31 Aralık 2016 Cumartesi

2016'da Okuduğum Kitaplar ve Favorilerim


Herkese merhaba! Bir yılın daha sonuna geldik ve ben nihayet zaman bulabildim bu yıl neler okumuşum diye göz atmaya. Şu sıralar kitap okumaya bile zor zaman bulabildiğim için ne blogla uğraşmaya ne de sevdiğim blogları takip etmeye yeteri kadar zaman bulamıyorum, bunu en kısa sürede telafi etmeye çalışacağım.

2016 için okuma hedefim 110 kitaptı, bu sayının üzerine çıkabildim ve bunun için oldukça  mutluyum. Toplam 130 kitap okudum, bu 136'nın içinde 32 manga da var.
Toplam 44 bin sayfa kadar okumuşum, aslında daha iyi bir sayı olmasını istiyordum ama bu yıl kısmet değilmiş. :)
Okuduğum kitapları listeleyecek olursam;

  1. Göremediğimiz Tüm Işıklar - Anthony Doerr
  2. Halüsinasyon - Alein Kentigerna
  3. Akıl Oyunları - Daniel Palmer
  4. Sissoylu: Son İmparatorluk - Brandon Sanderson
  5. Dante Denklemi - Jane Jensen
  6. Mitolojiden Efsaneye - Muharrem Kaya
  7. Hayaletin Çırağı - Joseph Delaney
  8. Hayaletin Laneti - Joseph Delaney
  9. Hayaletin Sırrı - Joseph Delaney
  10. Hayaletin Savaşı - Joseph Delaney
  11. Hayaletin Hatası - Joseph Delaney
  12. Güven Bana - Jeff Abbott
  13. Resimli Adam - Ray Bradbury
  14. Amcanın Rüyası - Dostoyevski
  15. Kızıl Gökler Altında Kızıl Denizler - Scott Lynch
  16. 1984 - George Orwell
  17. Cam Çocuk - Jodi Picoult
  18. Bülbülü Öldürmek - Harper Lee
  19. Sırlar Uçurumu - Alein Kentigerna
  20. Taş Meclisi - Jean-Christophe Grangé
  21. Kusursuz Tuzak - Lisa Gardner
  22. Kırmızı Üniformalılar - Jonh Scalzi
  23. Martin Eden - Jack London
  24. Fareler ve İnsanlar - John Steinbeck
  25. Ölülerin Fısıltısı - Simon Beckett
  26. Hırsız - Megan Whalen Turner
  27. Yıldız Gezgini - Jack London
  28. Kadın Psikolojisi - Nevzat Tarhan
  29. Koloni - Jean-Christophe Grangé
  30. Kurtarıcı - Jo Nesbo
  31. Kayıp Arkadaş - Kemal Sayar
  32. Budala - Dostoyevski
  33. Takipçi - Kevin Hearne
  34. Dava - Franz Kafka
  35. Dava (Çizgi Roman) -Franz Kafka
  36. Ovaların Kurdu Cengizhan - Conn Iggulden
  37. Kafes - Josh Malerman
  38. Bir Artı Bir - Jojo Moyes
  39. Yıldız Tozu - Neil Gaiman
  40. Aşk-ı Mizaç - Enver Demirel Yılmaz
  41. Demir Ökçe - Jack London
  42. Sineklerin Tanrısı - William Golding
  43. Dövmeli Adam - Peter V. Brett
  44. Bay Mercedes - Stephen King
  45. İstanbul Kahini - Michael David Lukas
  46. Çağrı - James Frey
  47. Olağanüstü Bir Gece - Stefan Zweig
  48. Hırsızlar Cumhuriyeti - Scott Lynch
  49. Acımak - Stefan Zweig
  50. Aşk ve Ölüm Üzerine - Patrick Süskind
  51. Cam Kule - Robert Silverberg
  52. Bilinmeyen Adanın Öyküsü - Jose Saramago
  53. Kuzuların Sessizliği - Thomas Harris
  54. Amatörler - Marcus Sakey 
  55. Denek - Robin Cook
  56. Büyük Av - Robert Jordan
  57. Yasaklı - Ted Dekker
  58. Ay Işığı Sokağı - Stefan Zweig
  59. Olmak Cesareti - Kemal Sayar
  60. Hipnozcu - Lars Kepler
  61. Nemesis - Jo Nesbo
  62. Şeytan Yıldızı - Jo Nesbo
  63. Kapan - Simon Beckett
  64. Kayboluş - Ken Grimwood
  65. Unutuluş - Jennifer L. Armentrout
  66. Erebos - Ursula Poznanski
  67. Hannibal - Thomas Harris
  68. Süleyman'ın Anahtarı - Jose Rodrigues dos Santos
  69. Yalnızlık Avutmaz - Jose Marti
  70. Büyücü - Kevin Hearne
  71. Osman: Aşk - Beyazıt Akman
  72. Marslı - Andy Weir
  73. Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu - Stefan Zweig
  74. Pay - George Pelecanos
  75. Pozitif Psikoloji - Nevzat Tarhan
  76. Sissoylu: Kuşatma - Brandon Sanderson
  77. Sanal Aşk - Kemal Sayar
  78. Fedailerin Kalesi Alamut - Vladimir Bartol
  79. Suikastçinin İnancı: Rönesans - Oliver Bowden
  80. On Üç'ün Gizemi - Sebastian Beaumont
  81. Parmak İzi - Edgar Wallace
  82. İvan İlyiç'İn Ölümü - Leo Tolstoy
  83. A'dan Z'ye Seri Katiller Ansiklopedisi - Schechter & Everett 
  84. Rehine - T.R. Ragan
  85. Dorian Gray'in Portresi - Oscar Wilde
  86. Kibarlık Budalası - Sevda Doktoru - Moliere
  87. Kibarlık Budalası - Moliere
  88. Toplu Öyküler - Oscar Wilde
  89. Son Okur - David Toscana
  90. Genç Bir Doktorun Anıları - Mikhail Bulgakov
  91. Biz - Yevgeni Zamyatin
  92. Çanlar Kimin İçin Çalıyor - Ernest Hemingway
  93. Küçük Burjuvalar - Maksim Gorki
  94. Çocukluğum - Maksim Gorki
  95. Biraz Yağmur Kimseyi İncitmez - Kemal Sayar
  96. Kurt Gölü - John Verdon 
  97. Neşter
  98. - 109. Ölüm Defteri - Death Note (1-12)
  99. 110.-136. Çelik Simyacı - Fullmetal Alchmist (1-27)

Listeyi yapınca çok güzel kitaplar okuduğumu fark ettim ve tabii ki daha çok okumam gereken kitap olduğunu da fark ettim.

2016'da Okuduğum En İyi Kitaplar
*Türe göre ve sırasız belirleyeceğim, seçim yapamıyorum çünkü.

Fantastik Kurgu
Psikoloji-Kişisel Gelişim
2016'da Okuduğum En Farklı Kitaplar
2016'da Okuduğum Hayal Kırıklığına Uğratan Kitaplar
2016'da Okuduğum Beni En Çok Etkileyen Karakterler
  • Sissoylu - Kelsier
  • Bülbülü Öldürmek - Atticus
  • Martin Eden - Martin Eden
  • Dorian Gray'in Portresi - Dorian Gray
  • Fedailerin Kalesi Alamut - Hasan Sabbah
  • Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu - Mektubun Yazan Kadın (ismi geçmiyor kitapta)
  • Daeth Note - Light 
  • Wardstone Günlükleri - Tom'un Annesi
Bazı kitapları çok sevsem de listeler uzamasın diye listelere almadım, Budala, Çocukluğum, Sanal Aşk, Demir Ökçe gibi. Benim 2016 yılım kitaplar açısından güzel geçmiş, umarım sizin yılınız da güzel geçmiştir. 2017'nin daha mutlu daha kitaplı bir yıl olması dileğiyle. :)


Dipnot: Sümeyye'de kitaplarını derleyecekti ancak sınavları yüzünden zaman bulamadığı için yazı hazırlayamadı ne yazık ki.

Fullmetal Alchemist Seri İncelemesi




  Fullmetal Alchemist'i okumaya karar verdiğim sıra 2016 bitmeden seriyi bitiririm diye düşünüyordum ancak istediğim hızda okuyamadığım için yetiştiremeyeceğim sanmıştım derken serideki heyecanın doruğa ulaşmasıyla 6-7 sayıyı iki günde okudum ve 2016'nın son gününde FMA'yı bitirdim.

  Bu yazımda 27 cildin tamamına yorum yapacağım, spoiler vermeden seriyi tanıtmaya ve incelemeye çalışacağım.

  Edward ve Alphonse, nam-ı diğer Elric kardeşler ölen annelerini geri getirebilmek için simyaya başvurmuş ancak olaylar onların düşündüğünün tam aksi şekilde gelişmiştir. Ed ve Al bu dönüşüm sırasında kayıplar vermiştir, Ed bir kol ve bacağını, Al ise vücudunu yitirmiştir. Bu olaydan sonra bu iki kardeşin tek amacı vücutlarını geri alabilmek olmuştur. Daha çok imkana ulaşabilmek için ulusal simyacı olmuşlardır.

