31 Mart 2017 Cuma

Tek Başına (Dedektif D.D Warren #1) - Lisa Gardner | Kitap Yorumu

d.d warren

Orijinal Adı: Alone
Seri: Dedective D.D. Warren #1
Sonraki Kitap: Saklambaç
Yayınevi: Martı Yayınları
Sayfa Sayısı: 500
Baskı Yılı: 2007
Goodreads Puanı: 3.97  (38,552 Oy)

Arka Kapak Yazısı

Silahlı bir adamın, karısını ve oğlunu rehin aldığı ihbar edilir. Komşular silah sesleri duyar. Evden gürültüler gelmektedir. Boston emniyet teşkilatı ayaktadır. Olay yerine ilk gelen keskin nişancı Bobby Dodge’un tek başına namlunun arkasından seyrettiği, sıradan bir karı-koca kavgası mı, yoksa ustaca tezgâhlanmış bir oyun mudur? Öfkeli kocanın parmağı tetikte kenetlenmişken memur Dodge’un karar vermek için zamanı daralmaktadır.

Güzel, alımlı ve tehlikeli Catherine Rose Gagnon için bu ilk kabus değildir. Yirmi beş yıl önce, henüz küçük bir kızken acımasız bir sapık tarafından kaçırılmış ve toprağın altında kabus dolu bir ay geçirmiştir. Şimdiyse kocası gözlerinin önünde öldürülmüştür. Üstelik bütün gücünü ve bağlantılarını kullanmaya hazır olan kayınpederi Yargıç Gagnon, oğlunun ölümünden dolayı Catherine’i suçlamaktadır. Etrafındaki çember gittikçe daralan Catherine akıntıya karşı tutunacak bir dal aramaktadır.

Bay Bosu, işlediği korkunç suçlar yüzünden yattığı yüksek güvenlikli hapishanede geçirdiği yalnızlık dolu yıllardan sonra hayatta kalmayı başarmıştır. O artık özgür bir insandır. Kimsenin adını, sanını bilmediği, bütün dünyanın unuttuğu bir adam. Onun unutmadığı tek şey ise intikamdır.

Yıllar süren zorlu eğitim, gecesi gündüzü belli olmayan bir hayat, aileye ve aşka yer kalmayan bir dünya. Ve bütün bunlar tek bir atış içindir. Namlu henüz soğukken yapılacak tek bir atış. Bir kurbanın başına silah dayalıyken keskin nişancının yaralama ya da sakat bırakma lüksü yoktur.

Bir can kurtarmak için bir can alırsınız.. Ve bedelini bir ömür boyu ödersiniz..


Yorum

  Lisa Gardner, çok sevdiğim polisiye yazarlardan biridir. Bundan önce sadece iki kitabını okumuştum ama ikisini de çok sevmiştim, yazar klasik bir polisiye gibi başlıyor ve olayları öyle bir noktaya taşıyor ki ister istemez şaşırıyorsunuz.

  Dedektif D.D. Warren, sekiz kitaptan oluşan bir seri. Serinin baş kahramanı elbette D.D. Warren adlı kadın bir dedektif. İsmi ise saklı, D.D. gizemini benim bildiğim kadarıyla hala koruyor. D.D. işi için yaşayan, tam bir polis, sizi çok şaşırtan bir karakter değil. Ben pek sevmemiştim, serinin üçüncü kitabı olan Sessiz Çığlık'ta tanımıştım ve ısınamamıştım, duygularım hala geçerli, bana biraz zorlama bir karakter gibi geliyor. Neyse zaten bu kitapta da pek az gördük onu.

  Tek Başına, ilginç bir olay örgüsüne sahipti. Polisiyelerde genelde bir cinayet olur ve sonra polis araştırmaya başlar bizde onu okuruz. Bu kitapta ise bu durum farklıydı biraz, bir polis bir adamı vurmak zorunda kalıyor ve bu yaşananlar planlı bir cinayet mi? yoksa değil mi? sorusu ile başbaşa kalıyorsunuz ve olaylar başlıyor.

  Genel olarak güzel bir polisiye, şaşırtıcı ve farklı detayları var. -Her ne kadar ben pek şaşırmasam da, çok fazla polisiye okuyunca bir süre sonra şaşırmak pek mümkün olmuyor ne yazık ki.- Yazar iyi bir hikaye ve olay örgüsü seçmiş, okurken sıkılmıyorsunuz sayfalar akıp gidiyor. Bay Bosu adlı karakterin kitaba kattığı gerilim hoş olsa da karakteri çok doğal bulmadım. Catherine karakteri ise hem kafa karıştırıcı hem de iyi kurgulanmış bir karakterdi ama yine de eksikleri vardı.

  Aslında kitap genel anlamda iyi olsa da her şeyde bir parça eksikliği vardı. Yazar yıllar içinde tekniğini geliştirmiş çünkü benim okuduğum ve bu kitaptan sonra yazılan Sessiz Çığlık ve Kusursuz Tuzak çok daha başarılı kitaplardı. Hala yazarın en sevdiğim kitabı Kusursuz Tuzak, polisiye severlere kesinlikle öneririm. Kusursuz Tuzak'ın yorumuna buradan ulaşabilirsiniz.

  Polisiye-gerilim sevenler için Lisa Gardner iyi bir seçim olacaktır, yazarın şaşırtmacalı ve asla göründüğü gibi olmayan olay dizileriyle dolu kitapları kesinlikle okumaya değer. Bolca kitapla kalın dostlar. :)

Bonus!!

Serideki kitaplar birbirinden bağımsız, yine de sırayla okumak isteyenlerin aklında bulunsun. :)

Dedektif D.D Warren Serisi Kitap Sırlaması
1.Tek Başına
2.Saklambaç
3.Sessiz Çığlık
4.Anlatmak İçin Yaşa
5.Kızım İçin Son Kez
6.Son Yüzleşme
7.Korkuya Yer Yok

Puanım


29 Mart 2017 Çarşamba

Babalar ve Oğullar - İvan Turgenyev | Kitap Yorumu


Orijinal Adı: Отцы и дети
Seri: Yok
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 264
Baskı Yılı: 2010
Goodreads Puanı: 3.94  (47,165 Oy)

Arka Kapak Yazısı

Klasik Rus edebiyatının unutulmaz yazarı Turgenyev, çağdaşlarından bütünüyle farklı bir yol izlemiş, yaşadığı dönemde Avrupa'da yazılan romanlara ve Avrupa kültürüne daha yakın bir tavır sergilemişti. Turgenyev'in başyapıtı olarak tanımlanan Babalar ve Oğullar, bu etkinin izlerini taşır. Romanın öne çıkan karakteri Bazarov, arkadaşı Arkadiy'e ve onun modern değerlerle yaşamayı seçen babasıyla amcasına öyle sinir bozucu bir biçimde karşı çıkar ki, sergilediği nihilizm Bazarov'un müthiş zekâsıyla birleşince genç bozguncunun saldırılara uğraması kaçınılmaz olur. Tıpkı romanın yayımlanmasından sonra yoğun saldırıya uğrayan Turgenyev gibi. İvan Turgenyev, Babalar ve Oğullar'ın yayımlanmasından sonra ülkesini terk etmek zorunda kalmış, yaşamını Avrupa'da sürdürmüştü.

Yorum

  Kitabı bitireli iki gün kadar oldu ancak yorumu yeni yazabilyorum, Kusursuzlar'a o kadar öfkelenmiştim ki ilk onun yorumunu yazdım. 

  Turgenyev'in en bilinen eseri Babalar ve Oğullar 19.yy Rusya'sında köylü ve eğitim görmüş sınıfın karşılaştırıldığı bir eser. İki baba ve iki oğulun kesişen hikayeleri. İsminden sonra ben daha net bir baba-oğul çatışması beklemiştim ama yazar düşündüğüm kadar durmadı bu konunun üzerinde. Daha çok Bazarov karakteri ve onun nihilizmine ağırlık vermiş.

  Bazarov.. kitabın başında kitabın yan karakterlerinden biri gibi dursa da kitabın en güçlü ve en üstünde durulan karakteri. Bazarov'un kendinden emin oluşu, güçlü düşünceleri karşısındaki her karakteri etkiliyor ve hepsinin üzerinde ayrı bir etkiye sebep oluyordu. Arkadiy ise Bazarov'dan etkilenen, yakın bir arkadaşı. Zaman geçtikçe Bazarov'un düşüncelerine daha net hakim oluyoruz, ilk başlar yazar Bazarov'un nihilizmini övüyor gibi görünse de sonlara doğru onun düşünce yapısındaki boşlukları göz önüne seriyor.

  Eski-yeni kuşağın arasındaki farkın Turgenyev'in kaleminden okumak ve o zamanın Rus yaşam tarzına şahit olmak açısından Babalar ve Oğullar çok uygun bir klasik. Dili açık, okuması kolay bir eser, okumak isteyen herkese öneririm. 

Alıntılar

Anılarım pek çok ama hatırlanacak hiçbir şey yok, önümde ise uzun, upuzun bir yol var ama bir amacım yok.. Bu yola gitmek de istemiyorum. 
geçmişi hatırlamanın lüzumu yok, geleceğe gelince; onun için kafa patlatmaya değmez. 
Sevilmeden sevmekten daha güç hiçbir şey yoktur. 
Ölüm eskidir ve her birimize yeni gelir.

Puanım


28 Mart 2017 Salı

Kusursuzlar - Louise O'Neill | Kitap Yorumu


Orijinal Adı: Only Ever Yours
Seri: Yok
Yayınevi: Yabancı Yayınları
Sayfa Sayısı: 400
Baskı Yılı: 2017
Gooderads Puanı: 3.84  (7,458 Oy)

Arka Kapak Yazısı

“Bizim gibi kızlar için eş olmak özgürlüktür.”

Stepford Kadınları, 1984, Damızlık Kızın Öyküsü romanlarının ve Kötü Kızlar dizisinin öğelerini bulabileceğiniz beklenmedik, rahatsız edici ve merak uyandırıcı kusursuzlar kadınların, erkeklere hizmet etmeleri için yaratıldığı bir dünyada geçiyor, bütün kızların ilk görevi güzel olmaktır. Artık doğal yollarla dünyaya gelmiyor, özel olarak tasarlanıyorlar sonra da reşit olana kadar Okullarda, gelecekteki eşlerini tatmin etmek için yetiştiriliyorlar.

