemiyor. Birden fazla distopya okudum ve hiçbirinde bu denli iyi ve her noktası düşünülmüş bir yapıyla karşılaşmadım. Okurken bazı şeyleri saçma ve eksik bulabiliyorsunuz bazen ancak yazar bir süre sonra sizin saçma bulduğunuz şeyin nasıl mantıklı olduğunu ya da sizin göremediğiniz noktayı öyle güzel bir biçimde size sunuyor ki utanıyorsunuz.

  Büyük Birader, parti, sistem... Her şey mükemmel biçimde kurgulanmış, okurken nefes alıyor gibi oluyorsunuz, farkındalığınız artıyor her şeye yepyeni bir biçimde bakabiliyorsunuz. Bu kitabı okuyup da bir şeyler öğrenmemek imkansız sanırım. İlk okuduğumda bana gerçekten yepyeni bir bakış açısı kazandırmış ve uzun süre etkisinden kurtulamamıştım, aslında dönüp dönüp kitaptaki olayları baştan yaşıyor, farkına  vardığım şeyleri yeniden gözden geçiriyordum. Hatta Yeni Söylem'den kelimeler kullanır olmuştum, mükemmel demek yerine çoğu zaman çiftartı derken buluyordum kendimi (tabii bir çok kişinin bu ne diyor diye baktığı da olmadı değil.) İkinci kez okumaksa ilk okumada farkına varmadığım şeyleri fark etmeme ve kitabı daha iyi anlamama sebep oldu. Ve okurken gerçekten doydum. Dün gece kitabı bitirdikten sonra elim başka kitabı okumaya gitmedi, o büyü bozulmasın o tat damağımda kalsın istedim. Okurken ürperiyorsunuz ve dehşete düşüyorsunuz. Etkisinden çıkmanızsa çok zor.

  1984 gibi geleceğe yönelik kabus senaryosu - distopya türünde başka eserler de var, bazılarını okudum. Cesur Yeni Dünya, Fahrenheit 451 gibi.. Her yazar kendi algısına ve düşünce sistemine göre yeni bir dünya yazıyor, hepsinin doğru ve eksik kısımları var ve şimdiye kadar ki en iyisi 1984 bence.
  1984 ve Cesur Yeni Dünya birbirine çok benzer olan kitaplar. İçerik farklı olsa da yola çıkış noktası çok benze, bir çok kişinin bu iki kitabı karşılaştırdığını muhtemelen görmüşsünüzdür. Ben her ikisini çok severim, kendi çapımda bir karşılaştırma yapacak olursam;
 Cesur Yeni Dünya'da ki tüketim çılgınlığı, sarhoş beyinler, cinselliğin ve özel hayatın toplumlaştırılması... Bir çok yönden bugüne daha yakın bir tahmin, günümüzde insanlar tüketim çılgınlığına kendini kaptırmış, sarhoş gibi ve düşünmekten yoksun bir şekilde yaşıyor. Bu yönden bakınca Huxley'nin dünyasına çarpıcı derece de benze bir dünya da yaşadığımızın farkına varıyorsunuz ve bu gerçekten çok korkutucu, insanlar ruhsuz ve incelikten uzak sadece yaşayan varlıklar haline dönüşüyor, aynı Cesur Yeni Dünya'da ki gibi. 

  1984'e baktığınızda ise hem günümüzü hem geçmişi net bir şekilde görebiliyor ve sorgulayabiliyorsunuz. Bugün 1984'te ki dünyadan çok farklı bir yaşam sürdüğümüze inanmak zorlaşıyor bazen, gerçekten özgür müyüz? Düşüncelerimiz gerçekten bize ait mi? Kontrol edilmediğimizden gerçekten emin miyiz? Bence bu soruların cevapları kesinlikle evet olamaz.
  Bunun gibi daha bir çok benzerlik var ve bunlar okuyup keşfetmeniz daha iyi olacaktır bence.

  İki kitabı da çok severim ancak Cesur Yeni Dünya, 1984'teki kusursuz kurgu ve dolu dolu anlatımdan biraz yoksun. 1984 kurgu açısından ne kadar iyiyse dili de o kadar iyi. Okurken sizi düşündüren, düşünmeye mecbur eden dopdolu bir dili var.

