27 Ağustos 2016 Cumartesi

Kız Kardeşim İçin - Jodi Picoult | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: My Sister's Keeper
Seri: Yok
Yayınevi: April Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 510
Baskı Yılı: 2009
Goodreads Puanı: 4.05  (820,136 oy)


Arka Kapak Yazısı
   Anna hasta değil, ama on üç yaşına dek sayısız ameliyat, nakil ve operasyon geçirdi, iğneler vuruldu. Hepsi ablası Kate'in çocukluğundan beri yakasını bırakmayan lösemiyle mücadele edebilmesi için.

   Kate ile tam doku uyumu olması için laboratuar ortamında genleri özel olarak seçilen özel üretim bir çocuk olan Anna, ablasına ilik verebilmesi için dünyaya getirilmişti - bu rolünü ve hayatını hiç sorgulamadı.. bugüne dek.

    Şimdi ise ergenlik çağındaki çoğu genç gibi Anna da gerçekte kim olduğunu sorgulamaya başlıyor ve sonunda çoğu insan için akla getirmesi bile mümkün olmayan bir karar alıyor; ailesini paramparça edecek ve sevdiği ablası için belki de ölümcül sonuçlar doğurabilecek bir karar.

    Çok önemli etik tartışmaları körükleyen kışkırtıcı bir roman olan Kız Kardeşim İçin, bir ailenin ne pahasına olursa olsun verdiği hayatta kalma mücadelesini ve ibret alınacak bir ahlak öyküsünü anlatıyor.


Yorum
   Sevgili okurlar merhaba! Uzun zamandır bloga yazamıyorum. Arada farklı kitaplar da okuduktan sonra (Locke Lamora'nın Yalanları ve Umut Bıçağı)  nihayet sizinle buluştum. Yazmayı gerçekten özlemişim.
   
  Eğer bittiğinde dünyaya dönmeniz, kendiniz olduğunuzu anlamanız zaman alıyorsa, gözyaşlarınız kitabın sayfalarını ıslatıyorsa, her karakterin yaşadıklarını en içinizde hissederek okuyorsanız ve kitapla vedalaştıktan sonra etkisinden bir türlü kurtulamıyorsanız, karakterlere veda etmek ağırınıza gidiyorsa bana göre o dram gerçek bir dramdır. Bugün yorumlayacağım roman bu anlamda şimdiye kadar okuduğum en derinden etkileyen kitaptı. O yüzden sizin için tamamen içten duygularımla kitabın yorumunu yazacağım.
  
    Arka kapak yazısından da anlaşıldığı üzere bu kitap bir hasta çocuğu ve ailesini konu ediniyor. Kate, ailenin lösemili çocuğu. Ortanca çocuk. Löseminin en amansız türlerinden birine yakalanmış ve bebeklik çağından beri bu hastalığı çekiyor. Onun büyük abisi Jesse kendine özgü, asi bir karakter. Sonradan dünyaya gelen Anna ise kitapta bambaşka bir yere sahip. Daha ilk sayfadan size hikayesini anlatırken de belirttiği gibi onun dünyaya getiriliş amacı ne sarhoş olunan bir gecenin sonucu ne de çocuk isteyen bir ebeveynin çabaları. O tamamen özel bir amaç uğruna özel genlerle desteklenerek dünyaya gelmiş özel bir çocuk. Tek amacı o an için birebir gen uyumu olan Kate'e ilgili sıvıları ve iliği verebilmesi. Büyüyüp 13 yaşında bir kız haline gelene kadar bu hep böyle devam ediyor. Kate herhangi bir şeye ihtiyaç duyduğunda ilgili şeyler sürekli Anna'dan tedarik edilmiş. Kate ameliyata girerken aslında Anna'da girmiş. Brian ise tüm bu karmaşanın ortasında çocukları arasında yıpranmış ve babalık duyguları had safhada bir baba ve aynı zamanda başkalarının hayatını ve evlerini kurtaran bir itfaiyeci. Her ne kadar kendi çocuklarına gelince elinden bir şey gelemese bile. Sara ise kızının gün geçtikçe ölümüne tanıklık eden, güçlü ama bir o kadar yıpranmış bir anne. 
   