  Seri Elric kardeşlerin vücutlarını kazanmak için girdikleri yolda çok daha büyük, bambaşka olayların içine düşmelerini konu alıyor. Serinin başında biz resmin çok küçük bir bölümünü görüyoruz ve bölümler ilerledikçe büyük resmin aslında ne kadar farklı ve dehşet verici olduğunu anlıyorsunuz. Serinin en beğendiğim yönlerinden biri bu idi, her sayıda ayrı bir gizem ortaya çıkıyor, bambaşka olaylar yaşanıyor ve heyecanın dozu giderek artıyor. Yazarı bu yönden ayakta alkışlamak lazım, hiç sıkmadan sizi 27 sayılık uzun ve çok güzel bir yolculuğa çıkarıyor ve bu sırada aklınızda kalacak bolca detaya yer verebiliyor.



  FMA'nın bir diğer güzel yönü de Elric kardeşlerin, kardeşliği çok güzel anlatıp yaşayabilmeleriydi .Bu yönünü gerçekten sevdim, kardeşlik aslında ne yeniden görebiliyorsunuz. Ve Elric kardeşlerin yenilmez olmayışı, her başarı her kahramanca hareketi baş karakterlerin yapmaması, seride iyi bir rol dağılımının olması serinin en çekici yönlerinden biri oldu benim için. Mükemmel özelliklerle ve kahramanlıklarla donatılmış başkarakterlerden sonra Elric kardeşler çok iyi geliyor insana.

  FMA'nın sevdiğim bir diğer yönü de mizahi yönüydü. Okurken hem aksiyon hemde mizahı bir arada bulabiliyorsunuz, bu yönden zaman zaman Amerikan-vari çizgi roman-filmleri anımsatsa da okuması keyif vericiydi. Ed'in boy sıkıntısı serinin en önemli mizah malzemelerinden biriydi, buraları okurken hem Ed'i anlıyordum (kısa boylu olunca ister istemez empati kurdum) hem de gülüyordum.



  Genel olarak oldukça güzel bir seriydi, tamamen özgün değildi, alışkın olduğumuz çok yönü olsa da Hiromu Arakawa ortaya çok güzel bir iş çıkarmış. Yazıdan belli olduğu gibi ben seriyi çok sevdim, parça parça incelenirse bolca hata bulunabilir ama genel resim oldukça iyi bence. Keyifli zaman geçirmek için ve kafa dağıtabilmek için birebir. Mangaya ilginiz varsa bu seriye mutlaka göz atın derim. :) Keyifli okumalar.

29 Aralık 2016 Perşembe

Neşter - Paul Carson | Kitap Yorumu

kitap yorumu

Orijinal Adı: Scalpel
Seri: Yok
Yayınevi: Altın Bilek Yayınları
Sayfa Sayısı: 490
Baskı Yılı: 2014
Goodreads Puanı: 3.33 (184 Oy)

Arka Kapak Yazısı

Genç bir asistan, laboratuvarda vahşice öldürülmüş olarak bulunur. Olayın tek kanıtı da, kadının boğazına saplanmış olarak bulunan kanlar içindeki neşterdir. Hastanede yürütülen soruşturmada, doktorların kendi konumlarını korumak için sessizliğe bürünmesiyle soruşturma iyice çıkmaza sürüklenir. Katilin hastane personelinden biri olduğunu anlayan dedektif Kate Hamilton, iz sürmeye başlar ancak bir anda, o da kurbanlar listesine eklenir… Aynı hafta içinde, nice zorluklarla dolu bir tedavi sürecinden sonra çok zengin bir iş adamının bebeği, aynı hastanede doğar. Hem cinayet, hem de milyoner çocuğun doğumu, tüm ilgileri hastaneye çeker. Medya ve siyasiler hastaneyi izlemektedir. Milyoner bebek, hastaneden evine getirilir ve kısa bir süre sonra kaçırılır…

Bu iki olayın birbirine bağlandığı hastanede siyasal çıkarlar da birbirine girer, tartışmalar başlar ve kavgalar yaşanır ama katil durmaz. Çocuğun kaçırılması üzerine gündemin hareketlendiği günlere, bir de katilin diğer kurbanı eklenir ve iş çığırından çıkar. Son satırına kadar heyecanla okuyacağınız, gerilimin doruklarında gezinirken insanlığınızı da hatırlayacağınız inanılmaz bir roman...

Yorum

Bir süredir hiç polisiye okumamıştım ve bende değişiklik yapmak isteyip Neşter'e başladım. Neşter'de arka kapak yazısını dahi okumadan başladığım kitaplardan.

Kitapta iki farklı olaya yer veriliyor, bir bebeğin kaçırılması ve vahşice işlenen cinayetler. Her ikisinin de ortak noktası doğum hastanesi. Yazar kitabı yazarken polisiye-gerilim türünün genel klişelerinden sıyrılmak ve özgün olmak için kitaba farklı detaylar katmaya çalışmış, bunlar genel olarak iyi olsa da yazarın dilini sevemediğim için özgün kısımlarından çok keyif alamadım.

  Sanırım bu türden kitaplardan  çok fazla okuduğum için artık beni yeterince etkilemiyorlar. okuduğum çoğu şeye aşinayım ve türe göre yazarın bize sunacaklarını bildiğim için eski tadı alamaz oldum. Bu yüzden olacak ki bu kitabı da çok sevemedim, zaten yazar ortaya çok iyi bir iş çıkaramamış, bende türe fazla aşina olunca kitaptan zevk alamadım.

  Ve şunu eklemeden geçemeyeceğim, kitabın sonu aşk romanı gibi, masal gibi çok fazla pembe, musmutlu idi. Gerçekle bağdaşmayan sonları oldukça itici bulan biri olarak bu kitabın sonunu da hiç sevmedim.

  Polisiye-gerilim türü içinde ne en iyi ne en kötü kitaplardan biri. Bu türü seviyorsanız ve gizemin yoğun olmadığı polisiyelerden de hoşlanıyorsanız okuyabileceğiniz bir kitap.

Puanım


A Young Doctor's Notebook 1. Sezon | Dizi Yorumu



  Normalde pek dizi izlemiyorum, izleyemiyorum zaten. Genç Bir Doktorun Anıları'nı çok sevmiştim, yorumda The Dark Knight adlı bir kullanıcı dizisini önerince bir göz atmıştım.

  Dizi adından anlaşılacağı gibi Genç Bir Doktorun Anıları'ndan uyarlanmış ve mizahi ögeler bol tutularak hoş bir yapım ortaya çıkmış. Bir sezon dört bölüm ve her biri yirmişer dakika. Dizi aslında oldukça keyifli, mizahı bol, oyuncular da iyi iş çıkarmış olunca yirmi dakika çok hızlı geçiyor ve sıkılmadan bölüm bitiyor.


 Dizi uyarlanırken kitaptaki hikayeler biraz değişime uğramış, özellikle de Morfin adlı hikaye. Bu değişim genel olarak iyi olsa da ben çok sevmedim, ben tam metne bağlı kalınmasını seven biriyim. Dizi kısa olmasına rağmen ben yaklaşık bir ayda dört bölümü izleyebildim bu yüzden diğer sezonu izlemeyi düşünmüyorum, dizi takip etme konusunda ne kadar yeteneksiz olduğumu bir kez daha anlamış oldum.

Daniel Radcliffe ve John Hamm oldukça uyumlu bir ikili olmuşlar


  Velhasılıkelam dizi güzel, oyuncular iyi iş çıkarmış ve diğer bir çok diziden farklı olması bence artı bir yön. Zamanınız varsa ve farklı bir şeyler izlemek istiyorsanız bu diziye göz atabilirsiniz, yine de büyük beklentiniz olmazsa daha çok sevebilirsiniz. :)


24 Aralık 2016 Cumartesi

Şarkı Önerisi #1 : Native Albümü - One Republic | Öneri Atölyesi

 

                                                                 Albüm İsmi: Native
     Çıkış Tarihi: 22 Mart 2013
Yapımcı Şirket: Interscope Records
Tür: Pop, Alternatif Rock
Şarkı Sayısı: 13 (+singlelar)
     
     Evet arkadaşlar herkese merhaba! Yine bir cumartesi yani Yorum Atölyesi için Öneri günü ve yine bir öneriyle daha karşınızdayız. Ancak bu hafta ne dizi, ne film ne de kitap önereceğiz. Bu hafta da biraz müzik dünyasına giriş yapıp birbirinden harika şarkılardan oluşan harika bir albüm önerelim dedik.