Eş olarak seçilemeyenler için ise geriye kalan seçenekler cariye veya Okul’da öğretmen olmak.

Okul’daki son senelerinin stresi artarken, Freida’nın en yakın arkadaşı hiç yapmaması gereken bir şey yapar: Kilo alır. Hemen sonrasında kızların izole ortamına eş seçmeye hevesli erkekler gelir.

Freida geleceği için savaş vermek durumundadır. En yakın arkadaşı, en sevdiği kişiye ihanet etmek zorunda kalacak olsa bile…

Yorum

  Cümleleri toplayamıyorum öfkeden. Kitap Flashtvdeki reklamlar gibi,
Çakma ürünleri yeni gibi sunma; ePad, eFon..
Aynı şeyleri sürekli tekrar etme;kitapta sürekli aynı şeyi okuyorsunuz bazen acaba bu sayfayı okudumda yanlışlıkla geri mi okuyorum diyorsunuz.
Sinir bozucu sunucu, kitabın anlatıcısı kız o kadar sinir bozucuydu ki her sayfada biri kafasını patlatsa keşke diye okudum, nasıl tv karşısında o sunucular sizi delirtiyor freida ondan daha beterdi.
Ve pazarlama bir şekilde tuzağa düşüp ürünü alıyor ve okuyorsunuz. Sanıyorsunuz ki feminist distopya okuyacaksanız işte o noktadan sonra işler karışıyor.

  Ben feminist distopya beklentisi ile başladım, okuduğum bir tanıtım buna sebep oldu kitabı araştırmadan okudum, genç yetişkin edebiyat ürünü olduğunu da okurken öğrendim. Neyse, işte ben feminizm, kadın hakları sistem eleştirisi bekleyerek kitaba başladım. Yazar kadınların ciddi ciddi eşya olduğu bir dünya kurgulamış, erkeklerin beğenisine göre üretilen havvalar on altı yaşına gelene kadar iyi eş olmayı öğreniyor ve sürekli kiloları ölçülüyor, güzellik testine tabii tutuluyorlar. İlk kırk sayfa okurken içim şişti, ama yazar dünyasını tanıtıyor ileride sistem eleştirisi olur diye umut ettim devam ettim. İlk bakışta yazarın kurgusu mantıklı ve günümüz dünyasını anımsatıyor, Victoria Secret melekleri nasıl günümüzde erişilmesi gereken bir mertebe gibi gösteriliyor ve kadınların psikolojisi bozuluyorsa bu dünyada da benzer bir şey söz konusu, tabii her şey daha ağır şartlar altında. Ya mükemmel olursunuz ya da yok olursunuz. Kadınlar sadece erkekler için var ve kırk yaşında son kullanma tarihleri doluyor ve yakılıyorlar!

  İlk yüz sayfa umutluydum olaylar değişecek, yazar depresif anlatımdan kurtulacak, kendine güvensiz aptal anlatıcı bir şeyleri fark edecek sistem eleştirisi gelecek. Yok gelmedi, iki yüzlere geldiğimde umudum kalmamıştı, sadece yazar nasıl bitirecek merak ettim. Sinirden kudurarak okudum, hızlıca okudum ki bir an önce bitsin yoksa delirecektim..

   Lafı çok uzatıyorum ama sinirliyim, yazar ne yapmaya çalışmış anlamadım. Bu kitapta zerre kadar feminizm yok, kurgu yok, olay yok, mesaj yok. Sadece yazar aklıma şöyle bir şey geldi yazayım demiş yazmış bırakmış, hiç düşünmemiş üstüne belli ki, insan şunu dönüp bir okusa kalkıp yayınlatmaz. Her satırda ayrı bir mantık hatası vardı, okurken yazar sürekli aynı cümleleri tekrarladığı için istemdışı tüm hataları beş kez kontrol edecek zaman buluyorsunuz. Mantık hatalarına çok değinmek istemiyorum, yazı uzadıkça uzuyor.

  Kitap bir ara da iyice genç yetişkin aşk romanına bağladı ki yazarın bizle dalga geçtiğine emin oldum. Birde değinmeden edemeyeceğim, ailesiz sevgisiz büyüyen, sürekli rekabet halindeki kızlar böyle olmaz kimse kusura bakmasın. Daha yırtıcı olurlar, dedikodu ile değil icraatle de birbirlerinin ayaklarını kaydırmaya çalışırlar. Kitaptaki tek umut veren, mantıklı olan Pavlov'un yönteminin kullanılarak kızların uysal olması, o da rekabeti tamamen önleyemez.

  Sonra Baba olayı var. Devleti yöneten yaşlı bir Baba var ve bu kadınların tanrısı gibi bir şey. Bu devlet kaç yıldır var, sistem nasıl oturdu, bu adam ölünce ne olacak vs milyonlarca soru. Adamın kendine kadın sipariş edip ürettirmesi, gel beni boğ diye bağırmasıda karakterin cilvesi. Karakter sinirlerimi oynattığı için fazla bahsetmek istemiyorum.

  Distopya yazıyorsanız bir sistem kurarsınız, önce sistemi tanıtırsınız ve ilerleyen sayfalarda zaman zaman direk zaman zaman da kapı aralayarak sistem eleştirisi yapar, insanları düşünmeye sevk edersiniz. Sisteminizi geçekçi kurar, mantık temeline oturtur, okuru sarsarsınız ki okur o ürperti ile istemdışı düşünmeye başlar ve sistem eleştirinizin de yardımı ile DÜŞÜNÜR, İLHAM ALIR, GÖZLEMLER ve kendi fikrine ulaşır. Bu kitapta şu paragraftaki hiçbir şey yoktu, ürpetmek dışında ki bir süre sonra ürperti de geçiyor sadece yazara sinirleniyorsunuz.

  Bu kitap ne amaçla yazıldı bilmiyorum (cinselliğe bakışını falan hiç anlamadım) ama kesinlikle feminist distopya falan değil, okunmaya değmez hatta yazıldığı genç-yetişkin yaş grubuna da okutulmamalı bence. Bu kitabı beğenip, ilham alanları da anlamadığımı belirteyim, distopya, sistem eleştirisi böyle olmaz sevgili okur. Çok uzun bir yorum oldu, daha kitapta eleştirilecek çok nokta var ama bu yorum akıllarda bir fikir oluşturmuştur umarım.

  Kitaplara düşük puan vermeyi sevmiyorum, genelde yazarın emeğini göz önünde bulundurmaya çalışır, kitapları karalamak istemem ama en çok bu kitaba düşük puan vermek istedim, hatta 1'den düşük bir puan olsun istedim.

Puanım


Eve Dönüş Şarkısı - Jodi Picoult | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: Sing You Home
Seri: Yok
Yayınevi: April Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 488
Baskı Yılı: 2014
Goodreads Puanı: 3.75  (66,678 Oy)

Arka Kapak Yazısı
  Son 10 yılın tüm dünyada en çok okunan yazarı.

  Çoğu eleştirmene göre 21. yüzyılın en etkili romancısı.

  Jodi Picoult'tan çok tartışılacak bir öykü: Eve Dönüş Şarkısı Hayatınız bir film olsa, eve dönüş yolunda hangi parça çalar?

  Bütün dünya size cephe almışken...

  Ellen DeGeneres'in yakın zamanda filme çekeceği Eve Dönüş Şarkısı, kimlik, aşk, evlilik ve aile kavramlarını daha önce kimsenin cesaret edemediği şekilde tartışıyor. Jodi Picoult, kendi hariç herkesten kaçan bir çocuğun hikayesini ruhumuza bilim ve edebiyat eşliğinde işliyor.

Yorum
    Yine bir Jodi Picoult romanı ile daha karşınızdayım. Ama bu seferkinin diğerlerinden bir tık daha farklı olduğunu belirtmem gerekiyor. Konusunu bilmeden ve sürpriz olsun diye arka kapak yazısını okumadan kitap fuarından almıştım. Çünkü gerçekten Picoult'u ve dilini seviyordum. Pişman olmamış olsam da almasam da olurmuş, okumasam da olurmuş dediğim bir kitap oldu. Sebebini ben konusunu açıklarken anlayacaksınız.

    Kitap ne kurgulanış ne de konu itibariyle bana hitap etmiyordu. Çünkü kitabın ana konusunu eşcinsellik ve lezbiyenlerin hakları oluşturuyordu. Böyle şeyleri okumak falan pek ilgimi çekmez. İzlediğim ve çok sevdiğim yabancı dizilerden birisinde (Shameless) böyle şeyler görmeye alışmış olsam da yine de okumak kısmı hala pek ilgimi çekmiyor. Kitabın konusu belirttiğim gibi eşcinsel iki insanın kimliklerini keşfetme süreci ve yollarının kesişmesi ile başlayıp, kanunlara ve onların haklarını hiçe sayan birtakım güçlere karşı birlikte mücadele etme süreci ile devam eden bir konuyu işliyor. Bunları bolca onların duygularını ve yaşantılarını irdeleyerek yaptığını söyleyebiliriz. Yalnız okumak isteyenlerin aklına erotik ve olumsuz şeyler gelmesin çünkü bunlara çok fazla değinildiği söylenemez. Yani kitabın mide bulandırıcı bir yönü pek yoktu. 

   Karakterleri konudan ayrı değerlendirdiğinizde seveceğinizden şüphem yok. Zoe'nin anne olmak için verdiği mücadeleler, hastaları ve ölüme giden insanlar için yaptığı müzikli yolculuk, Vanessa'nın fedakarlıkları, Lucy'nin gitgellerle dolu karamsar dünyası sizi kolayca kendisine çekecek cinsten. Özellikle Lucy karakterini severek okudum ve okurken de aklıma tip olarak Shameless dizisindeki Mandy karakteri gelip durdu nedense. 