    Kate'in hayatı bir iyi bir kötü giderken ve daha iyiye gitmesi için yine her şey ailenin küçük prensesi Anna'ya bağlı iken, Anna'nın verebileceği bir karar her şeyi etkileyecek kadar önemli bir dönüm noktası. Kim haklı kim haksız kimin kararı neden verdiği konusunda gerek kitaptaki karakterler gerekse okuyucular ikiye bölünmüş durumda. Durumdan üstü kapalı bahsetmemiz gerekirse Anna'nın hayata getiriliş amacından tutunda her şey Kate ve onun sağlıklı olabilmesi için. Her şey Kate'in hayatına bu denli odaklanmışken, diğer çocukların yalnız hissetmeleri, bir yandan kardeşleri için üzülürken bir yandan en sevgi bekledikleri anda gördükleri tek şeyin yalnız bırakılmak olduğu bir hayat. Hastane koridorları, bir anlık krizle bölünen piknikler. Bir günlüğüne yapılacak bir kaçamakta bile her an bir şeyler olacak korkusuyla tetikte beklemeler. Hasta olanın kendisi kadar onun ailesi içinde son derece sancılı ve acı verici bir süreç tüm bunlar. Tüm bunları yaşamış olan Anna ailesini karşısına alacağı, Kate'in hayatını riske atabilecek bir karara varıyor. Aile bunu öğrendiğinde ilk çatırtılar duyulmaya başlıyor. Bir yandan Kate için her şeyi yapmak isteyen ailesi diğer yandan diğer kızlarını kaybetmek istemiyorlar ve bu arada kalmışlık tüm o hastalık durumunun üzerine onlar için daha karanlık günlerin başlangıcı oluyor. 

    Kitaptan öğrenebileceğiniz o kadar çok şey var ki. Anna'nın yaptıklarını aslında neden yaptığı, hasta bir kızın yaşadıkları ve bunun çevresindeki herkesi nasıl etkilediği, kardeş sevgisi ve evlat sevgisi gibi değerler kitaptaki önemli noktalar. Kitapta annelik dışında aynı zamanda doktorluk, hemşirelik gibi meslekler ve hastalıklar hakkında da bilgi sahibi oluyorsunuz. Özellikle ben kendimi geleceğin avukat adayı olarak gördüğüm için avukatlık mesleği ile ilgili bilgilerden de etkilendiğim söylenebilir. 

    Kitapta geçmişe dönüşler olmakla birlikte sadece iki haftalık bir süreç işleniyor ama bu sırada karakterlerin tüm yaşantısına hakim olabildiğinizi hissediyorsunuz. İki hafta insanların hayatını nasıl değiştirebilir ki kökten. Kate'in hastalığı ile hiç kimsenin hayatı artık eskisi gibi olamayacak. Jesse git gide kalıbına çekilirken ve asi bir ergen olup çıkarken diğer yandan Anna'nın içinde ne fırtınalar esecek. Bu karar onun Bay Campbell ile tanışmasıyla iyice perçinlenecek. 
 

    Kitapta beni derinden sarsan yerler oldu. Daha ilk sayfalarda konunun işlenişinin beni sardığını hissettim. Kate'in ilk hastalık zamanları bebek saçlarını elinde tutarak annesinin yanına gelerek "anne bak saçlarım" demesi beni titreten yerlerdendi mesela. Kitap gerçek hayatla bağlantılı konulara değinişiyle de gerçekçiydi. Sonuçta lösemi hastalığı günümüzde yaygın görülen bir hastalık ama hiç birimiz yeterince farkında değiliz. Onlar ve aileleri nasıl bir hayat yaşıyorlar bunu çoğumuz bilmiyoruz. Yazar bu kitapta bu gerçekliği öyle bir yerden yakalayıp öyle bir kurguyla önümüze seriyor ki hepimizin vicdanı ve empati duyguları hiç olmadığı kadar uyarılmış oluyor. Yazarın bu denli etkili şekilde işlemiş olması için bunu bizzat yaşamış olması gerektiğine inanıyorum ya da bu tür ailelerle iç içe olmasına ve bu kitabı yazabilmek için ne kadar emek harcadığını, tıbbi bilgiler için ne denli araştırmalar yaptığını düşünmeden edemiyorum. 