   Bu hafta öneri köşemizi One Republic grubunun "Native" albümü süslüyor. Esma da bende tarz olarak daha çok hard rock-metal gibi sert şarkılar sever ve dinleriz ama insan zaman zaman daha durağan, farklı gırtlaklara da ihtiyaç duyabiliyor. Hep böğürenler de olmaz ki ama değil mi? :D Hard rocktan bunalıp biraz daha alternative rock tarzında, daha yumuşak şarkılara yönelmek istediğimizde ikimizde soluğu One Republic'de alıyoruz. Bu nedenle ikimizde şiddetle öneririz. Zaten grup bazı şarkı kanallarında alternative rock grubu olarak bile geçiyor ama bence bazı şarkıları pop ve slow a giriyor da diyebilirim. Bu grubun yeri bende ayrı. Çok eskiden beri tanıyıp dinlediğim bir o kadar da sevdiğim ve kopamadığım bir grup. Örneğin; good life şarkısının yeri bende farklıdır çünkü bana 17 yaşımı ve bana şuan saçma gelen bazı tatlı telaşlarımı hatırlatıyor. Apologize şarkısı ise trilyon kez dinlesem yine de bir türlü bıkamadığım bir diğer şarkı.  Ama bugün çok da eski bir albümü değil biraz daha yakın bir tarihten bir albümü tanıtacağız. Native albümü :)


    Native albümü grubun 2009 yılında çıkardığı Waking Up albümü ile bu sene çıkardıkları Oh My My albümü arasında yer alan, 22 mart 2013 tarihinde piyasaya çıkmış, 13 şarkıdan oluşan bir albüm. Grup bu albümle birçok dalda aday gösterildi ve ECHO En İyi Uluslararsı Pop/Rock grubu ödülünü de aldı. Albüm kapağını içerikle pek bağdaştırmasam da hayvan canlısı biri olarak o kadar da gözüme batmadı. En azından albümün ismiyle bağdaşıyor. Benim bu albümdeki favori parçalarım "Something I Need" ve "Can't Stop" şarkıları.Esma da hepsini dinliyor ama onun favorileri de Preacher ile I lived. Lafı fazla uzatmadan sizler için albümdeki şarkıları dinleyebileceğiniz bir liste ve listedeki favori parçalarımızdan birkaçının klibini de paylaştık. Dinlemeyen kaldıysa mutlaka bu parçaları keşfetmeli. Harika bir grup, harika şarkılar. Herkese iyi dinlemeler :)

23 Aralık 2016 Cuma

Çelik Simyacı (10-18) | Manga İncelemesi



  Fullmetal Alchemist toplam 27 ciltten oluşan bir manga serisi, 27 manga olunca her birine ayrı ayrı yorum yazmak yerine serinin üçte birini tamamladıkça yazmaya karar vermiştim. 18. Ciltle birlikte serinin üçte ikisini tamamlamış bulunuyorum.

  Daha önceki yorumumda söylediğim gibi ben bu manga serisini çok sevdim ve giderek seviyorum. Her ciltte bir çok olay yaşanıyor ve her olay birbirinden çarpıcı. Serinin başında biz sadece buzdağının bir kısmını görmüşüz, yazar aslında seri için çok büyük ve güzel bir kurgu hazırlamış ve bunu size parça parça sunuyor.

  Seride geçmişe dair bir çok şey aydınlandı ve bunları hepsi ayrı ayrı çarpıcıydı ancak en çarpıcı olan –bana göre- Ishbal Soykırımı idi, yazarın bu noktada Yahudi soykırımından etkilendiğini düşünüyorum ve ne olursa olsun çizimler, olaylarla çok güzel ve çarpıcı bir şekilde sunulmuştu. Bu yüzden 15. Cildi kanım donarak okudum ve şimdilik seride en sevdiğim sayı bu oldu.

  Fullmetal Alchemist’in en sevdiğim yönü ise size insanlığın iyi ve kötü potansiyelinin doğurduğu sonuçları aynı anda sunması, bir yanda Elric kardeşler ve çevrelerindeki diğer iyi insanlar, diğer yanda ise insanlıktan tamamen uzak düşmanları…

  Fazla uzatmak istemiyorum, eğer manga seviyorsanız bu seriye mutlaka bakın derim. :)

21 Aralık 2016 Çarşamba

Biraz Yağmur Kimseyi İncitmez - Kemal Sayar | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: Biraz Yağmur Kimseyi İncitmez
Seri: Yok
Yayınevi: Timaş Yayınları
Sayfa Sayısı: 288
Baskı Yılı: 2016

Arka Kapak Yazısı

"Gerçek hayat, tamamıyla buluşmadan ibarettir'. Buluşmak, karşılaşmak. İnsan ötekiyle karşılaşarak var olur. Ötekinin bakışıyla, ötekinin yüzünü bana çevirmesi, beni dinlemesiyle. İlişkiyle. Sadece ilişkiler vasıtasıyla kendimizi dünyaya ve başkalarına tamamen açarız. Başka bir insana bağlanabilmek için ona açık olmam gerekir. Olmamızı gerektiğini düşündüğümüz kişi olmak arzusundan sıyrılarak, gerçekten olduğumuz kişi olmaya izin vererek. Gerçekte kimim ben? Gerçekte olduğum kişi olmak, yani olduğum gibi görünmekle sahiciliğe adım atarım. İncinmeyi göze alarak."

Kemal Sayar "Biraz Yağmur Kimseyi İncitmez"le insanın kendisiyle, ötekiyle, dünyayla kurduğu ilişkilere, varoluşla gerçekleştirdiği buluşmaya dikkat çekiyor. Yaşarken incitici de olsa geriye dönüp baktığımızda bizi olgunlaştırdığını düşündüğümüz her şeyle yani "hayat"la buluşmanın "hayatı askıya almadan" yaşamanın ipuçları Kemal Sayar'ın usta kalemiyle "Biraz Yağmur Kimseyi İncitmez"de.

Yorum

  Tom Waits'in A Little Rain adlı şarkısındaki And a little rain never hurt no one cümlesi Biraz Yağmur Kimseyi İncitmez'in kitap adı olmuş.

  Kitabın adı kitaba çok yakışmış bunu okudukça daha iyi anlıyorsunuz, zaten bu kitaba beni çeken adı olmuştu. Yazar her zamanki tarzıyla ele almış kitabı, insanı günlük hayatın koşturmacasından çekip almak, dışarıdan hayata yeniden bakmayı sağlamak için kelimeleri çok güzel bir ahenkle dizerek bizlere sunmuş. Ben Sayar'ı ve kalemini çok seviyorum, okuduğum her kitabından ayrı bir zevk almışımdır, aynı şeyler bu kitap içinde geçerli.

  Yazar kitabın büyük bölümünde acıdan kaçarak mutluluk aramamız üzerine yazılar yazmış. Biraz acı çekmeli insan, yağmur biraz değmeli ki insan olgunlaşsın, aradığı o mutluluğun önemini anlasın. Kitabın büyük bölümünde anlatılmak istenen Konfüçyüs'ün şu sözü ile özetlenebilir; 
Elmas nasıl yontulmadan kusursuz olmazsa, insan da acı çekmeden olgunlaşamaz”
  Kitabın üzerine uzun uzun konuşmak gerekir belki ama ben okumanızı tavsiye ederek yazıma son veriyorum, ben yine çok sevdim Sayar'ın kalemini, o hep yazsın bizde hep okuyalım.

Alıntılar

Kelimeler ruha dokunur, kelimeler ruhu kanatlandırır. 
Hayatın bize sundukları içinde hüznü doğal bir seçimle sevebiliyor olsaydık; iri kahkahalara, gösterişli hayatlara ihtiyaç duymayacaktık. 
Ancak ruhunu kaybetmemişler hayal edebilir. Ancak hayal edenler hüzünlenebilir. 
Kalbini açmayana şifa yoktur. Dinlemeyi bilmeyende şifa bulamaz. 
Gerçeğin acı ilacı insanı ayık tutar. 'Pozitif' yalanlarla sahte cennetlerde gezinmek yerine, gerçeğin kolunda bu dünyaya yaslanmak yeğdir. 
İnsanlar bir gülüşün ardına sığınıyor çünkü dünyanın karmaşasıyla yüzleşmekten korkuyorlar.

Puanım


17 Aralık 2016 Cumartesi

Kitap Önerisi #3: Ateş Serisi | Öneri Atölyesi



Herkese merhaba! Bu haftaki öneri köşemizde Karie Marie Moning'in Ateş Serisi'ni inceleyeceğiz. Çok tanınan fantastik serilerden biri olmasa da türü içinde kendine ayrı bir yer edinebilmiş bir seri, çünkü bu türe ait klişelerin çoğunu barındırmıyor ve Kelt mitolojisinden esinlenerek yazıldığı için Amerikan fantezi ürünlerinden ayrılıyor.