  Bu türü seviyorum ve bu türde bulduğum diğer kitapları da okumak istiyorum. Yevgeni Zamyatin'in Biz'i de bu türde ve onu da en kısa sürede okumak istiyorum.

  Sanırım biraz fazla uzattım :) Ancak kitap gerçekten çok güzel ve her açıdan okunmaya değer. Bence bir kez değil bir kaç kez okunması gereken bir kitap, insanın ufkunu genişletiyor ve okudukça yeni şeyler öğrenebilme imkanı sunuyor. İyi ki ikinci kez okumuşum, muhtemelen bir kaç kez daha okuyacağım. Çok sevdiğim kitapları bir kaç kez okumayı çok severim ve böyle bir kitapta bunu kesinlikle hak ediyor.

  Kitabın son çevirisini çok beğendim, kapağı da kitabın yayınevinden daha önce çıkan kapaklarından çok daha güzel.  Celal Üster çevirisiyle ve George Orwell'in kurgusuyla muhteşem bir kitap ve bence herkes okumalı. İyi Okumalar :)

Alıntılar

"Duygularını gizlemek, aklından geçenlerin yüzüne yansımasını önlemek, herkes ne yapıyorsa onu yapmak, içgüdüsel bir tepkiydi."
"Winston sanki deniz dibi ormanlarında öylesine dolaşıyordu, canavarca bir dünyada kaybolmuş gibiydi, ama canavar kendisiydi sanki. Bir başınaydı. Geçmiş yok olup gitmişti, geleceği düşlemek olanaksızdı. Ondan yana olduğuna güvenebileceği tek insan kalmış mıydı acaba?" 

"Korkunu asla gösterme! Öfkeni asla belli etme! Gözlerindeki azıcık bir kıpırtı seni ele verebilir."

"Bağlılık, düşünmemek demektir, düşünmeye gerek duymamak demektir. Bağlılık bilinçsizliktir." 

"Bilinçleninceye kadar asla başkaldıramayacaklar, ama başkaldırmadıkça da bilinçlenemezler."

"Geçmiş silinmekle kalmıyor, silindiği de unutuluyor, sonunda yalan gerçek olup çıkıyordu." 

"Son, başlangıçta gizliydi." 

"İnsanın azınlıkta olması, tek kişilik bir azınlık olması bile, deli olduğu anlamına gelmiyordu." 

"Bir doğru vardı, bir de doğru olmayan; doğruya sarıldığın zaman tüm dünyayı karşına bile alsan, deli olmuyordun." 

"İnsan sevilmekten çok anlaşılmayı istiyordu belki de."

Aslında tüm kitabı alıntı olarak buraya geçirmek istiyorum :D 

Puanım


8 Şubat 2016 Pazartesi

Kızıl Gökler Altında Kızıl Denizler (Centilmen Piç #2) - Scott Lynch | Kitap Yorumu

Scott Lynch
Orijinal Adı: Red Seas Under Red Skies
Seri: Gentleman Bastard #2
Önceki Kitap: Locke Lamora'nın Yalanları
Sonraki Kitap: Hırsızlar Cumhuriyeti
Yayınevi: İthaki Yayınları
Sayfa Sayısı: 696
Baskı Yılı: 2015
Goodreads Puanı: 4.22  (59.451oy)

Arka Kapak Yazısı

"Bizi tarih kitaplarında ararsan en fazla satır aralarında bulabilirsin. Yok eğer efsanelerde ararsan işte orada övüldüğümüzü görebilirsin."

Usta hırsız ve dolandırıcı Locke Lamora ile ölümcüllüğünden hiçbir şey kaybetmemiş Jean Tannen, evlerinin ve geçmişlerinin enkazından kaçmış, Camorr'un Belası ise Camorr'suz kalmıştır. Ancak oradan oraya sürüklenmek Centilmen Piçler için bile bir seçenek değildir, onlar da en iyi yaptıkları işe geri dönerler… Bu kez hedefleri Tal Verrar şehir devleti ve şehrin en korunaklı, görkemli binası Günahane'dir.

Görüp görülebilecek en büyük kumarhane olan ve oradan bir tek sikke çalıp hayatta kalanın olmadığı Günahane, Locke'un direnemeyeceği türden bir hedeftir…

… fakat Locke'un kusursuz suçunun beklemesi gerekmektedir.