   Kitapta yine Jodi Picoult kitaplarının hepsinde görülen bir klişe boy gösteriyordu. Bu kitap da  avukatlar ve hukuksal süreçlerle son derece iç içeydi. Zaten bir dava kitabı okumak istiyorsanız Picoult'un bir kitabını seçmeniz yeterli. Ben yazarların kendine özgü bir tarz oluşturmasını ve kendi imzaları gibi taşımalarını severim. Örneğin; Jodi Picoult'un kitaplarında bilimsel verilerden yararlanan tarzı, her karakterin bölümüne yer vermesi, alıntısı bol kitaplar yazması, herkesin bölümünün ayrı puntolarda olması hoş detaylar ancak neredeyse her kitabında olayların aynı şekilde işlenmesi belli yerden sonra okuyucuyu sıkıyor düşüncesindeyim. Özellikle bu dava süreci, sonlarının benzer şekillerde bitmesi derken kitaplarda işlenen konular ve kitaplardaki karakterler birbirinden farklı olsa bile okuyucuyu pek heyecanlandırmıyor kanaatimce. Mesela belki bu kitabı diğer kitaplarını okumadan önce okumuş olsaydım, daha özgün gelebilir ve daha iyi bir değerlendirme yapıp daha yüksek bir puan verebilirdim. Ama öyle olmadı ne yazık ki. İlk kitaplarında aldığım tadı alamadığım için onlara verdiğim kadar yüksek puan vermeyi düşünmüyorum. Ama bu kitabın sonu diğer kitaplardan bir miktar farklıydı ve tabiki vermeye çalıştığı mesaj da öyle. 

   Üslup ise klasik Jodi Picoult tarzında idi. Herkesin bölümü ayrı ayrı idi ve herkesin ruh halini, karakterini, düşüncelerini okuyup onları değerlendirme fırsatı bulabiliyordunuz. Yine de kitaptaki aşk, sevgi, tutku gibi duyguları pek hissedip kendimi kaptıramadım kitaba. Özellikle Max karakterine acayip sinir olduğum için, onun bölümlerini parçalamak istesem de karakterleri tanımak açısından böyle yazılması hoş bir şeydi. Birde hepsinin bölümü ayrı puntolar halindeydi. Eşcinsellik ile ilgili bir kitap okumak isteyen, dram ve özgün kurgu ile oluşturulmuş bu romana bir şans vermek isteyebilirler. Özellikle dava süreci ve sonu güzel bir sonuca bağlanıp, hoş bir mesaj verilmiş görünüyor. Tuhaf bir kitap. Jodi beni şaşırtmaya devam ediyor. Ama bu kitaptan sonra Picoult okumaya bir süre ara verme kararı aldığımı da belirtmeden geçemeyeceğim. Herkese bol kitaplı günler. :)

 
Alıntılar
Bazen şarkı söylerken gözlerimi kapatırım. Aldığım her nefeste bir ahenk doğar, davullar nabzım olur, melodi kanımın akışı. Kendini müziğe kaptırmanın, notalardan, duraklardan ve ölçülerden oluşan bir senfoni haline gelmenin anlamı budur. 
Bir şeyi çok istediğiniz zaman, kendinize binlerce yalan söylersiniz.
Kötü alışkanlıklar, altınkamış bitkisi gibidir; bahçenizde çıkmaya başladığı zaman onunla baş edebileceğinizi sanırsınız; ne de olsa birkaç mor saptan oluşuyordur. Ama kontrol edilemeyen bir yangın gibi yayılır ve siz ne olduğunu anlamadan etrafındaki her şeyi boğar ve sonunda tek gördüğünüz şey parlak, mor bir halı olur ki geriye nasıl öylesine kontrolden çıktığını düşünmek kalır. 
Sorun şu ki, kalbinizi açıp birisinin görmesini sağladığınızda, o kişi sizin için artık isimsiz biri değildir.
Birisiyle tanıştığınız zaman solak mı yoksa sağlak mı olduğunu asla sormazsınız. Kalemi tutan kişiden başkası açısından önemi var mıdır bunun?
Arkadaşlığın birçok yanı aşk ilişkisine benziyor; yenilik ve parıltı, zamanla törpülenerek huzur kaçırma riski olmayan ve öngörülebilen hallere dönüşüyor. Tıpkı yağmurlu bir pazar günü rahat ve tanıdık bir şeylere sarınmak istediğinizde çekmecenizden çıkardığınız süveter gibi.
-O zaman bana anlat. Bilimsel bir egzersiz olarak falan yani.
-Neyi anlatayım?
-Ne aradığını?
-Gerçek biri... Asla rol yapmak zorunda olmayacağım biri. Akıllı ama kendi hallerine gülmeyi bilen biri. Senoni dinleyince ağlamaya başlayan, müziğin kelimelerin yetmeyeceği kadar büyük olabileceğini anlayan biri. Beni kendimden daha iyi tanıyan biri. Sabah uyanınca ilk olarak ve geceleyin uyumadan önce son iş olarak konuşmak istediğim biri. Yeni tanışmış olsam da hayatım boyunca tanıdığımı hissettiğim biri. 
Seçtiğimiz müzik gerçekte kim olduğumuzu yansıtır. 
Dinlediğimiz müzik kim olduğumuzu tanımlamayabilir. Ama başlamak için iyi bir yerdir. 
İnsanları asla sandığımız kadar iyi tanıyamayız ve buna kendimiz de dahildir.
Yüksek sesle söylemediğin zaman insanlar, boş bıraktığın sessizliği kendi aptal varsayımlarıyla doldurur.
Bir insanın sizin için doğru olduğunu, söylemek zorunda olmadıkları söylediklerinden daha da önemli olduğu zaman anlıyorsunuz.
Bazen ne kadar öfkelendiğimi biliyorsun, değil mi? Bunun nedeni, öfkenin artık hissedebildiğim tek duygu olması. Ve gerçekten burada olup olmadığımdan emin olmak için kendimi sınamam gerekiyor. 
Kaygı, sallanan koltuk gibidir. Sana yapacak bir şey sağlar ama ilerleme kaydetmeni sağlamaz. 
Bir şeyin kaybını gerçekten hissedebilmeniz için, ne kaybettiğinizi anlamanız gerekir. 
Oyun bitmeden uzaklaşan sen olursan asla kaybetmiş sayılmazsın. 

Puanım

26 Mart 2017 Pazar

Sevdiğim 6 Seri | Pazar 6'lısı



  Herkese merhaba! Bu haftanın Pazar 6'lısı konusuna bayıldım. Çünkü ben seri kitaplar okumayı çok seviyorum, seri uzun ve güzel olursa da keyfim katlanıyor tabii. :) Listeyi kafamda henüz oluşturmadım ama 6'dan çok seri çıkacağına eminim. Ee hadi o zaman, başlayalım.. :)



1.Sissoylu Serisi ve Fırtınaışığı Arşivi 
  İki seri de Brandon Sanderson'ın olduğu için aynı maddeye ekledim. Fantastik kurgu deyince, Sanderson aklıma ilk gelen yazarlardan. İki serisi de müthiş gerçekten, bayılıyorum kitaplarına. Fantastik kurgu seviyorsanız eğer Sanderson es geçilmeyecek bir yazar.




2.Buz ve Ateşin Şarkısı
  Fantastik kurguyu bana çok sevdiren ve ne mükemmel kitaplar varmış dedirttiren bir seri bu, çoğu insan onu Game of Thrones adlı uyarlamadan tanıyor. Eğer diziyi seviyorsanız bilin ki kitap serisi ondan çok daha iyi. Serinin yeni kitabı da çıksa da artık okusak.



3.Centilmen Piç Serisi
  Locke Lamora'nın Yalanları ile başlayan seri hem çok iyi, hem de okuması çok keyifli. Baş karakterler oldukça yetenekli birer hırsız ve düzenbazlar, onların zeki oyunları fantastik kurgu ile bir araya gelince ortaya mükemmel bir seri çıkıyor. Türe ilginiz varsa kesinlikle bir göz atın derim.




4.Millenium Serisi
  Üç fantastik kurgu önerimden sonra Millenium iyi bir değişiklik oldu. İlk üç kitabını Stieg Larsson'ın yazdığı, karakterleriyle ve kurgusuyla kendini içine çeken bir seri. Lizbeth Salander da edebiyatın unutulmaz karakterlerinden biri tabii ki.

5.Harry Hole Serisi
  Polisiye okumayı çok severim ve klasik Amerikan polisiyelerinden sonra Harry Hole bana çok iyi gelmişti. Yazarın kendine özgü tarzı ve aynı kitapta bir kaç hikayeyi birden işlemesi ve serinin genel bir hikayesinin olması onu diğer polisiyelerden ayırıyor. Ve tabii bir de klasik zeki, insanlarla anlaşamayan genç polis ya da emekli dedektif yerine Harry Hole hayatla uyumsuz, ayyaşın teki. Tüm bunlar seriyi bende ayrı kılıyor. :)


6.Kralkatili Güncesi
  Patrick Rothfuss'un efsane üçlemesi. Kvothe ve onun unutulmaz maceralarını okumak çok zevkli. Türü her ne kadar fantastik kurgu olsa da türünün diğer örneklerinden çok farklı bir tarzı da var. Yalnız serinin üçüncü kitabı hala çıkmadı, tek dileğim ben ölmeden önce çıkması. :D

  Bu haftanın başlığı hem çok güzel hem çok zordu. Daha atladığım bir sürü seri oldu kalbim buruk. :D Rizzoli and Isles, Zaman Çarkı, Robert Langdon, Ateş Serisi'ni de çok seviyorum. Daha başka seriler de var ama kaldılar, onlardan özür diliyorum. :) Herkese güzel ve bol kitaplı Pazar'lar. :)

25 Mart 2017 Cumartesi

Farklı Diyarlar Blogu İle Hoş Bir Röportaj

     Sevgili Annesi'nin Prenses'i'nin düzenlemiş olduğu harika bir bloglar arası röportaj etkinliği vardı ve bende katılmadan edemedim. Bana daha önce karşılaşmadığım ama sonradan blogunu incelediğimde gerçekten çok şey kaybettiğimi düşündüğüm harika bir blog çıkıverdi. Bende ona 3 soru sordum ve onu tanımak açısından çok güzel oldu bu etkinlik. :) Pekala öğrenelim bakalım kimmiş bu Farklı Diyarlar. :)


1)Blog yazma serüvenin ne zaman ve hangi düşünceyle başladı?