  Seri beş kitaptan oluşuyor;

  1. Karanlık Ateş
  2. Kan Ateşi
  3. İntikam Ateşi
  4. Rüya Ateşi
  5. Gölge Ateşi
  Seri MacKayla Lane'in bir takım gizemlerin peşine düşmesiyle kendini karanlık ve bambaşka bir dünyanın içinde bulur. Bu dünya bolca gizemin, faelerin(peri ama bildiğiniz uçan tatlı perilerden değiller), karanlık adamların ve Jericho Barrons'un olduğu bir dünya. Barrons ilk başta diğer fantastik romanlardan aşina olduğumuz karakterlere benzese de aslında çok farklı. Yakışıklı, zeki ve soğuk bakışlarının altında çok büyük gizemler yatan, çok farklı bir insan, üstelik serinin sonuna, serinin başındaki kuğul adamdan melek kalpli adama dönüşmüyor. Barrons ilk başta neyse hep o. Bu bizi en çok cezbeden noktalardandı, çünkü Fantastik Serilerderdeki Klişelerle ilgili yazıda bahsettiğimiz o büyük değişim yok.

“Aklınızda belli bir araba var mı Bayan Lane?''
O gece mavi yakayı istiyordum.''Viper.''
''Onu almanıza niçin izin vereyim?''
''Çünkü bana borçlusun.''
''Size neden borçluyum?''
''Çünkü sana tahammül ediyorum.”

  MacKayla ile Barrons arasındaki zıtlaşma yakınlaşma ve sözsüz diyalog ve bakışmalar seriye oldukça farklı ve eğlenceli bir hava getiriyor, seri gerilim türünden bolca özellik içerse de yazar karakterlerle bize eğlenceli anlar sunuyor ve bolca güldürüyor.

“Çok mu kıskandın?’’
“Benim olan benimdir.’’
İyice hareketsizleşti. ’’Benim hakkımda böyle mi düşünüyorsun?’’
“Kıçının üzerine bahse girerim ki sen benimsin dostum.”

  Seride her kitabın sonu oldukça heyecanlı bitiyor ve okuma için çıldırıyorsunuz gerçekten, özellikle dördüncü kitaptan sonra beşinciyi beklemek bize çok zor gelmişti. Beşinci kitabı 700 sayfa olmasına karşı bir günde bitirebiliyorsunuz. Seri kurgusal ve hikayesel yönden çok mükemmel olmasa da ortaya çıkan sonuç gerçekten çok iyi ve başarılı. Ateş Serisi'nde her şeyi bulabiliyorsunuz, gizem, mizah, aşk, fantezi, korku-gerilim, aksiyon, dünya dışı yaratıklar ve mitolojik ögeler...

Sen ve ben buradayız ama rüzgar her yerde. Sana geri gelmesini istemediğin hiçbir şey söyleme.

  Bu seriyi mutlaka okuyun, iyi zaman geçirmek ve güzel bir şeyler okumak istiyorsanız hiç beklemeyin. Ve Ateş Serisi'ni okuyacaksanız ters köşe olmaya hazırlıklı olun.

15 Aralık 2016 Perşembe

Şu Aralar Ne Okudum : Kızıl Gökler Altında Kızıl Denizler

    Merhaba sevgili kitap severler! Locke Lamora efsanesi tüm heyecanı, entrikası, gizemi ve yalanlarıyla devam ediyor. Daha önceden de Scott Lynch’e ve onun yazarlığına duyduğum hayranlıktan size bahsetmiştim. Bu kitapta da Lynch beni yine mest etti. Kitabı okurken yazarın kültürel zenginliğini ve zeka parıltılarını kelime seçimlerinde, olay kurgusunda, karakterlerin işlenişinde görmek gerçekten çok hoşuma gidiyor.

   Ana karakterlerden bahsederek konuya giriş yapacak olursak; Locke kafası çok iyi çalışan, son derece hızlı ve atik, azimli, gözü kara, bizim “o ne tilkidir oooo” diyeceğimiz türde kurnaz bir karakterdir. Aynı zamanda çok az da görsek duygusal bir yönü, kırılgan bir tarafı vardır. Jean ise iri ve kuvvetli, cesur, koruyup kollayan, saf ve iyilik dolu, güçlü bir karaktere sahip ve Locke’un en iyi arkadaşıdır. Karakterler gerek fiziksel olarak gerek zihinsel olarak gerek karakteristik özellikler bakımından mükemmel değiller. Hepsinin birçok kusuru, yanılgısı, zaafı, zayıflıkları oluyor. Gerçek hayatla, gerçeklikle olan bu bağlantısı beni cezbeden ve kitabı çok daha fazla okunabilir kılan bir diğer nokta. Mesela Locke birinci kitapta yaşadıklarını hemen atlatıp hayatına güllük gülistanlık devam edemiyor. Depresyona girebilen, zayıflık gösterebilen bir karakter ve bu onun içimizden biri olmasını sağlıyor. Sadece kitap karakteri olmaktan çıkıp insan oluyor. Her anlamda.

   İlk kitaba kıyasla bu kitapta Jean-Locke dostluğunun daha ilerlediğine tanık olduk. İlk kitapta gerek Jean’in yeni gelmesi, gerek Böcek ve ikizler gibi kalabalık bir arkadaş grubunun olması nedeniyle aralarındaki ilişkiyi yoğun olarak hissedememiştik. Bu kitapta ise her anlamda birbirlerini tamamlayan, birindeki eksiği diğerinin kapattığı bir elmanın iki yarısı gibi olmuşlardı. Locke’un zekası ve dilini iyi kullanması, Jean’in dövüş yeteneğini iyi kullanması birleşerek onları durdurulamaz kılıyordu. Kitapta, serinin ilk kitabında da gizemini koruyan Sabetha karakterinden çok az bahsedilmesi hem biz okuyucuları meraktan çatlatıyor hem de diğer kitapları da okumaya teşvik ediyor.


    Locke Lamora’nın Yalanları’nda olduğu gibi Kızıl Gökler Altında Kızıl Denizler’de de dövüş ve çarpışma bölümleri oldukça fazlaydı. İlk kitaba kıyasla burada çok daha yoğundu hatta savaş raddesine varacak kadar büyük çaplıydı. Bu açıdan kıyaslarsak ilk kitaba göre daha aksiyonluydu. Öyle ki heyecandan o yerleri diken üstünde okudum desem çok da abartmış olmam.

   Kitapta ara ara yer verilen göz bağı hileleri, büyücülük, simyasal mucizeler gibi paranormal ögeler tam dozunda ve seriye ayrı bir büyü katıyor kanaatindeyim. Ne çok uçuk duruyor ne de diğer tarafta seyreden gerçekliğe gölge düşürüyor.

   Önceki bölümde olayın anlatılıp sonraki bölümde o entrikanın nasıl çevrildiği, planın yapılış aşamaları anlatıldığı zaman gerçekten son derece hoş ve merak uyandırıcı bir tarzı oluyor. Tam tersi olup da önce kurdukları planı anlatıp sonrada uygulanışı anlatılsaydı ileriki bölümleri bu denli iple çekmezdik diye düşünüyorum.

   Üsluba gelince son derece akıcı, anlaşılır bir dili vardı kitabın. Olaylar üçüncü bakış açılı anlatımdaydı. Kitaptaki diyaloglar gerçekten oldukça samimi, gündelik, eğlendirici ve orijinaldi. Bazı Jean-Locke diyaloglarını da sizlerle paylaşıyorum. Kitabın sonuda ilk kitap gibiydi. Birçok şey çözülmüş ama hala soru işaretleri vardı.


    George Martin’in Scott’ı övdüğü kadar varmış çünkü Lynch de karakterleri öldürme konusunda resmen Martin’e meydan okuyor. Aksiyonla, aşkla, savaşla, entrika ve hilelerle dolu bu kitabın beni en mest eden yanı arkadaşlıktı. Bu his öyle yoğun anlatılmıştı ki gerçekten her okuyuşta mest olduğumu hissettim. Bu iki oyunbazın dostluğunun daha ilk kitaptan beri böylesine derin olacağının farkındaydım ve hep de böyle baki kalmasını temenni ediyorum. Bu kadar övdükten sonra tavsiye etmemem düşünülemez. Kaçırmayın, mutlaka okuyun derim. Çok seveceksiniz. Bir sonraki yorumda görüşmek dileğiyle. Bol kitaplı günler dilerim. J
Esma'nın bu kitap hakkında yorumu için tıklayınız.


Alıntılar
İlla ki oynayacaksan daha en başından üç şeye karar ver: oyunun kurallarına, gireceğin bahse ve ne zaman çıkacağına.
Kumarbazlar tıpkı aşıkların sevişmeleri ve ayyaşların içmeleri gibi oyun oynarlar. Karşı konulmaz bir kuvvetin etkisi altında, körü körüne ve mecburiyetten.
Erkek! İki çit söz etmek onu nasıl da fareye çevirir. Tanrıları hor görür, savaşa atılır ve bir genç kızın azarıyla irkilir! En ufak kızın en ufak kahkahası bir hançer gibi gelir ve bir hançer gibi göğsüne saplanır kalır. Kanı süte, cesareti silik bir anıya çevirir.
Kadın, kalbin haritasız bir labirenttir. Şaşkınlığı şişeleyip bin sene içsem bile senin uyanmakla kahvaltıya oturmak arasında olduğun kadar kafam karışmaz. Öyle kurnazsındır ki tanrılar onlara bir çift el verselerdi yılanlar bile seni alkışlardı.
Parmakların yanmadıkça ateşten korkamazsın.

