29 Mayıs 2017 Pazartesi

Nisan Ayında Okuduklarım


  Herkese merhaba! Ne zamandır buralara uğrayamıyorum, özlemişim cidden. Blogger arayüzünü görmeyeli uzun zaman olmuş. Sevdiğim blogları da takip edemez oldum, arayı kapatabilirim umarım. :)

  Kitap okumaya bile istediğim kadar vakit ayıramadığım için blogu iyice aksattım, bende en azından aylık rapor gibisinden yazı eklemeye karar verdim.

  Nisan'da toplam  8 kitap okumuşum.



1. Bulantı - Jean Paul Sartre
Yorumuma buradan ulaşabilirsiniz.


2. Çöl Mızrağı - Peter V. Brett
Yorumuma buradan ulaşabilirsiniz.


3. Ruhsal Zeka - Muhammed Bozdağ
Yorumuma buradan ulaşabilirsiniz.


4. Parfümün Dansı - Tom Robbins
Yorumuma buradan ulaşabilirsiniz.



5. Bir İdam Mahkumunun Son Günü - Victor Hugo
Yorumuma buradan ulaşabilirsiniz.


6. Dr. Jekyll ve Bay Hyde - Robert Louis Stevenson
Yorumuma buradan ulaşabilirsiniz.



7.Kadınlar - Eduardo Galeano

Kitabın ismi beni çekince neymiş diye baktım ve ilgimi çekince okumaya başladım. Eduardo Galeano, Uruguay'lı bir gazeteci ve baya çalkantılı bir yaşamı olmuş. askeri darbe yüzünden hapse atıldığı olmuş, siyasi olaylar nedeniyle ülke değiştirmek zorunda kalmış. Zor bir hayat yaşamış ve bu kitabı yazmış.

Kitap kadınlarla ilgili küçük yazılardan oluşuyor, deneme türünde ve yazarın kendi kalemine özgü bir havası var. Tüm dünya tarihindeki yaşamış kadınlar ve efsanelerden topladığı olayları kendi kalemiyle okura aktarıyor ve kadının dünya tarihinde ne kadar zorluklar yaşadığını öyle güzel gözler önüne seriyor ki. Ve bir erkek olarak bu tutumunu her sayfa da takdir ettim. Kitapta ki yazılar öyle oku geç şeklinde okunmamalı, her yazı insana çok şey anlatabilecek nitelikte. Bende yavaş yavaş okudum, zaman zaman kanım dondu; kadınların çektikleri karşısında, zaman zaman da göğsüm kabardı; erkek egemen toplumlarda, zincirlere karşı çıkarak her şeyi göze alan, boyun eğmeyen kadınlar karşısında.

Yazarın düşüncelerine tamamen katılmasam da yazdığı kitap insana hem ilham verebilecek nitelikte hem de kadınların dünya da ne kadar hor görüldüğünü kanıtlayacak nitelikte. Zaman ayrılıp okunması gereken kitaplardan olduğunu düşünüyorum.


8.Gökdelen - J.G. Ballard


Uzun zamandır okuduğum en ağır kitaptı, hem akmadı hemde beni reading slump kıyılarında dolaştırdı.

Aslında yazar çok iyi bir fikir ve mesaj kaygısı ile yola çıkıyor, modern kültürün ve tüketim toplumu yapısının insanlık üzerindeki etkisini ve ruhunda meydana getirdiği çürümüşlüğü anlatmak istiyor ve bunu küçük bir topluluk üzerinde anlatmaya çalışıyor.