Çoksatan serisi Centilmen Piç'in ikinci kitabında Scott Lynch, açık denizlerin ve en alçakçasından kurnazlıkların eksik olmadığı sürükleyici öyküsünü, kırılma noktasına kadar sınanan bir dostluğu anlatarak dokuyor ve sarsıcı kalemiyle okurların hayal dünyasını alabora etmeye devam ediyor.

Yorum

  Locke Lamora'nın Yalanları'na bayılmıştım, harika bir kitaptı ve hal böyle olunca Kızıl Gökler Altında Kızıl Denizler'i hemen okumak istemiştim. Kitabı aldıktan sonra başlamam biraz uzun sürdü çünkü hem kitabı okumayı çok istiyordum hem de serinin diğer kitabı çıkmadığından bu kitabı bitirip beklemekten delirmek istemiyordum, neyse dayanamadım başladım tabii zor bu seriden ayrı kalmak.

  Kitap çok güzel ve hareketli başladı, kahramanlarımız artık Camorr'da değil Tal Verrar'dadır. Yeni şehir, yeni vurgun, yeni düşmanlar... İlk bölümler çok güzeldi, bu seriyi okurken hissettiğim coşkuyu hissettim. Locke Lamora'nın Yalanları'nı okurken o coşkuyu neredeyse tüm kitap boyunca hissetmiştim, zekice kurgu, heyecan verici planlar ve  dolandırıcılığın harmanlandığı kendine özgün dünyası olan bir kitap. Bu bahsettiğim coşkuyu nadiren yaşarım ve Scott Lynch bana bir kaç bölüm değil tüm kitap boyunca bol bol yaşatmıştı, bu yüzden bende yeri ayrıdır. Kızıl Gökler Altında Kızıl Denzler'de o coşkuyu maalesef ki giriş ve sonuçta yaşadım, aradaki bölümlerde pek olmadı ne yazık ki.

  İlk bölümler soygunu ve nasıl olacağını anlamaya çalışırken işin içine başka kişilerin ve olayların girmesiyle her şey karmaşıklaşıp büyüdü. Çok iyi gitti o zamana kadar sonra ise kitabın adını aldığı deniz yolculuğu başladı. Açıkçası o bölümleri çok çok sevmedim, bu hoşlanmadım demek değil sadece Centilmen Piç serisinin genel halinden biraz farklı ve yavaştı, denizcilik terimleri de çok fazla olunca bozuldum açıkçası biraz. o bölümler kötü müydü derseniz kesinlikle değildi bir çok olay yaşandı, hepside gayet iyiydi sadece denizde ki süre bana biraz uzunmuş gibi geldi, kitapta daha az yer kaplasa iyi olurdu diye düşünüyorum.

  Son bölümlere doğru ise kitap yeniden kendini buldu ve nasıl okuduğumu anlamadım, yazar ondan beklediğim her şeyi verdi o bölümlerde, okuması gerçekten çok güzeldi, evet coşkuyu fazlasıyla hissettim o bölümlerde. Hele sonu, çok güzeldi, bir an önce diğer kitap diğer kitap dedirten ve kitaba fazlasıyla yakışan bir son oldu.

  İlk kitaptan farklı olarak bu kitapta harita yer alıyor, aslında ilk ve sonda olmak üzere iki harita var ve ben ikinciyi en arka sayfada oluğu için çok sonra gördüm. O harita Tal Verrar'ın ve sizde benim gibi sonradan değil, Tal Verrar bölümlerini okurken bakın :D

  Kitabın ortamı değişince birçok yeni karakter de dahil oldu doğal olarak. Başarılı karakterlerdi, sevdiklerim de gıcık olduklarımda oldu (bkz. Arhon Stragos (adam çok gıcıktı, hiç sevmedim :D)). Locke ve Jean ise onları gerçekten çok seviyorum ve onları okumak gerçekten çok zevkli.