Puanım
 

14 Aralık 2016 Çarşamba

Çocukluğum - Maksim Gorki | Kitap Yorumu



Orijinal Adı: Детство
Seri: Otobiyografi #1
Sonraki Kitap: Ekmeğimi Kazanırken
Yayınevi: İş Bankası Kültür Yayınları
Sayfa Sayısı: 282
Baskı Yılı: 2016
Goodreads Puanı: 3.97  (3.813 Oy)

Arka Kapak Yazısı

Gorki'nin Çocukluğum, Ekmeğimi Kazanırken ve Benim Üniversitelerim'den oluşan üçlemesi, Rus dilinde yazılmış en güzel otobiyografilerden biridir. Çocukluğum'da babasını küçük yaşta yitirdikten sonra taşındığı dedesinin evinde geçirdiği yılları anlatır. Miras kavgaları, doğumlar, ölümler, küçük Aleksey'in tanık olduğu ve bizzat maruz kaldığı akıl almaz şiddet, bu evde gündelik hayatın akışı içinde sıradan olaylardır.

"Herkesin herkese düşman" olduğu bu aile, 19. yüzyıl Rusya'sında hüküm süren acımasız ve hoyrat hayatın bir "küçük evreni"dir aslında. Neyse ki idealizmi ve tertemiz kalbiyle adeta bir halk filozofu olan ninesi hep Aleksey'in yanındadır. Bir de her biri hayatında iz bırakan çok sayıda capcanlı karakter vardır… Onlar sayesinde hayat zor olduğu kadar gizemli ve renklidir de. Hem Gorki'nin "kendi ülkelerinde bir yabancı gibi yaşayan, gerçekteyse o toplumun en iyileri olan" insanlardan ilkiyle tanışması da yine çocukluğuna rastlar…

Yorum

  Maksim Gorki'nin okuduğum ilk kitabı Küçük Burjuvalar oldu ama ben Çocukluğum ile Gorki'yle tanıştığımı düşünüyorum. Maksim Gorki üç kitaplık bir seri ile otobiyografisini roman gibi yazmış ve gerçekten çok güzel olmuş.

  Çocukluğum, adından da belli olduğu gibi yazarın çocukluk yıllarını anlatıyor. Rusya'da, oradan oraya sürüklenerek geçen babasız, düzensiz bir hayat.. Okurken içim cız etti, okuduklarımın gerçek olduğunu bilmek büsbütün kötü yaptı beni, bazı yerleri dişimi sıkarak okudum.

Ve ninesi, çok sevdim onu, görebilsem elini öpebilsem. O kadının hayatını okuyup ona saygı duymamak imkansız.
-Küçük çocukları hep döverler mi? diye sordum nineme.
-Hep döverler, -dedi sessizce.

  Yazar kitabı yalın bir dille kaleme almış, yaşananların bir çoğu çok acı verici geldi. Babasız, yarı annesiz bir çocuğun göçebe yaşamı ve sürekli şiddet görmesi okurken beni çok etkiledi. ve bir kez daha anladım ki, ailenin insan hayatındaki yeri tartışmasız çok çok önemli.İlk ağızdan o zamanların Rusya'sını ve yaşam tarzını görmek güzel bir deneyim oldu, serinin diğer kitaplarını da okumak Gorki'yi daha çok tanımak istiyorum.

  Bence sizde bu kitabı okuyun, çok hoş ve yalın bir dille yazılmış bir eser. Otobiyografi olarak kesinlikle çok değerli olduğunu düşünüyorum. İyi okumalar. :)

Alıntılar



-Neden bu insanlar seni sevmiyor?
-Ben farklıyım, anlıyor musun? İşte bu yüzden. Onlar gibi değilim.
 
İnsan başkasının değil, kendi vicdanıyla yaşamalı.

Puanım


11 Aralık 2016 Pazar

Küçük Burjuvalar - Maksim Gorki | Kitap Yorumu


Orijinal Adı: Мещане
Seri: Yok
Yayınevi: İş Bankası Kültür Yayınları
Sayfa Sayısı: 155
Baskı Yılı: 2014
Goodreads Puanı: 3.42  (89 Oy)

Arka Kapak Yazısı

19. yüzyıl klasik Rus edebiyatı geleneğini öncüllerinden devralan Maksim Gorki, sosyalist gerçekçi yaklaşımın öncüsü olarak Sovyet edebiyatında yeni ufuklar açmıştır. 20. yüzyıl başlarında Anton Çehov'un etkisi altına girmiş; onun sayesinde Moskova Sanat Tiyatrosu'nun iki önemli şahsiyeti Konstantin Stanislavski ve Vladimir Nemiroviç-Dançenko ile tanışmıştır. Gorki'nin tiyatro alanına ilk adım atışı da Moskova Sanat Tiyatrosu için yazdığı Küçük Burjuvalar ile olur.

Oyunun arka planında bilinçlenen işçi sınıfının ve yaklaşan 1905 Devrimi'nin ayak sesleri duyulur. Gorki o güne dek klasik geleneği çok güçlü olan Rus tiyatrosuna, Çehov'un deyişiyle "sosyopolitik bir ufuk armağan eder" ve bizi o dönemde "yepyeni bir insan" olarak dikkat çeken, entelektüel açıdan kendini yetiştirmiş bir işçi olan Nil karakteriyle tanıştırır.

Yorum

  Herkese mehaba! :) Bu ara bloga hiç giremiyorum, kitap bile zor okuyabiliyorum.  Küçük Burjuvalar'ı Salı günü başlayıp bitirmiştim ama bir türlü yorum yazamamıştım, taslak olarak kısa bir yorum yazmıştım ama onu bile yayınlayamadım. Bugünde yazarın Çocukluğum adlı kitabını da bitirdim, hemen yorum yazayım diye geçtim bilgisayarın başına.

  Maksim Gorki okumayı uzun zamandır istiyordum, Küçük Burjuvalar'ın da adı hoşuma gidince okumak için aldım. Ne yazık ki türünün tiyatro olduğunu bilmiyordum, tiyatro okumayı hiçbir zaman çok sevemedim.

  Küçük Burjuvalar sanki oynanmak için değil, okunmak için yazılan oyunlardan. Oyunda belli bir hikaye ve dekor vardı ancak diyaloglar durağan ve sıkıcıydı, hatta bir kısmını gereksiz buldum ben. Açıkçası başlamamış olsam yarıda bırakabilirdim, okurken sıkıldım, hem diyaloglar sıkıcıydı hemde belli bir amaca hizmet etmiyorlardı, en azından ben o amacı anlayamadım. Bazı yerler çok güzel ve anlamlıydı ancak ben bütünde bir ahenk ve çekicilik bulamadım. Kitabı sevememem daha çok kişisel sebeplerden muhtemelen, bilemiyorum, bu yüzden hakkında kötü konuşmak da istemiyorum.

Yazımı okuduğunuz için teşekkür ederim, güzel kitapların güzel cümlelerinde buluşmak üzere. :)

Alıntılar

Şimdi bir yudum çay iyi gelir! Bir iki lokma da... umut var mı? 

Hiçbir yerde dinlenemem! Hep yorgunum... hep! Anlıyor musunuz? Yaşamdan... sizden yoruldum... her şeyden bıktım.! 

Tatyana: Gelecekte ne var ki?
Tsvetayeva: Neyi görmek istersen o var!

Puanım


10 Aralık 2016 Cumartesi

2017'ye Doğru Hayaller, Dilekler ve Hedefler | Mim Yazısı

 
   Herkese merhabalar! Öncelikle bu mim etkinliğini başlatan kişilere ve beni mimleyen devrik cümlelere çok teşekkür ediyorum. Onun mim yazısını okumak için tık tık.