İnsanlar kendi kendine yeten gökdelenlerde yaşamaya başlıyor, tek gökdelende ortalama iki bin kişi yaşamını sürüyor, içinde okul, alışveriş merkezi ne ararsanız var. Sistem öyle kurulmuş ki dışarıya hiç çıkmadan yaşamak mümkün. Gökdelende ise katmanlı bir toplum yapısı söz konusu, üst kata çıkıldıkça refah seviyesi artıyor ve en üst kasttakiler burjuvazi yaşamını temsil ediyor. Bu yaşam tarzı herkesin içinde çürümüşlüğe sebep olmuş ama herkes bunu maskesi ardına gizliyor. Aslında tüm bunları ilk 50 sayfa da anlıyorsunuz. Zaten yazar o 50 sayfadan sonra insanın içindeki o çürümüşlüğü dışarı çıkarıyor ve ortaya tam anlamıyla vahşetin hüküm sürdüğü bir kaos ortamı çıkıyor. Yazar vahşiliğe vurguyu biraz fazla yapmış bu da okuru rahatsız ediyor, iyi anlamda değil.

Kitap fikir ve mesaj açısından çok iyi bir noktadan çıksa da yazar nasıl yaptı bilmiyorum ortaya okunması çok zor bir kitap çıkarmış. Dili ağır değildi ama akmıyor kesinlikle, ben kitap okurken çok nadiren bu sorunu yaşarım ve kitapta okurken beni zorladı açıkçası.

Genel olarak iyi bir kitap olsa da yazarın vahşete olan (benim gereksiz bulduğum) fazlaca vurgusu ve kitabın bir türlü akmaması yüzünden düşük puan verdim. Şimdilik yazarın başka kitabını okumayı düşünmüyorum.




Blog da aktif olamasam da Goodreads'te gecikmeyle de olsa yorum ekliyorum, bu yorumları da oradan alıyorum. Mayıs yazımı da çok geçmede ekleyeblirim umarım. Herkese hayırlı ramazanlar. :)

12 Mayıs 2017 Cuma

Ne Okudum - Bilge Adamın Korkusu (Kralkatili Güncesi 2. Gün) | Patrick Rothuss

Orijinal Adı: The Wise Man's Fear
Seri: The Kingkiller Chronicle #2
Önceki Kitap: Rüzgarın Adı
Esmanın Yorumu: Bilge Adamın Korkusu
Yayınevi: İthaki Yayınları
Sayfa Sayısı: 1142
Baskı Yılı: 2011
Goodreads Puanı: 4.57  (270,269 Oy)


Arka Kapak Yazısı
   Her bilge adamın korktuğu üç şey vardır: fırtınalı bir deniz, aysız bir gece ve yumuşak başlı birinin öfkesi.,

   Bilge Adamın Korkusunda Kvothe kahramanlık yolundaki ilk adımlarını atıyor ve kendi
ömrü dahilinde efsane haline gelmenin hayatı bir adam için ne kadar zor kılabileceğini öğreniyor.

   Uyuyan höyük krallarından prensesler kaçırdım. Trebon kasabasını yakıp kül ettim. Felurianla bir gece geçirdim ve hem canıma hem de aklıma mukayyet olabildim. Çoğu insanın alındığından daha küçük bir yaşta Üniversiteden atıldım. Başkalarının gündüz gözüyle ağızlarına almaktan bile korktukları yollardan ay ışığı altında geçtim. Tanrılarla konuştum, kadınlar sevdim ve ozanları ağlatan şarkılar yazdım.

   Benim adım Kvothe. Belki beni duymuşsunuzdur.

Yorum
   Herkese merhaba kitap severler! Öyle uzun zaman olmuş ki yazmayalı, bir kitap yorumunun nasıl yazıldığını az kalsın unutuyordum. Blogu ve yorumları bu denli ihmal etmiş olmak beni fazlası ile üzüyor ama hayatta her zaman istediğimiz kadar boş zaman ve istek olmayabiliyor bu tarz işler için. Şu sıralar bir iki kitap okuyup bitirmiş olmama rağmen yorumunu giremeyecek kadar meşgul, yorulmuş ve hevessiz bir dönemden geçiyorum. Umarım yakında bu durumların hepsinden kurtulur ve blogla daha alakalı olduğum günlere dönerim. Her neyse ilk kitabını oldukça beğendiğim Kralkatili Güncesi serisinin ikinci kitabını da an itibari ile bitirdim ve sıcağı sıcağına yorumumu yapmayı ihmal etmeyim istedim.