    =>2 sene önce 10. Sınıfta yazmaya başladım. Bu düşüncem daha önce de vardı o zaman cesaret ettim. Liseye geçtiğimde çok yalnız kaldım en yakın arkadaşımla ayrıldık. Bir daha konuşmadık fazla. Sevdiğim diğer arkadaşlarımla da ister istemez ayrı düştüm çünkü herkes çok değişmişti. Sınıfımdaki insanlar da hiç bana göre değildi hepten yalnızlaştım. Çok zor zamanlarımdı onlar. Böylece kendimi kitaplara verdim. Hep kitap okumayı severdim ama bu sefer sürekli okudum. Ne bulduysam. Kitaplar hakkındaki düşüncelerimi beğendiklerimi ve ondan çıkardığım dersi birilerine anlatmak istiyordum. Ama çevremdekiler bir yerden sonra dinlemiyor umursamıyorlardı. Ben de blog açtım. İyi ki de açmışım. Bana çok şey kattı. Evet oldukça zahmetli. Ama kitap dostlarıyla bir arada olmak bana yetiyordu. Hele bir de yorum gelirse çok mutlu oluyordum ki hala öyle. 2 senedir 8 takipçim vardı ama bu sene okul başlayınca artmaya başladı ve şu an 30 kişi. Bu benim için büyük bir şey. Evet çok yavaş oluyor bazı şeyler ama iyi ki de blog sahibiyim. En azından burada içimi dökebiliyorum. İsteyen okur isteyen okumaz ama ben rahatlıyorum. Bir de daha sonra o kitapla ilgili düşüncelerimi okumak da iyi geliyor. Düşüncelerimin değiştiğini gelişim gösterdiğini görmek, kitapların bana bir çok şey katması harika bir şey.

2)Blogundaki paylaşımlarından ve biyografinden kitaplarla ilgili olduğunu anlıyorum. Peki söyle bakalım sevgili kitap kurdu, kitap okumanın sana neler hissettirdiğini ve kitap aşkını bir paragrafta anlat desem neler söylersin? Konuştur bakalım edebiyatını :)

   =>Kitaplar benim hayatımda olmazsa olmaz. Üstte de yazdığım gibi en zor zamanlarımda kitaplar bana arkadaşlık etti. Kitap okurken kendimi rahatlatabiliyorum. Bir an olsun kafamdaki düşünceler susuyor ve sadece kitaptaki o hayatı yaşıyorum, düşünüyorum. Kitabın içinde yaşamak bence en güzel şey. Çünkü dünya çok bunaltıcı. İnsanlar çok zalim, çok bencil. Kitap okuduğum süre boyunca günlük hayat telaşı gidiyor aklımdan. Korkularım gidiyor. Mutsuzluğum gidiyor. Mutlu oluyorum. Sanki hiç savaşlar yokmuş gibi. Sanki hiç insanlar başkalarını ezmiyormuş gibi, sanki hiç açlık fakirlik yokmuş gibi. İşte böyle şeyler varken dünyada insan başka nasıl huzurlu hissedecek? Kitaplar benim huzur sebebim :)

3)Birazda kişisel, seni tanımak açısından. Kendini, karakterini 10 kısa kelime ile anlatman gerekse, hangi kelimeleri seçersin ve bu 10 kelime içinde olsun olmasın kendinde en sevdiğin ve en sevmediğin birer özellik nedir?

   =>Üşengeç ( babamın tabiriyle Hımbıl) , alıngan, duygusal, biraz obur ;) , konuşkan (geveze), kitapkurdu, doğasever, neşeli (yengemin tabiriyle neşecik ;) ) , derttaş, düşünceli ( yani sürekli düşünüyorum bir an bile aklım boş kalmıyor ve bu yüzden bir şey yapmasamda yorgun oluyorum.)
Evet bu kadar. 
   Kendimde en sevmediğim özelliğim üşengeç olmam ve alıngan olmam. En sevdiğim özelliğim duygusallığım. Aslında bu özellik çoğu zaman başıma is açıyor en ufak şeyde ağlayabiliyorum ama seviyorum bu özelliğimi. Çünkü duygularımı cidden yoğun yaşıyorum. Gülmeyi de çok severim ağlamayı da. Bu da insan olduğumu hissettiriyor. Ama sevmediğim bir özelliğim de var eğer ki bir şeyler üst üste geldiyse ki çoğu zaman öyle oluyor o zaman çok mutsuz dolaşıyorum canım bir şey yapmak istemiyor. Yani çok çabuk gülebildiğim gibi çok çabuk da dramatiğe bağlıyorum ; ))

   Baya uzun oldu hepsi :) Son olarak Sümeyye Kip 'e bu güzel soruları için teşekkür ederim. Tabi bu etkinliği başlatan Annesinin Prensesi'ne de çok teşekkürler...

   Öncelikle böyle bir etkinlik başlatarak blogların birbirini daha iyi tanımasını ve kaynaşmasını sağladığı, benim Farklı Diyarlar blogunun sahibi tatlı bir arkadaş edinmeme sebep olduğu için Annesi'nin Prenses'ine ve sorularıma en içten şekilde cevap verip blog sayfamı taçlandırdığı için Farklı Diyarlar'a çok teşekkür ederim. Herkesin katılmasını tavsiye ettiğim bir etkinlik. Farklı Diyarlar'ın benimle olan etkinliğini görmek için tık tık. :) 


Anayurt (Kara Elf Üçlemesi #1) - R.A. Salvatore | Kitap Yorumu


Orijinal Adı: Homeland
Seri: The Legend of Drizzt / The Dark Elf Trilogy #1
Sonraki Kitap: Sürgün
Yayınevi: İthaki Yayınları
Sayfa Sayısı: 328
Baskı Yılı: 2016
Goodreads Puanı: 4.27  (51.005 Oy)

Arka Kapak Yazısı

New York Times çoksatanı bu kitapta, fantastik edebiyatın en sıradışı karakterlerinden birinin hikâyesi anlatılmaya başlanıyor. Bu kara elfin yaşadığı yerin altındaki daha da karanlık dünyasında geçen macerası sizi benzersiz bir yolculuğa davet ediyor.
“Mevki benim toplumumun çelişkisidir, iktidar düşkünlüğü içindeki iktidarımızın kısıtlanmasıdır. İktidar ihanetle kazanılır ve iktidara sahip olana karşı ihanete davetiye çıkarır. Menzoberranzan’ın en kudretlileri, günlerini sırtlarına saplanacak hançere karşı arkalarını kolaçan ederek geçirirler. Ölümleri ise çoğunlukla önlerinden gelir.”

Drizzt Efsanesi bu kitapla başlıyor!

Yorum

  Herkese merhaba! Efsane bir seriyle karşınızdayım, en azından seri benim için bir ara efsaneye dönmüştü. Hiçbir yerde kitabını bulamıyordum falan. :D İthaki geçen yıl basınca ilk kitabı hemen almıştım ama yeni okuyabildim.

  Drizzt Efsanesi'nin ilk serisi Kara Elf Üçlemesi, Anayurt'ta bunların ilk kitabı. Drizzt Efsanesi'nde biraz seri içinde seri gibi bir durum var, okurken sıraya dikkat etmekte yarar var diye düşünüyorum.

  Seri Drizzt adlı bir Kara Elf'in yaşamını konu alıyor. Kara Elfler oldukça kötü bir ırk, herkes birbirinin sırtına bıçak saplamaya ve bir üst mevkiye geçmek için can atan bir şekilde yaşıyor. Yeraltında yaşayan bu Drowların dünyasında sadece kötü duygular hakim. tüm bunların arasında da Drizzt çok farklı bir drow ve bu dünyayı anlamaya çalışan ancak adapte olamayan bir kara elf.

  Başlangıç kitabı olarak gayet iyiydi, geçtiği dünya genel olarak farklıydı, kadınları erkeklerden daha yetkili ve güçlüydü, herkesin sadece hırs ve kötü duygularla dolu olması da genel olarak şaşılası olmasa da iyi duyguları bulamayınca farklı geliyor biraz. Onun dışında kurgusu ve hikayenin gidiş yönü çok farklı değil, hatta alışıldıktı. Yine de seri kendini okutturma potansiyeli ola bir seri. Şimdilik mükemmel değil belki ama diğer kitapları merak ediyorum, keşke alsaydım diyorum.

  Kitabı genel olarak sevdim ve başarılı buldum ancak Parlayan Sözler gibi çok güçlü bir kitabın ardından okumuş olduğum için ister istemez tam keyif alamadım. :D
  Kitapta bazı yazım hataları ve iyi çevrilmemiş cümleler vardı ancak çok sorun olmuyor.
  Drizzt Efsanesi, efsane olabilecek nitelikte bir seriye benziyor. Kısa zamanda diğer kitaplarını da okumak istiyorum. Fantastik kurgu seviyorsanız bir göz atın derim. :)

Alıntılar

Hiçbir şey, değerini gerçekten anlamadan yitirdiğimiz bir şeyin, bir kimsenin boşluğu kadar yanamaz yüreğinizde.  
Kendi yanlışlığınızın karşısında gerçeğin bir anlamı yok ve eğer kendi standartlarınıza göre yaşamıyorsanız, prensipler değersiz. 
Hayatta kalmaktan fazlasını yap, oğlum, benim hayatta kaldığım gibi değil. Yaşa! Yüreğinin çağrısına sadık kal.

Puanım


Blog Önerisi #2 - Mutlaka Takip Edilmesi Gereken 10 Blog | Öneri Atölyesi

                       
   Yine bir öneri günü ve yine blog önerileri. Bloglar hakkında konuşmaktan, yazmaktan gerçekten hoşlanıyorum. Bu haftada önceki blog öneri yazımızda yer veremediğimiz için üzüldüğümüz bloglardan bahsedeceğiz. Bakalım hangi bloglarmış onlar?