1. Kimse mükemmel değildir ama yine de eksiklikleri düzeltmek mümkün. Huylu huyundan vazgeçmez mi dersin? Yoksa şu huyumu değiştirsem fena olmaz mı? Nedir o huyun? 2017 için kendinde değiştirmek istediklerin neler?
  Huylu huyundan elbette ki vazgeçer. Ancak bunu yapması bir hayli zordur. Emek ve sabır ister. Kendimde değiştirmek istediğim bir çok huy var. Ancak en çok değiştirmek istediklerimden birisi inatçılığım. Bazen karşı tarafla zıtlaşınca bir inadım tutuyor ve bir türlü kıramıyorum o inadı. Burcumda boşuna koç değil galiba :) Gurur ve inat birleşince sırf bu yüzden hayatımda kaybettiğim insanlar bile oldu. Birde sinirlenince gözümün dönmesi ve aşırı kırıcı olma huyumdan vazgeçmek istiyorum. Bazı sözleri her ne kadar asla isteyerek söylememiş olsam da geri dönüşü olmuyor malesef. Yeni yıla daha az inatçı, sakin ve uyumlu bir insan olarak girmek istiyorum. :)
2. Meşhur Alaaddin'in Sihirli Lambası oldu da kucağına düştü. Ve tabi ki 3 dilek hakkı verdi. Dikkatli düşün, klavyenden çıkan her cümleyi gerçeğe dönüştürebilir. Ne dilerdin?
  Aslında bu soruya hemen şuracıkta 3 tane cevap sıkıştırmak ne kadar doğru bilmiyorum. Sonuçta üzerinde uzun süre düşünmeye oldukça müsait bir soru. Ama şuanki aklımla cevap verecek olursam ve dileklerimin de uçuk olmayıp gerçekleşme ihtimalinin olabilitesini de göz önüne alarak cevap vermek istiyorum.
1-Anne, babamla ablam ve abimin kısacası ailemin sağlıklı ve uzun bir hayat sürmesini, babamla annemin benim mürvetimi ve torunlarını görmesini istiyorum.
2-Gelecekte hayatıma girecek eşimin hayırlı biri olmasını ve benimle aynı kafada olmasını istiyorum.
3-Gelecekte istediğim kitapları alabileceğim kadar param olmasını ve kitaplarımla huzur dolu bir gelecek istiyorum. :)
3. Şimdi gerçek hayata dönüyoruz, evin, çocukların, kendin, kedin.. için yeni yılda neler yapmak var aklında? Şimdiden düşünelim ki, yeni yıl kapıda hazırlıksız yakalanmayalım :)
  Kendim için en baştaki planım bu sene daha sosyal olmak daha fazla faaliyete katılmak. Daha sosyal olup arkadaş çevremi genişletmek. Tabi bir de çok daha fazla kitap okumak. Bunun dışında evim ve ailem adına bir plan yapmadım henüz. :)
4. Piyangodan büyük ikramiye çıksa hepimiz dünyayı gezeriz değil mi? Sen neler yapmak isterdin? Bir de şöyle düşün, o istediklerin için çok para şart mı? Belki de değildir.
  Bir Polyanna olabilmeyi ve bu kadar temiz düşünebilmeyi çok isterdim ama ne yazık ki para olmadan çoğu şey olmuyor. :( En sevip merak ettiğim ülkelerden birisi olan İtalya'da mükemmel bir manzarası olan bir eve yerleşebilmek isterdim. Doğayla iç içe olabileceğim bir yer olsaydı mesela. Duru bir göl ve birde yeşillikler. Bir köpeğim olacaktı. Sürekli doğa yürüyüşleri yapacaktık beraber. Bu ev öyle .çok gösterişli olmayacaktı ama mutlaka içinde bir odayı kütüphane yapacaktım. Raflarıda alfabetik olarak bir sürü kitapla dolduracaktım rengarenk. İçeri girdiğinde kahve çekirdeği ve kitap sayfası kokuları. Sonra ruh halime göre alacaktım bir kitabı, alacaktım elime kahveyi, geçecektim müthiş manzaranın karşısına, açacaktım en huzurlusundan bir müzik kopup gidecektim dünyadan. Piyangodan para çıksa yapacağım iş heralde bu olurdu. Birde para artarsa bol miktarda topuklu bot ve cici cici kıyafetler tabiki :) :) Bayanız sonuçta. :)


5. Para, para, para.. Para harcamadan da gerçekleştirebileceğin hayallerin vardır elbet. Haydi onları da paylaş, bekliyoruz.
  Elbette var. Olmaz mı hiç. :) Hepsini olmasa da hep olmasını istediğim ufacık bir dileğimi paylaşmak istiyorum mesela şuan. Birisi olacak. Öyle birisi olacak ki benim gibi kitaplara aşık. Onların derin dünyasını anlayıp içinde kaybolabilen. Ve biz onunla sürekli kitap karakterleri olacağız. Bir gün hadi Elizabeth ve Darcy olalım diyeceğiz mesela bir gün Kamran ile Feride. Bana kitaplarda altı çizili cümleler hediye edecek. Okulda, kütüphanede, orda burda masama dolabıma kitaplar bırakacak arasında hoş bir not ve kurutulmuş papatya yaprakları mesela. :) Çok filmvari ve uçukta olsa kendimizi kitaplara ve onlarla mutlu olmaya adamış biri olarak kurduğumuz hayallere de bu kadar sinmeleri normal değil mi? Kısacası parayla alamayacağım büyüleyici  ve bir o kadar gizemli bir karakter istiyorum ben. :)

Bu arada bende Bol Kahveli, Mayıs Yağmuru, Yağmur Tozu, Şule Uzundere isimli blogları mimliyorum. Yazmadığım ama görüpte katılmak isteyen herkeste mime katılabilir. Herkese iyi mimlemeler. :)

Kurt Gölü (Dave Gurney #5) - John Verdon | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: Wolf Lake
Seri: Dave Gurney Serisi
Yayınevi: Koridor Yayınları
Sayfa Sayısı: 472
Baskı Yılı: 2016
Goodreads Puanı: 3.84  (760 oy)


Arka Kapak Yazısı
  Gördüğünüz bir kabus, cinayet silahı olarak kullanılabilir mi?

  Ülkenin farklı yerlerinde yaşayan dört kişinin tek ortak noktası; aynı rüyayı gördüklerini ve bu rüyada kurt başlı bir hançerle öldürüldüklerini söylemiş olmalarıdır. Dördü de bu ifadelerinden hemen sonra, bilekleri kesilmiş halde bulunur ve yanı başlarında hepsini ölüme götüren kurt başlı bir hançer duruyordur. Onları intihara götüren bu kabuslar mıydı?

  Bir anda tüm dikkatler, ürkütücü atmosfere sahip Kurt Gölü diye bilinen yerde, hipnoz terapileri yapan Psikolog Richard Hammond'a yönelir. Her bir kurban ölmeden kısa bir süre önce Hammond ile Kurt Gölü'nde hipnoz terapisi görmüştür.

  Kurt Gölü'nün şeytani esrarengizliğinde en az onu tuzağa düşüren kar fırtınası kadar acımasız olan düşmanları, ne pahasına olursa olsun Gurney'i gerçeklerden uzak tutmaya kararlıdırlar. Duygusal açıdan kırılma noktasına gelen Gurney, şimdiye kadarki en korkunç düşmanı ile kendini ölümcül bir oyunun içinde bulur.


Yorum
   Merhaba arkadaşlar! Öncelikle bloga şu sıralar pek ağırlık veremediğim için çok üzgün olduğumu belirtmem gerekiyor. Öğrenci olunca derslerin yoğunluğu ve aynı zamanda bilgisayarımın bozulması gibi sorunlar üst üste gelince uzun aralıklarla yazar oldum ve bu durum hiç hoşuma gitmiyor. :( Neyse ki bu tek yazarlı bir blog değil de Esma arkadaşım blogu aksatmadan yazabiliyor.

    Aslında bu kitabı bitireli bir haftayı geçti ancak bahsettiğim nedenlerden dolayı yazamadım ve o ilk andaki güncel bilgileri neredeyse unuttum diyebilirim. Not aldığım kitap bilgileri de bilgisayarımın formatlanması ile birlikte uçtu gitti. :( Ancak yine de o zamankine göre daha üstünkörü de olsa kitabı yorumlayım diyorum artık. Bu seri zaten benim çok sevdiğim bir seriydi ve artık John Verdon yeni kitabı ne zaman çıkaracak diye heyecanla beklemeye başlamıştım ve nihayet çıkar çıkmaz hemen aldım ve okudum.

   Kitaptan bahsetmeden önce, seriyi unutmuş olanlar için karakterleri tanıtarak başlayayım. Kitabın ana karakteri Dave Gurney emekli bir dedektif. Zeki, olaylara karşı meraklı doğası olan, sezgileri güçlü, olgun, kibar, kötü alışkanlıkları olmayan, dürüst bir karakter. Aynı zamanda Madeleine ile olan zıt yönleri ve ağır aksak ilerleyen evlilikleri yüzünden her ne kadar geri çekilmiş olsa bile olaylara ve dedektifliğe aç, onlardan uzak kalamayan bir maceraperest. Onun aksine Madeleine karakteri ise enerjik, sevecen, doğayı, yürüyüş yapmayı, çiçek toplamayı seven, mütevazi, hümanist bir kişilik. Bu arada bazen okurken karakterleri gözümüzde canlandırırız da aklımıza ünlü isimler gelir ya benim Dave Gurney için de Madeleine için de kendi kafamda yakıştırdığım isimler Daniel Craig ve Joan Cusack. Sherlock izleyenler bilirler. Neden bu karakterler bilmiyorum. :)


   Serinin her kitabında farklı olaylar işleniyor hepinizin bildiği üzere. Bir kitapta gelin düğününde doğranır, bir kitapta adam babasının cenazesinde vurulur, başka bir kitapta bir psikopattan çılgınca mektuplar gelir derken her kitapta aynı baş karakterin çözdüğü farklı olaylar işleniyor. Yani biz okurlar kitapları sıralı olarak okumasak bile çok sıkıntı yaşayacağımızı zannetmiyorum. Ben ilk dört kitabından üçüncüsünü çok beğenmiştim ve yeni kitabı ise heyecanla bekler olmuştum.