    Kendisine “kissed by fire” lakabını yakıştırdığım kızıl kafa Kvothe’un maceraları son hızıyla devam ediyor. Hem de oldukça kalın ikinci kitabıyla. Bu kitabı çok kısa sürede ve oldukça kendimi kaptırarak okudum dersem bir miktar yalan söylemiş olurum. Kitap oldukça akıcı olmasına rağmen hem yoğun bir dönem geçirdiğim için hem her yere taşınabilir bir yapısı olmadığı için çoğu zaman okumayı ihmal ettim veya başka kitapları araya sıkıştırmak durumunda kaldım o nedenle biraz geniş zamana yayarak okudum ama yine de efsanevi tadını almaktan geri durmadım.

     Önceki kitap ardında bıraktığı birtakım gizemler ile ve oldukça güzel bir kurgu ile başlayıp sona ermişti, okuyanlar bilirler. Bu kitapta da son derece güçlü bir kurgu olduğu hemen gözüme çarptı. Zaten baş karakteri sevmiş ve benimsemişseniz, kurgu aşırı derecede saçmalaşmadıkça kitabın tadı size hep leziz gelir kanısındayım. Bende arka kapak yazısındaki gibi destanlara konu olan, Felurian ile bir gece geçiren, üniversiteden atılan, tanrılarla konuşan Kvothe’umu sevdiğim için bu kitapta da nefesimi kesen yerler oldu.


   Olaylardan önce karakterlerden bahsetmemiz gerekirse, ilk kitaptan çok da farklı bir kadrosu olmadığını görebilirsiniz. Yine başı Kvothe çekmekle birlikte, üniversitedeki öğretmenler, Denna, Kvothe’un yakın arkadaşları Fela, Simmon, Wil gibi karakterlerin yanı sıra yeni ve farklı karakterler de kadroya dahil oluyordu. Bazılarını gerçekten çok sevdim. Tempi’yi,  Vashet’i, Brendon’ı, Celean’ı ve daha birçoğunu. Sizin de tanıdıkça seveceğinizden şüphem yok. Tabi pek içimin ısınmadığı kişiler de var. Mesela Felurian karakteri ve kitaptaki yeri bana saçma ve gereksiz geldi. Felurian’ı arka kapak yazılarından ve resimlerdeki tasvirlerden yola çıkarak çok daha farklı ve büyüleyici hayal etmiştim. Hevesinizi kırmak gibi olmasın ama kitaptaki yerinin pek de öyle olmadığını görünce bir nebze hayal kırıklığına uğradığımı söylemeden geçemeyeceğim. Bölümü gereksiz yere uzatılmıştı ve fantastik bir eser olmasına rağmen bazı paranormal yerlere saçma şekilde yer verilmişti.

                                                                     [!!SPOILER!!]
Ademler ile ilgili yerler de bazen sıkıcı ve yavaş ilerlese bile kitaba farklı bir boyut kazandırıyordu. Kitabın hep üniversitede veyahut hep yollarda geçmesini beklemek saçmalıktı. Yazarın Kvothe’u sürekli bambaşka dünyaların içine sürüklemesi, kitaba hareketlilik katıyordu. Bir yandan Severen’de Maer’in yanında, bir yandan Trebon taraflarında ejderuslar ile boğuşurken, bir yandan dünyadan çok uzaklarda fey dünyasında, bir yandan ormanlarda kamp kurarken haydut peşinde, bazense Ademre denen topraklarda Adem fedaileri tarafından eğitilirken onu görmek size de bambaşka kitaplar okuyor, bambaşka dünyalara gidiyor tadı veriyordu. Bu tür gezinti ve maceraların daha ergenlik döneminde diyebileceğimiz küçük Kvothe’umuza deneyim ve hayata bambaşka bakış açıları kazandırdığı, aynı zamanda bizlere Kvothe’un sahip olduğunu görmediğimiz birtakım özelliklerini gösterdiği gerçeği hoşuma gitti. Yine de en çok Kvothe’un üniversitedeki hallerine, oradaki arkadaşlıklarına özlem duyduğumu söylemem gerekir.
                                                              [!!SPOILER SONU!!]