KİTAP EYLEMİ
1)Kitap Eylemi
   Önceki blog önerisi yazımda yer veremediğim için bir hayli üzüldüğüm bloglardan birisiydi kendileri. Bu yazımda da yer vermezsem büyük bir haksızlık ve ayıp olurdu. Blog isminden de anlaşılacağı üzere bu blogumuz kitapların renkli dünyasını bize sunan, mütevazi bir kitap blogu. Her ne kadar karma blogları sevsemde, kitap eleştirisinin yanında filmlerden, dizilerden tanıtımlardan bahseden blogları takip etmekten hoşlansam da hatta bizim blogumuz ilk başta yola kitap blogu olarak çıkarken sonradan bizde çeşitli farklılıklar göstersek de istikrara çok ayrı bir saygım var. Kitap Eylemi bu blogu kitaplar için açmış ve amacından hiç şaşmaksızın tamamen kitaplarla ilgili, istikrarlı bir kütüphane oluşturmuş kendisine. Her türden kitap yorumu bulabilirsiniz. Macera kitapları, gerilim, aşk, gizem hepsinin yorumu işte bu blogda gizli ."Kitaplarım, bana yetecek kadar büyük bir krallıktır." diyerek noktayı koyuyor bloggerımız. Güzel kitap zevkleri ile bizi mest eden, hangi kitapları okuyup okumamamız gerektiği konusunda bize yol gösteren, seçtiği isabetli alıntılar ile içimizi okşayan bu bloggerın zengin kütüphanesini ziyaret etmek için şuraya tıklamanız yeterli. :)

Kağıt Salıncak
2)Kağıt Salıncak
   Daha bloguna ilk tıkladığımız anda içimiz ısıtan, rengarenk, huzur verici bir blogu var. Nasıl gözden kaçılabiliriz ki böyle bir blogu. Eğer klasiklerden, fantastiklere, gerilimden, aşka hangi kaliteli kitapları nerede bulacağınız cevabını arıyorsanız, adres işte bu blog diyebilirim. Hangi kitabı okusam diye düşündüğüm zamanlarda, bu blogdaki kitaplardan kopya çektiğim doğrudur. O derece zevkine güvendiğim bir bloggerdır. Zaten  baş köşesine koyduğu kitapların geneli benim zevklerim ile nasıl örtüşüyor inanamazsınız. Muhtemelen bir çoğunuz da öyle düşünecektir. Ne okuyorum köşesinden, kendi çekip koyduğu resimlerine, alıntılarından, seçtiği hoş resimlere, kitapları yorumlarkenki netliğine kadar bir blogun sonuna kadar hakkını verebilen bir blogger. Abarttığımı düşünüyorsanız tek yapmanız gereken tıklamak ve kendi gözlerinizle görmek. ;)
Bir Kitap Hırsızı
3)Bir Kitap Hırsızı
    Kitap Hırsızı pek sevdiğim kitaplardandır. Aynı ismi taşıyan bloggerını sevmemek ve takip etmemek olmaz heralde. Hemde son derece zengin bir kütüphanesi ve kitaplar konusunda engin tecrübeleri var. Bloguna girer girmez bunu anlıyorsunuz. Buram buram kitap aşkı kokuyor. Ben ona gıpta ediyorum ve bir parçada kıskanıyorum çoğu zaman o kadar çok okuyamadığım için. Neyseki hangi kitabı okuyup vakit kaybetmemem gerektiğini veya hangisini okuyup bir anda bitirebileceğim kadar harika olduklarını öğrenebileceğim bu blog gibi güzel bir adresim var. Peki sadece bu kadar mı? Tabiki hayır. Bu tatlı bloggerımız birde film, müzik, dizi ve oyun önerileri ile de blogunu renklendiriyor. En sevdiğim oyunlardan biri olan Assasins Creed-Brotherdood'u blogunda ilk gördüğümde "Bu kız tam benim kafada" deyivermiştim. Okuduğu ve sevdiği kitaplar, sevmediği kitaplar benimkilerle paralel olunca da bundan iyice emin oldum ve o gün bugündür severek takip ettiğim, yazılarını zevk ile okuduğum bir bloggerdır. Sizde kendisiyle tanışmak isterseniz işte adresi:http://birkitaphirsizi.blogspot.com.tr/


4)Bücürük Ve Ben
   Hep kitap bloglarından bahsetmek olmaz. Birde siyasetten, şarkılara, kitaplardan, konserlere, hayvanlardan hayata dair yazılara her telden çalan, renkli bir blogdan ve bloggerdan da bahsetmeden geçmek olmaz. Hemde diğer yazımda yer veremediğim için bir parça da vicdan azabı duyduğumu eklemeden geçemeyeceğim. Bu da bir tür telafi gibi olur kanaatindeyim. Bücürük isminden ve biyografisinden anlayacağınız kadarıyla, sevgili bloggerımızın çok sevdiği arkadaşı, yoldaşı, sevimli bir kedicik. Bende kedileri pek bir severim ve insanların evcil hayvanlarıyla olan dostluğu hep gözümü doldurmuştur. Hayvan sevmeyen insan da sevmez derdi babam ve bu bloggerımızın bu enerjisi, sevecenliği, samimiyeti belki de bu sevgi doluluğu yüzündendir. Blogunda gezinirken bazen paylaştığı şarkılarla nostaljik bir ruh haline bürünürken bazen ise dünyaya, hayata karşı eleştirel yazıları ile tarihsel bilgiler içeren yorumları ile kültürel anlamda kendimi geliştirmiş oluyorum. Siyaset ve ülkenin gelişimi ile ilgilenen kişiler içinde uygun bir adres diyebiliriz. Ben pek siyaset sevmediğim için o yazılarını diğerleri kadar anlayıp yorum yapamasam da her aradığınızı bulabileceğiniz bir blog arıyorsanız buraya buyrun efendim. :)

Periodic Library
5)Periodic Library - Esseve Rin
   Daha bloggerda kendini tanıtım yazısında anlıyorsunuz ne kadar özgün bir yapısı olduğunu. Yazılarından, yorumlarından, kullandığı dilinden, samimiyetinden, blog arkadaşlığından son derece hoşlandığım bu bloggerı size tanıtmasam olur muydu hiç? Açıkçası güzel bir kitap blogu olmasına rağmen onunla ilgili ilk aklıma gelen kitaplar değil, kore dizileri oluyor. Nedenini blogunu ziyaret etmiş olanlar bilirler. Kore dizileri hayranı bu tatlı bloggerımız. Eğer benim gibi "Yahu şu herkesin övdüğü Kore dizileri de neymiş? Bir yerden başlasak" diye düşünenler varsa bu bloga bakmadan, başlamasınlar derim. En güzel adres burası çünkü. Tabi bir  de özgün zekasıyla tasarladığı Pazar Altılıları var ki gerçekten sorular da cevaplar da zevkle okunabilecek türden. Onun sayesinde blogumuzda her hafta olmasa da çoğu hafta Pazar Altılılarına katılarak blogumuzu renklendirebiliyoruz. Kitapları yorumlayışı, tanıtımı, sunumu, seçtiği rengarenk resimler, kitap yorumlarını zevkle okumanızı sağlıyor. Daha fazla lafı uzatmadan sizi şuraya alalım. :)

Persephone
6)Bahar Tanrıçası - Persephone
   Bahar da en sevdiğim mevsimdir. Bu blogu ilk gördüğümde içeriğini bilmeden, seçtiği isim içimi ısıttığı için sevmiştim. Blogunu ziyaret ettiğimde ise ismi dışında sevecek birçok sebebim daha olacağını anladım. Genellikle kültürel yazıları ile bilgi seviyemizi artırıyor. Psikolojik hastalıkların isminden, bir şeyin isminin nereden geldiğine, tarihsel güzelliklerin büyüsünden bir çiçeğin hikayesine kadar birçok şeyi öğrenmenizi sağlayan didaktik bir blog bu. Tabi bazen ruh halinizi veya günün anlam ve önemini yansıtan şiirler paylaşması da ayrı bir güzellik katıyor bloguna. Anneler gününde annelik duygularını kabartan, sevgililer gününde aşkı tanımlayan, cumhuriyet bayramında okuyanları vatan aşkına getiren güzel güzel şiirler. Düzenli olarak paylaşım yapan, takipçilerinin yorumlarına değer veren bu bloggerı tam olarak şu adresten takip edebilirsiniz: http://bahartanricasi.blogspot.com.tr/

ANNESİ'nin PRENSES'i
7)Annesinin Prensesi - Esilam
   Sıcacık bir anne blogu. Kendinizi çok rahat hissettiğiniz bir blog ve blogger. Bir sorununuz olduğunda bir abla, bir tavsiye alacağınız zaman akıl hocası, eğlendirici bir yazı okumak istediğinizde gülümsetecek bir blogger, herşeyin ötesinde evladını çok seven ve ondan aldığı yaşam enerjisi ile rengarenk yazılar yazan bir anne o. Onu geç keşfettim ama kısa zamanda çok sevdiğim blogger arkadaşlarımdan birisi oldu. Daha ilk anda samimi, sıcacık dili  ve yorumları ile tavlayıverdi beni. ;) Bir sabah uyandınız ve aklınıza bir soru mu takıldı? Ya da bir ayrıntıyı mı tüm çıplaklığı ile fark ettiniz. Onları blog yazılarına döküp farkındalık yaratan, blogunu sıcacık bir günlük olarak kullanan, samimi yazıları ile zevkle okutan bir bloggerdan bahsediyorum. Eğer annelik ile ilgili veya ev kadınlığının zorlukları konusunda bir şeyler öğrenmek istiyorsanız doğru adresin bu blog olmadığını kim söyleyebilir ki? Hemde sadece bunlarla kalmayıp blogları kaynaştıran etkinlikler de düzenlemesi yok mu? Yani tam bir melek anne. onu çok seviyoruz ve her yazısını okuyamasam da vakit buldukça asla gözden kaçırmayacak kadar takip ettiğim, önemsediğim bir blogger. Blogunu keşfetmek istiyorsanız işte şuraya tıklayın.
mayıs yağmuru blog ile ilgili görsel sonucu
8)Mayıs Yağmuru
   Bu en sevdiğim ve sürekli iletişim halinde olduğum blog arkadaşlarımdan birisini neden bu kadar geriye bıraktım diye düşündüm de bir önceki yazımızdaki bloglarında bu yazıdaki bloglarında belli bir sıralama ya da beğeni durumuna bağlı olarak yazılmadığını bir önceki yazımda belirtmiştim. Mayıs için söylenecek çok fazla şey var. Ama ben mümkün olduğunca özet geçerek onu size tanıtacağım. Sinemalarda bu ay neler olduğunu, hangilerine gidip gidemeyeceğinizi merak ettiğinizde ilk uğrayacağınız blog olabilir. Sanatsal bir bilgi edinip azcık kültürlenelim dediğinizde elinizin altında bulunması gereken bir blog olabilir mesela. Yeni çıkacak bir kitabın tanıtım yazısı hop önünüze düşüverir birden bu blogda. Bir kitap fuarının haberini ilk alacağınız muhtemel bloglardandır. Bazen içli bir yazıda da ya da hayata dair bir yorumda da görebiliriz Mayıstan esintiler. Kısacası son derece zengin bir blogu ve zengin bir kalbi de var bu bloggerın. Üstelik bir sorunuz, sorununuz olursa danışabileceğiniz sıcacık bir blog arkadaşıdır. Ben arada öyle yapıyorum mesela. Sizde tanırsanız seveceğinizden eminim. Tanımak isterseniz tık tık. :)