   Bu kitapta olaylar yine son derece hareketli başlıyor. Kitabın arka kapak yazısından okuyup anlayacağınız üzere bir hipnoz sonrası aynı şekilde kendini öldüren dört karakterin gizemi çözülmeye çalışılıyor. Tabi bu gizemi çözmekte hayatı başarılarla dolu dedektif Dave Gurney'e düşüyor. Dave bunu yaparken aralarda yaşanan gizemli ve gerilim dolu olaylar da kitaba ayrı bir hız kazandırıyor.

   Gurney serisinin kitapları ile ilgili tek sıkıntı, hepsinde olayların kurgulanış ve işleniş tarzının aynı olması bence. Gurney gibi ödüllü bir dedektif dışında kimse tarafından çözülemeyecek bir olay, Gurney'in çekincelerini kırıp onu davaya ikna etmeye çalışan bir Hardwick, Gurney'in emekli oluşu ve karısından çekinmesi ve bu yüzden davayı kabul etmeye yanaşmayışı ama sonradan tutkularına yenik düşerek olaylara dahil olması süreci ile kitap başlıyor. Daha sonra adım adım giderek puzzleın parçalarını tek tek toplayıp birleştiriyor ama bir parçası kitabın sonuna kadar hep eksik kalıyor. Bu da katilin kim olduğu sorusunun cevabı oluyor ve her seferinde katille Gurney'in bir odada veya ormanda veya evde yüzleşmesi ile tüm sırlar açığa çıkıyor. Kısacası kitabın sistematiğini çözdükten sonra Gurney'in nerede ve nasıl hareket edeceğini, kitabın nasıl ilerleyeceğini bilmiş oluyorsunuz. Beklentileriniz de ona göre şekilleniyor.


   Gurney karakterni çok sevdiğim için tüm tahmin edilebilirliğine rağmen kitabı zevkle okuyorum. Yılların deneyimli dedektifliğini yapan Gurney insanları ve çevresindeki olayları çok iyi gözlemliyor. Bu yönüyle de biraz Sherlock'u anımsatıyor bana. Çevresindeki ufak değişiklikler anında radarına yakalanır, kafasını kurcalar, muhakeme süzgecinden geçer ve sonrada soruların cevabı olarak dökülüverir önünüze.

   Önceki kitaplara kıyasla Gurney serisinin bu kitabı biraz daha korku filmlerini andıran bir anlatıma sahipti. Efsanelerin çok olması, ıssız yerler, olmadık anlarda giden elektrikler, baltalı adamlar, karanlıkta gelen gizemli sesler, yarasalar, lanetli göller, olur olmaz her yerde pat diye ortaya çıkıp kötülükle ilgili uyaran gizemli adamlar, kurt ulumaları, çığlıklar derken kitabın gerilim yönünün polisiye yönüne ağır bastığı açıkça görülüyor. Hatta bu kitap başlı başına sinemaya taşınsa güzel bir korku filmi izlemiş olurduk fikrindeyim.

   Bu arada şunu belirtmeden yorumumu sonlandırmak istemiyorum. Serinin beşinci kitabını, diğer kitapları okuduğum iştahla okuyamadığımı fark ettim. Bu belki okuduğum zaman aralığındaki ruh halimden, belki de serinin üzerine birçok kaliteli polisiye okuduğumdan ya da bazı noktaları fazla klişe bulduğumdan kaynaklanıyor olabilir. İlk okuduğum zamanlar son derece zekice gelen detaylar artık okumuşluğum arttığı için o kadar farklı ve özgün gelmiyor artık bana. Her ne olursa olsun bu durumdan hiç hoşlanmadım. Eskiden olduğu gibi Gurney serisi diye heyecanla okumayı ve bir sonraki kitabın çıkmasını iple bekliyor olmayı isterdim.

   Tüm olumlu ve olumsuz yorumlara rağmen, yine seri son derece heyecanlı şekilde devam ediyor. Mutlaka okuyun derim. Herkese bol kitaplı günler :)

Alıntılar
Burada, Amerika'da akıl hastalarına birer pislikmiş gibi davranılıyorken, benzer çılgınlıkları ya da nefreti din kisvesi altında sergileyip, bunu Hristiyanlık adına yaptıklarını söylediklerinde normal karşılamamız çok enteresan değil mi? Sonra da yığınlar halinde kiliselerini dolduruyoruz.
İtibara açtı. Her şeyden çok bir yetişkin olarak görülmeyi istiyordu. Ki bu asla büyümeyen insanların evrensel arzusudur.
Birine çok fazla sayıda açık kapı gösterirsen onda gerçek bir seçim yaptığı hissini uyandırırsın. Böylece tüm kapıların aslında aynı odaya açıldığını fark etmeyebilir.
Eğer bir şeyin yapılmasını istiyorsan onu meşgul birinden iste.
Paranız yoksa paranız olduğunda gerçekte olabileceğinden çok daha fazla şeyin değişeceği vehmine kapılırsınız. Ancak paraya sahip olduğunuzda sınırlarınızın ne olduğunu görürsünüz.
Aslında hepimiz düşüncelerimizin gerçek temelli olduğunu düşünürüz. Ama işin aslı bizim gerçek diye sarıldıklarımız aslında inançlarımız üzerine temellendirdiklerimizdir. Rasyonel bir zeka ısrarla gerçeklerin yeterince ikna edici olduğu kanaatindedir. Ama bu kocaman bir yanılgıdır. Kimse gerçekleri savunmak için canını ortaya koymaz. Ama inançlarını savunmak için seve seve ölürler.
Hiçbir şey, insanı geçmişiyle başa çıkabileceği düşüncesinin yanılgı olduğunu anlaması kadar savunmasız hale getirmiyor.
Şans kavramına inanmazdı. Neticede şans denilen şey aslında istatistiksel olasılıkların yanlış yorumlanmasından ibaret değil miydi? Arzulanan bir olay gerçekleştiğinde kullanılan aptalca bir terim. Ve buna inanan insanlar açısından bile şansla ilgili hiç de hoş olmayan bir gerçek vardı. Şans denilen şey kaçınılmaz olarak bir süre sonra tükenir, yok olurdu. 
Bize asıl zararı başkalarının söylediği yalanlar değil, kendimize söylediğimiz yalanlar veriyor. Özellikle de çaresizce inanmayı arzuladığımız yalanlar.

Puanım
 

Film Önerisi #1: Yapay Oyun | Öneri Atölyesi

Orijinal Adı: Imitation Game
Oyuncuları: Benedict Cumberbatch, Keira Knightley, Mark Strong, Matthew Goode
Vizyon Tarihi: 20.02.2015
Yönetmen: Morten Tyldum
Türü: Biyografi, Gerilim, Dram, Savaş
Konusu: Alan Turing'in Hayatı Ve İkinci Dünya Savaşı
Süresi: 114 Dakika
IMDB Puanı: 8.1

    Sherlock hayranları buraya! Benedict Cumberbatch'in ve Keira Knightley'in başrollerini paylaştığı orijinal adı "Imitation Game" olan "Yapay Oyun" bu hafta öneri köşemizde sizlerle.

   Film 20 Şubat 2015 tarihinde vizyona girmiş.  Ama biz bu filmi bu sene yaz tatilinde Esma ile keşfettik ve izledikten sonra "iyikide izlemişiz" dedik. Kolay kolay film beğenmeyen birileri olarak bu söz ağzımızdan çok nadir çıkar bu nedenle bu filmin gerçekten kaliteli olduğunu düşünebilirsiniz.  Öncelikle filmin özellikle zekice yazılmış kurguları sevenler için son derece ilgi çekici olduğunu söyleyebilirim. Başrolde Sherlock olarak tanıdığımız Cumberbatch varsa, ana karakterin salak tiplemesini oynaması pek beklenemez zaten. :)

   Öncelikle konusuna gelecek olursak, film eskileri, taa 2. Dünya Savaşı dönemini anlatmaktadır. Bu dönemde Nazilerin kullandığı "enigma" ismi verilen kodları çözerek savaşın gidişatını değiştirecek bir zeka arayan İngilizler, bununla ilgili bir ekip oluştururlar. Asıl mesele ise bu ekibin başına kimin geçeceğidir. Tabiki bu anlamda da karşımıza çok ilginç bir isim çıkmaktadır: Alan Turing. Film zaten İkinci Dünya Savaşı ve enigma kodlarının yanı sıra geri planda Alan Turing'in hayatını, hayatının en önemli kısımlarından birini işliyor. Gerçeklerle olan paralelliği de izleyicilerin daha çok ilgisini çekiyor tabi.