    Yazar yine bu kitapta da özgün kurgusu ile bizleri şaşırtmaya devam ediyordu. Zaten en baştan beri sevdiğim ve “3S”olarak isimlendirdiğim sigaldri, simya ve sempati durumlarını kitapta oldukça seviyorken bunun dışında isimler, haritalar, Ademlerin dili, tarih, mahremiyete bölgeden bölgeye bakış açılarının farklı olması gibi orijinallikler göze çarpıyordu kitapta.

    Yer yer hatta çoğu zaman Kvothe’un sigaldrisini, sempatisini, alarını, lavta çalmasını özlediğim yerler oldu çünkü kitap çok kalın olduğu için sevgili kahramanımızın bunlar dışında uğraştığı birçok şey de oluyordu.


   Kitabın bambaşka, gizemli bir dünyası var. Siz de Kvothe ile birlikte birçok soru işaretinin ve gizemin peşinde sürüklenirken buluyorsunuz kendinizi. Kitap bu kadar kalın olunca ve seri üç kitaptan oluşacak olunca gizemin bir kısmının bu kitapta çözülüp bazı şeylerin açığa kavuşacağını düşünüyor insan ama 1200’e yakın sayfayı yalayıp yutmuş olmama rağmen en ufak bir soruma bile cevap bulamadım demekle kalmayıp bu kitap yeni soru işaretlerine sebep oldu diye de eklemek istiyorum. Biraz spoilerımsı bir şey söylemek istiyorum. O yüzden dikkatli okuyun bu satırları! Kitabın asıl gizemi hem Kvothe hem bizim için Chandrialılar olmakla beraber biraz fazla gizemli kalıp abartıldıklarını düşünmeye başladım. Herkesin onlar hakkında bir şeyler söylemekten kaçınması, onlarla ilgili hiçbir kaynakta yeterli bilgi bulunmaması abartıya kaçmış. Keşke bu kitapta biraz daha netleşen noktalar olsaydı düşüncesindeyim.



   Çok da uzatıp içinizi sıkmak istemiyorum. Zaten spoiler vermeden de tam layıkıyla yorum yapabileceğimden emin değilim. Şimdiye kadar istemeden de olsa arada spoilerlar kaçırdığım noktalar olduysa bağışlayın. Kitap tuğla gibi olsa da gözünüz korkmasın bakmayın benim biraz uzattığıma da oldukça akıcı ve muhteşem bir kitap. Şimdiden en sevdiğim ilk beş seri içine gözü kapalı girdi. Patrick Rothfuss’u ve yazım tarzını da oldukça beğendim. Üçüncü kitabı sabırsızlıkla bekliyorum ve herkese de mutlaka okumalarını tavsiye ediyorum. Canım kitabım. Herkese bol kitaplı günler!