Acemidemirci
9)Acemi Demirci
   İlk blogger alemine katıldığım günlerden beri peşini bırakmadığım bir blogdan bahsedelim şimdi de. Tamamen samimi bir dili var, bloguna girdiğinizde asla kasılmıyor ya da sıkılmıyorsunuz. Her şeyden önce iyi bir fotoğrafçı. Kendisi bunu kabul etmiyor ismi gibi acemi olduğunu düşünüyor olabilir ama blog yazılarının aralarına serpiştirdiği ve bizzat kendi çektiği öyle güzel fotoğrafları var ki. Bu fotoğraflarını güzel yapan muhteşem bir açıdan çekilip, en güzel anların yakalanması değil sadece. Gerçekten toplumun içinden, insanı yansıtan sıcak manzaralara da yer vermesi blogunda. Bir yazısında hiç unutmam, bir feribotta rastladığı yaşlı bir teyzemin kınalı ellerini çekmişti . Bunun kadar içten bir fotoğraf olabilir mi? Hemde onu Anadolu insanının doğasını yansıtan harika bir yazı ile taçlandırmıştı. Çok sevmiştim o yazısını. Hala unutamam.  Bu ve bunun gibi Anadolu insanını, insanımızı yansıtan pek çok yazısı var bloggerın. Yemek tarifleri, özgün şiirleri, gezilecek ve görülecek doğa harikası yerlerle ilgili yazıları, mimari içerikli yazılar, hayata dair yazılar, öyküler, denemeler, anılar daha ne olsun ki. Resmen edebiyat kitabı gibi dolu doluya bir blog. Yaşamış, görmüş, geçirmiş, son derece kültürlü bir blogger. Böyle bir blogu kim keşfetmek, takip etmek istemez ki? O zaman sizleri buraya davet ediyorum. :)

Kitap Güneşim
10)Kitap Güneşim
   Kapanışı yine bir kitap bloguyla yapmadan edemeyeceğim. Her ne kadar diğer konularda yazan bloggerları çok sevsem de, kitaplar benim için ayrı bir dünya olduğundan onlarla ilgili blogları baş tacı etmeden duramıyorum tabiki. :) Bu blogger ismi gibi kitaplarıyla güneş gibi doğuyor blog dünyasına. Tıpkı bir güneş gibi aydınlatıyor yorumları ile bizleri ve kitaplar hakkında fikir sahibi olmamızı sağlıyor. Birde kitap yazılarını kendi çektiği resimlerle süslemesi yok mu? :) Mimlere katılan, sürekli yazılar paylaşan aktif bir blogger hemde bir kitap kurdu. Sadece bu da değil. Kitaplarla ilgili etkinlikler, tanıtımlar bu bloggerın olmaza olmazlarından. Kitap yorumları ise konusu, yorumum şeklinde bölümlerle son derece sistematik ve düzenli olduğundan okuyup anlaması hem zevkli hem pratik. Neden böyle bir blogdan mahrum kalalım ki? Onu tanımak ve güneşinin ışığından yaralanmak isteyenler buraya. :)


   Şimdilik bize verilen kontenjanın sonuna geldik sevgili arkadaşlar. Gönül isterdi ki daha fazla bloggera yer verelim ama onlara da bir sonraki yazımızda yer veririz umuyorum. Tüm bloggerlar değerlidir ve hepinizi çok seviyoruz. :)

   

21 Mart 2017 Salı

Rüzgarın Adı | Kitap Alıntıları


   Kitabı çok beğendim ve çok güzel bir dille yazıldığı için bolca da alıntı çıktı. Bende ayrı bir yazı yazmayı uygun görrdüm. İşte alıntılar! Umarım beğenirsiniz. :)

-Bir soru sorabilir miyim Reshi?
-Daima, Bast.
-Kaygı verici bir soru?
-Zaten sormaya değer sorular hep öyledir. 
Haksız yere suçlanmak zordur, ama hayatlarında bir kitap açıp okumamış veya yaşadıkları yerden yirmi kilometre bile uzaklaşmamış kişilerin sana tepeden bakması daha da zordur.
Size bir çocuk gibi hitap edilmesi çok can sıkıcıdır, çocuk olsanız bile.
Zihnimizin sahip olduğu en büyük beceri belki de acıyla başa çıkmaktır. Klasik yaklaşım bize herkesin ihtiyacı doğrultusunda geçtiği dört kapı olduğunu öğretir.
Birinci kapı uykudur. Uyku bize dünyadan ve onu dolduran tüm acıdan kaçabileceğimiz bir sığınak sağlar. Bir insan ağır yaralandığı zaman genellikle kendinden geçer. Aynı şekilde travmatik haberler alan birinin bayıldığı olur. Zihin ilk kapıdan işte böyle geçerek kendini acıdan korur.
İkinci kapı unutmaktır. Bazı yaralar kısa zamanda kapanamayacak, hatta belki de asla iyileşemeyecek kadar derindir. Ayrıca bazı anılar o kadar azap vericidir ki onlara alışmak mümkün değildir. "Zaman tüm yaraları iyileştirir." sözü yanlıştır. Zaman çoğu yarayı iyileştirir. Geri kalanlar bu kapının ardında saklıdır.
Üçüncü kapı deliliktir. Bazen insanın aklı öyle bir darbe alır ki kendini delilikte saklar. Bu ilk başta faydalı gözükmese bile öyledir. Gerçekliğin acıdan başka bir şey getirmediği anlar vardır ve bu acılardan sakınmak için zihnin gerçekliği geride bırakması gerekebilir.
Dördüncü kapı ölümdür. Son sığınak. Öldükten sonra bizi hiçbir şey incitemez. Ya da en azından bize öyle söylenir. 
Size sudan ve dalgalardan bahsedebilirim, ama kıyısında durmadığınız müddetçe boyutlarını idrak etmeniz mümkün değildir. Ortasında bulunmadığınız, her tarafınız uçsuz bucaksız sularla çevrili olmadığı sürece kafanız bir türlü basmaz. Ancak o zaman ne kadar ufak ve güçsüz olduğunuzu kavrayabilirsiniz. 
Neyden kaçtığımı bilmiyordum, tabi o şey bir insansa o başka. Çok iyi öğrendiğim bir ders de buydu; İnsanlar acı anlamına geliyordu. 
Ama biz insanlar alışkanlıklarımıza bağlıyızdır. Kendimiz için kazdığımız çukurlarda kalmak kolayımıza gelir. 
Bu dünya ölümcül yara almış bir dost gibi. Acısını dindirebilecek tek şey de acı bir ilaç.
Elini tutmak istiyordum. Parmak uçlarımla yanağına dokunmak istiyordum. Ona üç yıldır gördüğüm tek güzel şey olduğunu, elinin tersiyle ağzını kapatarak esnemesinin nefesimi kestiğini, telaffuz ettiği sözcüklerin bazen o hoş sesinde anlamlarını yitirdiğini, yanımda olduğu müddetçe başıma hiçbir kötü şeyin gelmeyeceği gibi bir hisse kapıldığımı söylemek istiyordum. 
Öfkeniz geceleyin içinizi ısıtabilir ve incinmiş bir gurur sizi harikulade şeyler yapmaya teşvik edebilir.
Beni mümkün olduğunca çok utandırmayı arzuluyordu. Kısacası bana kendi kendimi asmama yetecek kadar ip verdiğini sanıyordu. Anlaşılan bir kez bağlandıktan sonra ilmiği başka birinin de boynuna kolayca geçirebileceğimi düşünmemişti.
Hayatını nasıl yaşarsan yaşa, aklın seni bir kılıçtan çok daha iyi korur. Onu daima keskin tut!
Güvende olmanın en iyi yolu, düşmanlarını sana zarar veremeyeceklerine inandırmaktır. 
Aklı başında herkesin korktuğu üç şey vardır: fırtınalı bir deniz, aysız bir gece ve yumuşak başlı bir adamın öfkesi.
Bir hikayenin nasıl bittiğini daha en başından biliriz. Zaten bizi hikayelere çeken de budur. Gerçek yaşamda olmayan bir berraklığa ve sadeliğe sahiptirler.
Dostunu kaybetmenin iki kesin yolu vardır; biri borç almak, ötekiyse vermektir. 
Müzik mağrur, sağı solu belirsiz bir kadın gibidir. Ona hak ettiği zamanı ve ilgiyi verirseniz sizin olur. Ama onu hiç sayarsanız gün gelir çağrınıza cevap vermez. 
Bazen ağzım kendiliğinden konuşmaya başlar ve aklımın ona yetişmesi biraz zaman alır.
İşte ümit etmenin sonu budur. Avcunu yalarsın. Yine de o kadını bulamaman iyi oldu. Asla sesi kadar güzel olamazdı. Yanan gümüş gibi, nehir taşlarına vuran ay ışığı gibi, dudaklarına değen bir tüy gibi parlak ve müthiş sesi kadar güzel olamazdı.
Tıpkı ateş gibiydi. Ateşe titreştiği, parladığı için bakarız. Gözümüze çarpan şey ışığıdır, ama ona sokulmamızın parlaklığıyla bir alakası yoktur. Bizi ateşe çeken şey, ona yaklaştığımız zaman hissettiğimiz sıcaklıktır. 
Dedikleri gibi en güzel intikam iyi yaşamaktır.
Bir erkek sana gül verdiğinde onun gerçek niyetini anlamayabilirsin. Seni narin ya da çıtkırıldım gördüğünü sanırsın. Belki sana sadece güzellik vasfın üzerinden yaklaştığı için onu reddedersin. Belki de çiçeğin sapı dikenlidir ve sana zarar vermek istediğini zannedersin. Fakat dikenleri kesip atarsa kendini koruyabilen şeylere karşı hoş gözle bakmadığını düşünürsün. Davranışlar farklı farklı şekillerde algılanabilir. 
Bana söğütleri hatırlatıyorsun. Güçlü, iyi kök salmış ve gizli. Fırtınada kolayca bükülüyorsun, ama asla istediğinden daha fazla değil.
"Papatya pek münasip." diye dikkatimi dağıtmasına fırsat vermeden sözlerime devam ettim. "Yol kenarlarında yetişmeye itiraz etmeyen uzun ince bir çiçek... Çok narin olmayıp dayanıklıdır. Papatya başının çaresine bakabilir. Sanırım sana en uygunu bu...Ama gel listemize devam edelim. Zambak? Fazla şatafatlı. Kenger, fazla mesafeli. Menekşe, çok kısa ömürlü. Trilyum? Hım, bak bu da güzel. Hoş bir çiçektir. Yetiştirilmesi güçtür. Taç yapraklarının dokusu..." Genç ömrümün en cesurca hareketini yaparak iki parmağımla Denna'nın boynunu okşadım. "...teninin yumuşaklığıyla ucu ucuna da olsa uyumlu. Lakin o da yere çok yakındır."
"Güçlü sarmaşıklarda yetişen koyu kırmızı bir çiçektir. Yaprakları koyu renkli ve narindir. Sarmaşığı en iyi gölgeli yerlerde yetişir, fakat çiçekli kısımları güneşin başıboş ışıklarını bulup açar." Denna'ya uzun uzun baktım. "Sana tam uydu. İçinde hem gölge hem de ışık taşıyorsun. Selase çiçeği ormanın derinliklerinde yetişir ve sadece bu işten iyi anlayan kişiler tarafından bakılıp büyütülebilir. Fevkalade bir kokuya sahiptir. Çok aranır, az bulunur." Durup ona dikkatle bakarmış gibi yaptım. "Evet, illa ki bir tanesini seçmek zorundaysam selase çiçeğini seçiyorum."
Kadınlar ateşe benzerler. Bazıları mum gibidir; parlak ve dost canlısıdır. Bazılarıysa kıvılcım veya közü andırır, yahut yaz gecelerinde peşinden koşulacak ateş böceklerini. Bazı kadınlar kamp ateşi gibidirler; bir gece sana ısı ve ışık verdikten sonra bırakılmaya razıdırlar. Bazıları şömine ateşinden farksızdır; ilk bakışta bir şeye benzemeseler de altları çok ama çok uzun süre yanan sıcak ve kıpkırmızı kömürlerle doludur. Fakat Dianne...Dianne, Tanrı'nın bileği taşına sürttüğü keskin bir demirden dökülen bir kıvılcım şelalesi gibi. Kendini ona bakmaktan, onu istemekten alıkoyamazsın. Hatta bir saniyeliğine bile olsa elini o şelaleye sokmayı arzularsın. Ama onu tutamazsın. Denersen kalbin kırılır.
Hiçbir şey rüzgar ya da kadınların ilgisi kadar değişken değildir.
Çok az şey sorgusuz sualsiz itaat kadar sinir bozucudur.
Sözcükler unutulmuş isimlerin solgun birer gölgesi gibidirler. Nasıl ki isimlerde bir güç gizlidir, aynı şey sözcükler için de geçerlidir. Sözcükler insanların akıllarında bir ateş yakabilir, en taş kalpleri bile gözyaşlarına boğabilir. Bir insanın sana aşık olmasını sağlayan altı sözcük vardır. Güçlü bir adamın iradesini kıracak on sözcük bulunur. Ama sözcük dediğin, bir ateşin resminden fazlası değildir. İsimse ateşin ta kendisidir. 
Bilgelik cüretkarlığı bastırır.
Üniversite'nin altında en çok istediğim şeyi buldum. Ama hiç de beklediğim gibi çıkmadı. Zaten gönlünde yatana kavuştuğun zaman hep öyle olmaz mı?
Denna vahşi bir şey. Bir burçin ya da bir yaz fırtınası gibi. Fırtına evini yıkarsa ya da bir ağacı devirirse ona acımasız diyemezsin. Zalimdir, hepsi o. Tabiatının gerektirdiği gibi davranmıştır ve malesef bir şeyler zarar görmüştür. Aynı şey Denna için de geçerli. 
Suyun durgun yüzeyine bakarken aşağılardaki derin, soğuk karanlığı unutma.