Locke Lamora'nın Yalanları Scott Lynch


Locke Lamora'nın Yalanları mı Kızıl Gökler Altında Kızıl Denizler mi derseniz? Ben Locke Lamora'nın Yalanları derim, bu kitabı da çok sevdim ama ilk kitap tartışmasız çok iyiydi, bu sanki bir tık geride kalmış. İlk kitabın en sevdiğim yönlerinden biri geri dönüşlerdi, bu kitapta yok denecek kadar azdı, buna üzüldüm biraz çünkü geri dönüşleri normalde de bu seride de seviyorum.
 

  Puan konusunda çok kararsız kaldım, özellikle son bölümlerden sonra tam puan tam puan diyor bir tarafım ancak objektif bakınca kitabın denizde geçen bölümlerinin serinin bir tık gerisinde kaldığını düşünüyorum, bu yüzden 5 üzerinden 4.5'te karar kıldım.

  Kitap çok güzeldi, fantastik severler için mükemmel bir seri. Okumadıysanız hiç durmayın başlayın derim. Üçüncü kitap The Republic of Thieves bir an önce çıkar umarım. İyi Okumalar :)

Puanım


5 Şubat 2016 Cuma

Amcamın Rüyası - Dostoyevski | Kitap Yorumu

amcanın rüyası
Orijinal Adı: Дядюшкин сон (Dyadyushkin son)
Seri: Yok
Yayınevi: Oda Yayınları
Sayfa Sayısı: 158
Baskı Yılı: 2008
Goodreads Puanı: 3.67  (695oy)

Arka Kapak Yazısı

  ‘Thomas Mann’ ın ‘Doğu’nun Dantesi ve Maksim Gorki’nin ‘Rus Shakespeare ’i’diye nitelediği Fyodor Miahiloviç Dostoyevski ,Tolstoy’ un yanı sıra, klasik Rus edebiyatının tipik temsilcisi ve simgesidir. Dostoyevski’ nin sanatsal ustalığı herkesçe kabul edilmekle kalmayıp, dünya edebiyatının önde gelen ünlü yazarlarından birçoğuna esin kaynağı olmuştur…”
  Amcamın Rüyası,yazarın;yozlaşmaya yönelmiş Rus soylu sınıfının birey – toplum
İlişkilerini alaylı bir dile işleyip,kara bir mutlu sonla bitirdiği uzun öykülerinden biri…

Yorum

  Amcamın Rüyası, Oda Yayınları dışındaki diğer yayınevlerinin Amcanın Rüyası olarak çevirdiği Dostoyevski romanı. Rus sosyetesini mizahi bir dille ele alan roman Kont'un Mosdasov'a gelmesiyle gerçekleşen olayları konu alıyor. 

  Yaşlı ve zengin Kont'un kente gelmesi, sosyetede büyük yankı uyandırıyor ve herkes bir yarışa girişiyor. Entrikalar, hileler hava da uçuşuyor ve herkes Kont'un peşinde. Dostoyevski o atmosferi çok güzel işlemiş, karakterler, olaylar ve diyaloglar büyük ahenk içerisindeydi. 

  Dostoyevski'nin karakterlerine ve karakter çözümlemelerini çok seviyorum, bu kitapta çok derine inmese de kitaba uygun olarak karakterleri yeterince tanıdık. Kitabın kahramanı Marya Aleksandrovna Mordasov'un en saygın soylu kimselerinden ve kitapta bol bol entrika çeviriyor ki beni şaşırttı bile. Hem saygınlığını koruyup hem de istediği şeyi elde eden, amaca giden yolda her şey mübah diye düşünen bir kadın.
  "Delinin birini başımızdan savdık," dedi Marya Aleksandrovna, "sıra diğerlerinde."

  Diğer ilgimi çeken karakterse Kont, yazarın onu tanımlayışı ve Kont'un tavırlarını ilgiyle okudum. Karakter kadar karakterin betimlemesini de beğendim, bunu paylaşmak isterim ancak okuyun ve görün bence. :)

  Dostoyevski bu kitabına mizahi ögeleri biraz daha fazla katmış gibi geldi bana, kötü mü derseniz? Bence kitabın havasına ve olaylara çok uygun olmuş, hatta çok beğendim :) Dostoyevski'nin mizahını ve kitaplarına bunu serpiştirmesini, ince alaylarını çok seviyorum ve bu kitaba da çok yakışmış. 