  Alıntılar
Evet, kusurluydu. Fakat gönül meselelerinde bunun ne önemi var? Biz insanlar bir şeyi sevdik mi severiz. Mantığın bunda yeri yoktur. Hatta mantıksız sevgi pek çok açıdan gerçek sevgidir. Sevmek için bir sebep oldu mu herkes sevebilir. Böyle bir şey cebinize bir peni koymanız kadar doğaldır. Ama bir sebep olmadan sevmek… Kusurları bilip onları da sevmek… İşte bu nadir, saf ve mükemmel bir şeydir. 
Annemin saçlarımı okşaması. Bana sarılan kolları. Başımı boynundaki o kıvrıma kusursuzca yaslamam. Geceleri kamp ateşinin yanında kucağına oturup kendimi miskin, mutlu ve güvende hissetmem. En kötü anılar bunlardı. Kıymetli ve mükemmel. Ağız dolusu cam kırığı kadar keskin.
Müzik kendi kendini açıklar, o hem yoldur hem de yolu gösteren harita. İkisi birdendir.
Her açık bilgi aslında tercüme edilmiş bir bilgidir ve her tercüme kusurludur. 
Çok dikkatli baktığın için yeterince göremedin. Fazla bakmak görmeye mani olabilir, anlıyor musun?
Şarkılar kendi saatlerini ve mevsimlerini seçerler. Ezgin cılızsa bunun bir sebebi vardır. Ezginin tonu yüreğinin mizacıdır ve çamurlu bir kuyudan temiz su çekemezsin. Tek yapacağın artıkların dibe çökmesini beklemektir. Yoksa sesin kırık bir çanınkinden farksız olur. 
Hangilerini daha ilginç bulurdunuz? Kendilerini hemen kollarınıza atanları mı, yoksa daha zorlu, daha çekingen, hatta çabalarınıza karşı kayıtsız kalanları mı? Aynı durum kadınlar için de geçerlidir. Bazıları erkeklerin yılışıklığına katlanamaz. Ve kendi kararlarını vermek için rahat bırakılmak hepsinin hoşuna gider. Daima gözünüzün önünde olan bir şeyi özlemeniz güçtür.
Teccam, Tecelli adlı eserinde sırlardan bahsederek onlara zihnin ıstırap verici hazineleri der. Çoğu insanın sır zannettiği şeylerin aslında hiç de öyle olmadığını açıklar. Mesela gizemler sır değildir. Az bilinen gerçekler veya unutulmuş hakikatler de. Teccam’a göre bir sır, faal olarak bilinen gizli bir bilgidir. 
Çoğu sır ağız sırrıdır. Paylaşılan dedikodular ve fısıldanan küçük skandallar gibi. Bu sırlar dünyaya salınmak için can atmaktadır. Bir ağız sırrı çizmenizin içine kaçmış küçük taş gibidir. İlk başta onun farkında bile olmazsınız. Ama daha sonra rahatsız edici ve en sonunda katlanılmaz hale gelir. Ağız sırları tutuldukça büyürler, dudaklarınıza baskı yapana dek şişerler. Serbest kalmak için didinirler. Yürek sırları farklıdır. Bunlar mahrem ve ıstırap vericidir. Tek istediğiniz onları dünyadan saklamaktır. Ağzınızda şişip dudaklarınıza baskı yapmazlar. Yürekte yaşarlar ve saklandıkça ağırlaşırlar.    
Teccam ağız dolusu zehrin bile bir yürek sırrından daha iyi olduğunu iddia eder. Bir budalanın bile ağzındaki zehri tükürebildiğini, ama bizlerin bu ıstırap verici hazineleri sakladığımızı söyler. Onları her gün biraz daha yutkunarak içimizde daha da derine inmeye zorlarız. Orada otururlar, ağırlaşırlar, çürürler. Yeterince zaman geçerse kendilerini saklayan yüreği ezerler.
Dünyada hiçbir şey birini alışık olmadığı bir hakikate inandırmak kadar zor değildir.
Yabancı diller müzik enstrümanları gibidir: ne kadar çok dil bilirseniz yenilerini öğrenmeniz o kadar kolaylaşır.
En fazla şeyi cevap veremediğimiz sorulardan öğreniriz. Bunlar bizi düşünmeye sevk eder. Bir insana tüm cevapları verirsen elde ettiği tek şey bazı hakikatler olur. Ama ona bir soru verirsen kendi cevaplarını kendi arar.
Uyurken bir ateşin resmiydi. Uyanıkken ateşin ta kendisi.
Gurur ve akılsızlık; bu ikisi daima el ele gider.
Öykü dediğin ceviz gibidir. Bir budala onu bütün bütün yutup boğulur. Başka bir budala değersiz olduğunu sanıp atar. Ama bilge bir kadın kabuğu kırmanın ve içindeki meyveyi yemenin bir yolunu bulur.
Bazen bir insanın alabileceği en iyi yardım, başka birine yardım etmesidir.
Fakat sessizlik öncekinden de güçlüydü. O kadar yoğundu ki ekmeğinizin üstüne sürüp yiyebilirdiniz. Öyle sessizlikler vardır ki sözcükler bile bunları kovamaz.

Puanım