Rüzgarın Adı ( Kralkatili Güncesi 1. Gün) - Patrick Rothuss | Kitap Yorumu


Orijinal Adı: The Name Of The Wind
Seri: The Kingkiller Chronicle #1
Sonraki Kitap: Bilge Adamın Korkusu
Yayınevi: İthaki Yayınları
Sayfa Sayısı: 736
Baskı Yılı: 2011
Goodreads Puanı: 4.55  (414,448 Oy)


Arka Kapak Yazısı
"Uyuyan höyük krallarından prensesler kaçırdım. Trebon kasabasını yakıp kül ettim. Felurian'la bir gece geçirdim ve hem canıma hem de aklıma mukayyet olabildim. Çoğu insanın kabul edildiğinden daha küçük bir yaşta Üniversite'den atıldım. Başkalarının gündüz gözüyle ağızlarına almaktan bile korktukları yollardan ay ışığı altında geçtim. Tanrılarla konuştum, kadınlar sevdim ve ozanları ağlatan şarkılar yazdım. Belki beni duymuşsunuzdur."

   Fantastik kurgu edebiyatının eşsiz bir masalı, bir kahramanın kendi ağzıyla anlattığı öyküsü işte böyle başlıyor. Bir keder öyküsü bu... bir kurtuluş öyküsü... bir adamın evrenin anlamını arayışının ve gerek o arayışın gerekse de onu sürdürmesini sağlayan gem vurulamaz iradenin bir efsaneye dönüşmesinin öyküsü.


Yorum
   Merhabalar sevgili arkadaşlar! Sizlere bu seferki yazımda harika bir kitaptan bahsedeceğim. Bu kitabı mutlaka bir kütüphane rafında ya da arkadaşınızın masasında görmüş, hakkında bir şeyler duymuş ya da en azından bir kitap mağazasında rastlamışsınızdır. Adının farklılığı, kalınlığı, arka kapak yazısı, yazarların o kitap hakkında söyledikleri, herhangi bir şey sizi kendine çekmiştir bu kitapta. Hangi kitaptan bahsediyorum:  Tabiki Rüzgarın Adı. Bu kitabı basit bir yorum yazısıyla tanımlamak bana çok yetersiz geliyor, okuduysanız sizlere de öyle gelecektir ama idare edin artık. Kuru kuruya da geçiştirsem hakkını vererek bir yorum yapmaya çalışacağım.

    Öncelikle kitabın konusu ile başlayalım. Türü fantastik-kurgu olan bu kitapta, ne ararsanız bulabilirsiniz. Macera-aksiyon yer yer kendini çok güzel gösterirken, öteki taraftan güzel bir aşk teması, fantastik ögeler, gerilim, gizem, şiirsellik derken kitabın bambaşkalığı içinde kayboluyorsunuz adeta. Bir kitabın size yaşatabileceği, yaşatması gereken tüm hisleri hakkını vererek yaşatıyor. Bir yandan öfkelenirken, bazı yerlerde durgun bir deniz misali huzur bulduğunuz, başka bir an meraktan çıldırırken, başka bir sayfada gözyaşlarınızı zor tuttuğunuz, çok yönlü bir dünya…


    Kitabın mükemmelliğini bir kenara bırakıp gerçekten konuya gelirsek; Harry Potter, Yüzüklerin Efendisi okuyanlar bilirler. O tarz fantastik ögelerle yoğrulmuş bir dünya düşünün. Hogwarts gibi görkemli büyücü okulları, simya ve gizemcilik konusunda uzmanlaşmış öğretmenler ve tüm bunların ötesinde bu hikayenin Harry Potter’ı yani Kvothe. Olaylar işte bu baş kahramanın yaşadıklarının bizzat kendi dilinden anlatılması ile başlıyor. Yaşadığı aşklar, maceralar, gizemler, tutkular, savaşlar ve daha nice şey kitapta konu edilmiş. Masalsı dille süslenen ve fantastik ögelerle dolu bu kitap, içindeki gizemler, kötülükler, kederler ve aynı zamanda eğlendirici yönüyle okunmaya değer bir kitap.

    Baş kahramanımız Kvothe, kızıl saçlarıyla rengarenk bir giriş yapıyor romana. Elinde lavtası ile o büyüleyici ezgilerini duymuş kadar oluyorsunuz. Daha küçücük bir çocukken başlayan hikayesinde sizde onunla birlikte büyüyor, görüp geçiriyorsunuz. Öyle farklı bir dünyası, öyle farklı bir kafası var ki, çevresindeki herkesten daha zeki ve sorgulayıcı. Bu hayatı anlamlandırma evresinde ona pek çok kişi ışık tutuyor. Babası, Abenthy, Denna,öğretmenler ve daha niceleri. Onunsa yaşadıklarından sonra tek bir amacı var. Onu size elbetteki söylemeyeceğim. Söylersem büyüsü kaçar. ;) Karaktere öylesine ısındım ki dün gece rüyalarıma konuk oldu. Öyle tatlı, öyle kurnaz aynı zamanda öyle de yetenekli ki. Masumiyet ve iyi kalplilik de bu ince ruhtaki yerini alıyor elbette. Cesaret, kahramanlık, sinsilik derken binlerce çelişkili ama bir o kadar göze çarpan özelliğiyle kanlı canlı bir Kvothe oluşuyor zihinlerinizde. Yine bu karaktere Denna gibi yanıp sönen bir meşale ışığı, bir görünüp kaybolan gizemli kız eşlik ediyor. Ve birde Bast var vefakar ama hikayesini bir türlü öğrenemediğimiz arkadaş. Romandaki karakterler de romanın kendisi gibi ışık saçıyorlar.


    Romanın büyüleyici yanlarından birisi, hikaye içinde hikayeleri gizlemiş farklı bir kurgulanış tarzı olmasıydı. Bu kurguya, Rothuss’un yarattığı bambaşka bir dünya, a’larlar, sigaldriler, simyasal terimler, Taborlin’ler, Chandrealılar gibi fantastik ögeler eklenince, yazarın renkli ve bir o kadar özgün hayal gücüne “vay be!” demeden geçemiyorsunuz tabi. Adam efsane yazmış bence. Belki bana bazılarınız kızıyor, şaşırıyordur böylesine güzel bir kitabı neden bu kadar geç okudun diye. Bende okuduktan sonra düşündüm “Ah seninle neden bu kadar geç tanıştık? Neden bu kadar geç çıktın karşıma?” diye. Ama böyle muhteşem kitapları hemen okuyunca, çok nadir böylesi yazıldığı için boşluğa düşüyorsunuz, diğer okuduklarınızda hep bu kitaptaki tadı arıyor ve bulamayınca gerçekten üzülüyorsunuz. Bunu yaşamak istemedim. Çünkü en başından beri hissediyordum bu kitabı çok seveceğimi. Şimdi hangi kitabı okusam, bu kitabı aldatmak gibi gelecek bana. Cidden çok sevdim, hatta aşık oldum. Tadı damağımda kaldı. Umuyorum ki bunun gibi kitaplar dünyada var olmaya devam ederler.