  Oda Yayınları'ndan çıkan çevirisini okudum ben, çok kötü değildi ama ruhtan biraz yoksun bir çeviriydi. Bazı cümleler sadece çevrilmişti, diğer cümlelere ya da ahenge uydurulmaya çalışılmamıştı. Genel olarak güzel olsa da bazı yerlerde eksikliğini belli eden bir çeviriydi.

  Bol entrikalı, yozlaşmanın mizahi bir dille anlatıldığı Dostoyevski eseri. Ben kitabı beğendim okuması zevkliydi ve karakterler-olaylar ilgimi çekti. Kitabın sonu biraz beklediğim gibiydi biraz da sürpriz oldu ve kitaba yakışan bir son olmuş kesinlikle. Dostoyevski seven biriyseniz okuduğunuza pişman olmayacağınız güzel bir yapıt. İyi Okumalar :)

Alıntılar

"İnsanların pek çoğu soyluca davrandıklarını sanıp, yalnızca kendilerini aldatırlar. Ben kendimi aldatmayı kabul etmiyorum." 

"Umut et, katlan ve hepsinden önemlisi cesur ol." 

"Her şey ölür, Zena. Anılar bile..."

Puanım



  

2 Şubat 2016 Salı

Resimli Adam - Ray Bradbury | Kitap Yorumu

Ray Bradbury
Orijinal Adı: The Illustrated Man
Seri: Yok
Yayınevi: İthaki Yayınları
Sayfa Sayısı: 337
Baskı Yılı: 2012
Goodreads Puanı: 4.12  (47,866oy)

Arka Kapak Yazısı

  "Her resim ufak birer hikâyedir. Onları seyredersen birkaç dakika içinde sana bir öykü anlatırlar."

  Resimli Adam'ın vücudundan yansıyan, hepsi birbirinden etkileyici on sekiz öykü… Ray Bradbury'den eleştiren, düşündüren ve dehşete düşüren bir bilimkurgu klasiği... Mars Yıllıkları'ndan hemen sonra, Fahrenheit 451'den bir süre önce yayımlanan bu kitap, Bradbury külliyatının en önemli eserlerinden biri.

  Ölümden inançlara, nükleer savaştan ırkçılığa, dünyanın sonundan uzaydaki yalnızlığımıza kadar insanlığa dair birçok konuya değinen Bradbury, hayallerimizle hakikatin karşı karşıya geldiği, modern bireyin psikolojisine ve teknolojik ilerlemenin karanlık yanına ışık tutan öyküleriyle bize yine bizi anlatıyor.



Yorum



Ray Bradbury

   Resimli Adam vücudunda resimli dövmeler bulunan adam, her dövmesi/her resmi bir hikayeyi anlatıyor. Her gece vücudundaki resimler ve buna bağlı olarak hikayeler değişiyor. Bu kitapta 18 hikayeye tanık oluyoruz ve hepsi de gerçekten birbirinden güzel. 

  Bir çoğunuz gibi ben de Fahrenheit 451 ile tanıdım Ray Bradbury'i ve çok sevdim. Fahrenheit 451, Yakma Zevki ve Mars Yıllıkları'nı çok sevmiştim aynı şekilde Resimli Adam'ı da sevdim. Yazarın kendine has bir üslubu var ve bu kitabı da aynı üslupla yazmış. Kısa hikayelerden oluşan kitapları çok tercih etmesem de Bradbury'nin eserlerini kesinlikle çok seviyorum.

  Yazar 18 farklı hikaye ile 18 farklı hayata, 18 farklı düşünceye değiniyor. Her hikaye en az bir mesaj barındırıyor ve hepsi de birbirinden önemli. Teknolojinin doğurabileceği olumsuz sonuçlar, ilerlemenin insanlar üzerindeki etkileri, modern çağ ile birlikte gelen yalnızlaşma ve insanların birbirinden kopması... Olası sorunlar ve şu an bile yaşamakta olduğumuz sorunlar kitapta kendine çok güzel yer buluyor. 

"Bunu neden yapıyoruz Martin? Uzay yolculuğunu yani. Sürekli hareket halindeyiz. Sürekli arayıştayız. Hep gerginiz, hiç dinlenemiyoruz."  "Belki de huzur ve sükunet arıyoruzdur. Bunları Dünya'da bulamayacağımız açık." 