   Karakterlerden söz açılmışken ilk olarak Alan Turing rolüyle karşımıza Benedict Cumberbatch(milyonlarca kalp) çıkıyor ve her ne kadar Sherlock'tan farklı bir rolde olsa da sivri dili ve açıksözlülüğü, zekası ve plancılığı ile bizlere Sherlock'u anımsatmadı diyemem. Yalnız yaşayan ve zekasını matematik başta olmak üzere birçok alanda geliştiren Alan Turing filmde aynı zamanda cinsel tercihleri de farklı birisi olarak işleniyor. Bu karakterin yanısıra filmde kadınların gücünü temsil eden ve kadınların da zekası ile büyük işler başarabileceğini kanıtlayan Joan Clarke karakterini ise güzel yıldız Keira Knightley canlandırıyor. Orda naif, hırslı ve aynı zamanda zeki bir karakteri canladıran Knightley'in aynı zamanda duygusal yönüne de tanık olmuş oluyoruz. Diğer karakterler ise Joan ve Alan'ın takım arkadaşları Hugh, John, Stewart gibi karakterler.

   Filmin türü biyografi, dram, savaş ve gerilim. Hepsini birden filmde bulduğunuzu söyleyebilirim. Ne sadece dram ne de sadece macera. Hepsi bir arada. Filmi izlerken hiç sıkılmadım ve sizlerinde biraz karmaşık detayları olduğu ve sonunda verilmesi gereken mesajı almak için açık bir zihinle ve kendinizi vererek izlemeniz gerekiyor. Sonunda buna değeceğini düşüneceğinizden emininim.

  Tam da Cumberbatch'in bir diğer filmi "Doctor Strange"in sinemalarda olduğu şu sıralarda size onun  başka harika bir filmini daha tanıtmış oldum. Severek izleyip çok da beğeneceğinizi ve aynı zamanda biyografik yapısı ve gerçekleri yansıtması sebebiyle eğlenirken aynı zamanda öğreneceğinizi söyleyebilirim.  Sonunda da film beni şaşırtmayı başardı. Bu anlatmaya doyamadığım filmin fragmanını aşağıda bulabilirsiniz arkadaşlar.. İzleyeceğinize pişman olmayacaksınız. Kaçırmayın derim. İyi seyirler :)


8 Aralık 2016 Perşembe

Çelik Simyacı (#1-10) | Manga İncelemesi


 Bir kaç gündür blogla uğraşamadığım için yorum yazılarım birikti, bu akşam hazır oturmuşken birazını yazmak istedim.

  Geçenlerde Çelik Simyacı yani Fullmetal Alchemist'e başlamış, devam kararı için bir kaç cilt okuyacağımı buradaki yazımda belirtmiştim. İlk ciltten sonrası da çok hızlı geldi ve ben ne olduğunu anlamadan bir kaç ciltten fazlasını okumuştu bile. Aslında bu yazıyı da serinin üçte biri yani ilk 9 mangadan sonra yazacaktım ama ben yazıyı yazamadan bir cilt daha bitirdim.

  Çelik Simyacı beklediğimden daha eğlenceli bir manga serisi çıktı, her cilt oldukça hızlı ve keyifli ilerliyor. Her ciltte bir sürü olay yaşanıyor ve bir çok gizem aydınlığa kavuşuyor, tabii bu sırada yeni gizemler de seride kendine yer buluyor. Serinin mizahi yönünü seviyorum, seriye çok yakışıyor. Serinin diğer bir sevdiğim yönü de her başarının ve önemli olayın başkarakterlere mal-edilmemesi. Elric kardeşler her ne kadar iyi olsalarda yenilmez değiller ve her şeyin altından tek başın kalkamıyorlar, bu doğallık hoşuma gidiyor. Özellikle Amerikan tarzı olan baş karakter her şeyi başarır, en iyi odur durumunun olmaması beni cezbediyor.

  Çelik Simyacı'dan başka bir tek Ölüm Defteri'ni okuduğum için ister istemez onunla biraz karşılaştırıyorum. Ölüm Defteri'nde her sayı daha yoğundu, Çelik Simyacı'da sanki bir sayıda daha az olay yaşanıyor gibi. Ölüm Defteri'nde farklı bir atmosfer vardı sanırım o atmosferi başka bir seride yakalamak çok zor, o yüzden karşılaştırmayı bırakmak gerek. :)

  10 sayı içinde bir çok olay yaşandı, Elric kardeşlerin geçmişlerine dair gizemler aydınlandı ki ben en çok bu sayıları sevdim. Sözü fazla uzatmak istemiyorum, ben Fullmetal Alchemist'i çok sevdim, bir an önce diğer sayıları da okumak istiyorum. İnsana güzel vakit geçirttiriyorlar.
  Keyifli zaman geçirmek istiyorsanız ve manga seviyorsanız bu seriye göz atmanızı öneririm. :)

  Son olarak ilk on sayı için ortalama puanım; 4,25/ 5

7 Aralık 2016 Çarşamba

Çanlar Kimin İçin Çalıyor - Ernest Hemingway | Kitap Yorumu

ernest hemingway

Orijinal Adı: For Whom the Bell Tolls
Seri: Yok
Yayınevi: Bilgi Yayınevi
Sayfa Sayısı: 496
Baskı Yılı: 2011
Goodreads Puanı: 3.95  (194,086 Oy)


Yorum

  Herkesin adını mutlaka duymuş olduğu romanlardan biridir Çanlar Kimin İçin Çalıyor? Bende sık sık ismini duyar ve merak ederdim, nihayet okuyabildim. Kitaba başlamadan önce içeriği ile ilgili hiçbir fikrim yoktu. Bu yüzden bir savaş romanı olması beni şaşırttı diyebilirim.

 Kitap 1937 yılında İspanya'da geçiyor ve İspanya'daki iç savaşı konu alıyor. Faşistler ve Cumhuriyetçilerin savaşına yakından tanık olmamızı sağlıyor. Aslında kitap dost-düşmanı anlatmıyor, kitap savaştaki insanları anlatıyor. Savaşı kazanacak olan da kaybedecek olan da aynı yurdun insanı, aynı kandan gelme kardeşler. Bu kitabın en çarpıcı noktasıydı. Kitaptaki şu paragraf aslında tüm kitabın özeti niteliğinde, hatta tüm savaşların.

  ('Düşman' askerini gözleyen gözcünün düşünceleri)
  Bütün gün onları gözetledim, bizden hiç farkları yok. Şimdi yürüyüp hızara gitsem, kapıyı çalsam, beni buyur edeceklerinden hiç kuşkum yok, yeter ki yoldan geçen herkesi durdurup kimlik sormak için emir almamış olsunlar. Aramıza bir tek emirler giriyor. Bu adamlar faşist değil. Onlara faşist diyorum ama değiller. Bizim gibi yoksul insanlar onlar da. Bizimle savaşmamaları gerek aslında...
  Kitapta faşist ve antifaşist iki grup var ama halk tabakasının bu ayrımdan çok da anladığı yok, çoğu asker ya da savaşa katılan kişi sadece emirleri uyguluyor, ne uğruna savaştıklarını gerçekten anlayamamış bir sürü insan var. İşte buraları okurken insan savaşın iğrençliğine bir kez daha şahit oluyor.

  Robert Jordan ordu tarafından köprü işi için dağlık bir bölgeye gönderilmiştir ve oradaki gerillalarla çalışması gerekmektedir. Robert Jordan bu görevde hayatı yeni baştan keşfedecek, aşkla tanışacak ve daha önce hiç yaşamadığı tecrübeleri yaşayacaktır.

  Bu kitabı etkileyici yapan kurgusu ya da dili değil, işlediği konu ve gerçeklerin çarpıcılığı. Kitap çok kısa bir süreyi anlatıyor ama bu sırada bir çok dünya gerçeğini gözler önüne seriyor. Kitap aşk konusunu da işliyor ancak ben bu konuda çok başarılı bulmadım, dilinden ya da başka bir sebepten dolayı kitabın bu yönü bana zayıf geldi. Ben kitabın savaşı ele alış biçimini sevdim, kitabı bitireli bir kaç gün oldu ama hala yukarıda paylaştığım cümleler zihnimde yankılanıyor.

  Başkarakterin adına alışana kadar biraz zorluk yaşadım, aklıma hep Zaman Çarkı serisinin yazarı Robert Jordan geldi. :D

  Savaşı ele alış biçimi ile ve vermeye çalıştığı mesajla ilgili olarak oldukça başarılı bir kitaptı, her ne kadar kurgusu ve dili aynı şekilde iyi olmasa da taşıdığı mesaj diğer zayıf yönleri göz ardı etmeme sebep oldu. Sanırım yukarıdaki cümleler aklımdan hiç gitmeyecek ve savaşla ilgili her durumda zihnimde yankılanacaklar...


Alıntılar

Başına gelen bunca olaydan sonra nasıl verem olmasındı?....  Burjuvaların tıka basa, çatlayıncaya kadar yediği için karbonatsız yaşayamadığı, yoksulların ise doğdukları günden öldükleri güne değin hep aç yaşadıkları bir ülkede verem olmayıp ne yapabilirdi ki? 
Gündüz çalışmadığım zaman yalnızım, ama karanlık bastırdığı zaman yalnızlık büyüyor da büyüyor. 

Puanım