   Bunca sözün ardından eleştirecek olumsuz bir yön var dersem olmaz heralde çünkü yok. Kitapta genel olarak aşırı aksiyon ve sürükleyicilik yoktu. Hatta bazı yerler yolculuk hikayesi gibi olaysızdı. Muhtemelen birçok düğüm ikinci kitapta çözüleceği için, bu kitap daha çok sorgulamalar, gözlemler, arayışlar ve gizem ile doluydu. Tüm bu durgunluğu ile bile bir saniye olsun sıkılmadan okutabilen yegane kitap oldu.


    Dili akıcı, üslup sade ve anlaşılırdı. Kitapta olaylar ağırlıklı olarak baş karakterin gözünden anlatılıyordu. Yazarın kalemi güçlüydü, iyi edebiyat yapıyordu. Kalın bir kitap olmasına rağmen sayfaların akıp gittiğini rahatlıkla hissedebilirsiniz. Ve kitapta birçok düğüm kaldı. Birçok soru işareti. Anlatılan hikaye, yaşananın sadece onda birisi gibiydi. Şaşırtıcı birçok olaya yer verilmişti. Bu nedenle sırları çözmek için ikinci kitabı iple çekeceğinizden eminim. Biraz kalın olsa da asla tereddüt etmeden piranalar gibi ikincisine neden saldırıyoruz biz okurlar sanıyorsunuz. J Mesela bu seriye neden “Kralkatili Güncesi” dendiği bile henüz ortaya çıkmış değil. Kitabın adının nereden geldiğine ufaktan değinilmiş olsa da bu bile hala gizemini koruyor. Bakalım bir sonraki kitapta neler göreceğiz. Başka bir yorumda görüşmek üzere. Herkese bol bol bol kitaplı günler! J


NOT:Kitap harika olunca alıntılar da bir o kadar harika ve boldu. Bu nedenler onları ayrı bir blogda yazdım. Linkine şuradan ulaşabilirsiniz.  

Puanım

20 Mart 2017 Pazartesi

Parlayan Sözler (Fırtına Işığı Arşivi #2) - Brandon Sanderson | Kitap Yorumu


Orijinal Adı: Words of Radience
Seri: The Stormlight Archive #2
Önceki Kitap: Kralların Yolu
Yayınevi: Akılçelen Kitaplar
Sayfa Sayısı: 1016
Baskı Yılı: 2016
Goodreads Puanı: 4.76  (98,109 Oy)

Arka Kapak Yazısı


Parlayan Şövalyeler bir kez daha dayanmak zorunda.

Kadim yeminler en sonunda dillendirildi, sprenler geri döndü. Kayıp olanı arıyor herkes; korkarım ki bu arayış sonları olacak.

Ama büyünün doğasında var bu. Ne de olsa harap ruhların, içine başka bir şeylerin yer edebileceği defoları olur. Bizzat yaradılışın gücü olan Dalgabağlamalar, harap bir ruhu tamir edebilecekleri gibi derinliklerine sızıp yaralarını da genişletebilirler.

Rüzgârkoşucu, intikam ve onurun sınırları arasında dengelenmiş, mahvolmuş bir dünyada kayıp. Yavaş yavaş geçmişi tarafından yok edilmekte olan Işıkören, dönüşmekte olduğu yalanı aramakla meşgul. Kan ve ölümle doğan Bağdökümcü yok edilenleri yeniden var etmeye çabalıyor. İki insanın kaderleri arasında gidip gelen Kâşif ise yavaş bir ölüm ve tüm inandıklarına korkunç bir şekilde ihanet etmek arasında bir seçim yapmak zorunda.

Onlar için uyanış zamanı çoktan geldi geçti, çünkü Dinmezfırtına tepelerine binmek üzere.

Ayrıca Beyazlı Suikastçı da geldi.


Yorum

  Herkese merhaba! Bugün en sevdiğim yazarlardan birinin en sevdiğim serisi ile karşınızdayım. :) Fırtına Işığı Arşivi en sevdiğim ilk üç fantastik seri arasındadır. Yazar ilk iki kitapla bile yerini öyle sağlamlaştırdı ki.!

  Kralların Yolu, serinin ilk kitabı. Onu okuduğumda çok etkilenmiştim, bayılmıştım. O yazıya buradan ulaşabilirsiniz. Seri bizim dünyamızdan çok farklı bir dünyada geçiyor ve bu dünyada bir çoğu şey çok farklı. Büyük ve güçlü fırtınalar, değişik bir büyü sistemi, büyük imparatorluklar ve bilinmeyen düşmanlar, öngörüler, gizemi aksiyon.. Fantastik kurgudan ne bekliyorsanız bu kitapta fazlasıyla, hatta baya fazlasıyla buluyorsunuz.



  Kralların Yolu'ndan sonra merakla bekliyordum ve çıkınca çok sevinmiştim. Okumakta biraz geciktim ama keşke okumasam da dedim, diğer kitabı beklemek çok zor. :( Neyse, kitabı özellikle yavaş okudum ki hemen bitmesin, ama son çeyrekte yazar olaylara öyle bir ivme kazandırdı ki kitabı elimden bırakamaz oldum, son sayfalara doğru bir gece kitabı bırakamadım ve çok geç yatmak zorunda kaldım, kitap sizi esir ediyor.

  Kitap okurken pek heyecanlanmıyorum artık, aksiyon sahneleri beni etkilemiyor ama Sanderson ne yapıyor ediyor bir ters köşe yapıyor ve beni şaşırtıyor ve hikayeyi öyle bir noktaya taşıyor ki heyecanlanıyor, yapma yapma, bu olmaz falan demeye başlıyorum.

  Kitabı övmek istiyorum ama pek kelime bulamıyorum. Zaten spoiler vermeden konuşmak da çok zor. Her sayfası ile, her karakteri ile, kurgusu, sistemi, anlatımı ile her şeyiyle mükemmel bir seri. Fantastik kurguya ilginiz varsa kesinlikle es geçmemelisiniz. Yazarın Sissoylu serisi de muhteşemdi, onu da çok seviyorum ama bu seri ondan bile iyi bence. :) Yalnız Sanderson okuduktan sonra çıtanız öylesine yükseliyor ki diğer yazarları beğenmek zor oluyor, baştan söyleyeyim. Bu seriyi okuyun. Sanderson'la ve evreniyle tanışın mutlaka. İyi kitaplarla kalın. :)

Alıntılar

Pis olmayan bir ölüm bulmak zor. 
Göçüp gitmiş olanları hatırlamak önemliydi ama hayatta olanları korumak için çalışmak daha önemliydi. 
Gerçek bazen bir yalandan daha şaşırtıcıdır. 
Olmasalar daha memnun olacağı pek çok hatırası vardı. 
İnsan olmak güzelliği aramaktır Shallan. Umutsuzluğa kapılma, yolunda dikenler büyümüş diye avı bitirme. 
Ne zaman umursayacağını öğrenmek zorundasın, oğlum. Ve ne zaman vazgeçmen gerektiğini. 
"Aşk çürümüş yemek gibidir."
"Hayatta kalmak için gerekli olabilir ama ayrıca mutlaka mideyi bulandırır." 
Gerçek zeka kontrollü zekaydı. Bir okun rastgele bir yöne doğru atılmamasının gerekli olduğu gibi, sözlerinde özgürce uçuşmalarına izin verilemezdi. 
Huysuz değilim ben, sadece aptallığa karşı tahammülüm az. 
Sık sık en basit cevap, doğru olanıdır. 
Hayat basit değildi. Hiçbir zaman olmamıştı. 
Bir kadının gücü seçmiş olduğu rolü her ne ise onda değil, o rolü seçme gücünde olmalıdır.

Puanım

19 Mart 2017 Pazar

Vahşetin Çağrısı - Jack London | Kitap Yorumu


Orijinal Adı: The Call of the Wild
Seri: Yok
Yayınevi: İthaki Yayınları
Sayfa Sayısı: 107
Baskı Yılı: 2015
Goodreads Puanı: 3.82  (238,653 Oy)

Arka Kapak Yazısı

Ya sahip olacak ya da sahiplenilecekti, affetmek zayıflıktı... Öldür ya da öl, ye ya da yem ol, kanun buydu ve Buck da zamanın derinliklerinden gelen bu emre itaat ediyordu.



Yorum


  Herkese yeniden merhaba! Bugün bilgisayarın başına geçebilmişken yazılarımı yazmaya çalışıyorum. :)

  Jack London'ı Martin Eden ile sevdim ve tüm kitaplarını okumaya kararlıyım, Vahşetin Çağrısı da bunlardan biri. Kitap Buck adında bir köpeğin yaşam macerasını anlatıyor. Buck şehirli  bir köpekken sahibi değişiyor ve daha vahşi bir hayata atılıyor. Artık o diğer köpeklerle birlikte kızak çeken bir köpek. İşte bu noktadan sonra Buck'ın içinde bambaşka duygular kabarmaya başlıyor ve en ilkel içgüdüleri uyanmaya başlıyor.

  Buck ve onun vahşi yaşam macerasını okumak her ne kadar hoş olsa da ben kitabı çok sevemedim açıkçası, sanırım bu da yazarın bende uyandırdığı büyük beklentiler yüzünden. Martin Eden o kadar güzeldi ki yazardan ister istemez öyle şeyler bekliyorum. :) Yine de konu ve konunun işlenişi bakımından güzel ve hızlıca okunan bir kitaptı. Sanırım Beyaz Diş'e beniyor ama ben onu çok uzun zaman önce okuyup, unuttuğum için karşılaştırma yapamayacağım.

  Genel olarak güzel bir kitaptı, bir köpeğin içgüdülerinin uyanıp, vahşetin çağrısı karşısındaki tepkilerini okumak istiyorsanız tam size göre bir kitap. İyi okumalar. :)

Puanım