  Ray Bradbury vermek istediği mesajları hikayelerle harmanlayarak çok güzel bir şekilde sunuyor. Hikayelerin bir çoğu uzayda geçiyor, sanırım yazar ilerleyen yıllarda uzaya çıkılabileceğine ve uzaylılar olduğuna çok inanıyor. Uzay hikayelerini sevmesem de Bradbury'nin kaleminden çıkan uzay hikayelerini seviyorum, hikayeler dışarıdan bir bakış açısı sağlıyor ve  yazar malzemeleri çok güzel bir biçimde kullanıyor. Burada önemli olanın sadece malzeme değil sunum da olduğunu bir kez daha anlıyorum. 

  Kitapta yazarın daha önce okuduğum kitaplarından 3 hikaye ile karşılaştım, Yakma Zevki'nden Tilki ve Orman ve Sürgünler, Mars Yıllıkları'ndan ise Ateş Balonları adlı hikaye. Mars Yıllıkları'nda da aynı duruma şahit olmuş ve dile getirmiştim;
"Kitaptaki Usher II adlı hikayenin çok benzerini Yakma Zevki'nde de okumuştum, daha doğrusu buradaki hikayenin tek farkı daha kısa ve Mars'a uyarlanmış olmasıydı. Yazar neden iki kitapta da aynı hikayeyi kullandı ya da bu hikayeye olan bağlılığı ne çözemedim. Sanırım Edgar Allan Poe hayranlığından kaynaklanıyor." 
  Duruma böyle bir yorum yapmıştım, şimdi o kadar emin değilim hikayelerin tekrarlanma sebebinden. Aslında hikayeler güzel olduğu için ikinci kez okumak sorun olmadı, severek okudum.

  Kitaptaki hikayelerin çoğunu sevdim bazılarını çok sevmesem de genel olarak gerçekten güzel ve anlamlılardı. Mars Yıllıkları'nı sevdiyseniz tam size göre bir kitap, Ray Bradbury seviyorsanız Resimli Adam'ı da mutlaka okuyun derim. Eğer yazarla hiç tanışmadıysanız hala geç değil, geciktirmeden bir kitabını okuyun. Umarım kitabı okumuşsunuzdur ya da okursunuz ve seversiniz. İyi Okumalar :)

Alıntılar

"Yaşam sona ererken ekranda aniden görülen kısacık bir film şeridi gibiydi, yaşamın tüm önyargıları ve tutkuları boşlukta bir an için yoğunlaşır ve aydınlanır, siz daha "Buradaki gün iyiydi, şuradakiyse kötü, şu yüz ne kötüydü, buysa ne iyi," diyemeden film yanıp kül olur, ekransa kararırdı." 


"Bir şey bittiğinde aslında hiçbir zaman yaşanmamış gibi olur." 


"Bunu neden yapıyoruz Martin? Uzay yolculuğunu yani. Sürekli hareket halindeyiz. Sürekli arayıştayız. Hep gerginiz, hiç dinlenemiyoruz.""Belki de huzur ve sükunet arıyoruzdur. Bunları Dünya'da bulamayacağımız açık." 
"Sevginin de mizahla alakası yok mudur zaten? Birine katlanmadıkça onu sevemezsiniz, öyle değil mi? Ve birine gülmeden de ona sürekli katlanamazsınız." 


"O kadar mutluydu ki başkalarının da o kadar mutlu olmasını istiyordu." 


"Anılar, babamın bir keresinde dediği gibi, kirpi gibidir... Onlardan uzak dur. İnsanı mutsuz ederler, işini bozarlar. Adamı ağlatırlar." 
"Hepimiz aptalız, hem de her zaman. Sadece her gün farklı türden aptalız. Sanıyoruz ki bugün aptal değiliz, dersimizi aldık. Dün aptaldım ama bu sabah değilim. Ertesi gün de anlıyoruz ki, evet, o gün de aptaldık. Bence bu dünyada büyümenin ve ilerlemenin tek yolu mükemmel olmadığımızı kabul edip buna göre yaşamaktan geçiyor." 


"İnsan bir kez hata yapmaya görsün, yanlış yaptığını kabul edip baştan başlamak ne kadar da zordur."

Puanım