    Kitabın verdiği mesajlar da öyle güçlü ki. Bazen karar veremeyecek kadar çaresiz olduğunuzda o kararı sizin için veren ilahi bir güç olduğunun farkına varırsınız. Bazen gerçekten acı olduğunu düşündüğünüz şey aslında başka bir şeyin getirdiği acıyla birlikte daha geri planda kalır. Güzel mesajlarla dolu olan kitap aynı zamanda son derece sürprizli bir kitap. Keskin virajları var. Sizi derinden sarsacak olan bölümün nereden ne zaman geleceğini asla kestiremiyorsunuz. Öyle ki kitabın daha ilk sayfasında "ya şöyle olursa" diye aklınızda belirip kaybolan bir şeyi sizin yüzünüze öyle bir çarpıyor ki, bu beklenmediklik sizi öyle hazırlıksız yakalıyor ki sayfaları geri geri alıp tekrardan okumaksızın idrak etmekte zorlanıyorsunuz. Kitapta gerçekten ağladım hem de hüngür hüngür. Kitap sayfaları ıslandı. Gözlerimin buğusu kaybolana dek kitaba ara vermek zorunda kaldım. O kadar manidar yerler vardı ki. Tüylerim diken diken oldu. İliklerime kadar işledi kitabın her satırı. Uzun süre etkisinden çıkamayacağıma adım gibi emin olduğum bir kitap.


      Kitapta eleştirebileceğim sanırım tek nokta karakterler diyebiliriz. Kurgu, işleniş tarzı veya gerçeklik konusunda kitap harikalar yaratmış, bir açık bulamıyorum. Ancak Sara'yı bazı yaptıklarından dolayı bazen suçladığım oldu, onu gerçekten itici bulduğum, kararlarına saygı duymadığım onun gerçek annelik duygularını yansıtamadığını düşündüğüm yerler oldu. Bunun dışında kitabın en ufak bir cümlesinde bile bir eksiklik bulamadım. En sevdiğim karakter de Anna ile Brian'dı. Campbell karakteri de ilgi alanım gereği sempati duyduğum bir karakterdi. 

     Üslubuna gelince gayet başarılı buldum. Kitapta her karakterin kendine ait anlatımlarının olduğu bölümler vardı ve hepsininki yeni basımında farklı puntolarla yazılmıştı bu da çok hoş bir detaydı bence. Bazı bölümlerin başında Milton, Sheakspeare gibi ünlü şairlerin eserlerinden yapılan alıntılar da bölümün özünü öyle güzel yansıtıyordu ki, kitaptaki hiçbir şeyin rastgele olmayıp bir amaca hizmet etmeleri son derece hoşuma gitti. En sonda bulunan Jodi Picoult ile bu eseri hakkında yapılan röportaj kitabın yazılış aşamasındaki bazı gizemleri ortaya çıkarıyordu. Örneğin; Sara'nın hasta bir çocuğun anneliğini anlatırken hasta çocukların ailesi ile iletişime geçişini ve kendi çocuğunun da buna benzer bir durumu olduğunu bu bölüm sayesinde öğrenmiş oldum. En sonda bulunan kitapla iligi sorularda ana fikri bulup belli yerlerde empati kurmaya ve düşünmeye sevk edecek soruların olması da hoşuma gitti gerçekten. Kitabın sonu da şaşırtıcı bitti. Çok hızlı akıp giden bir kitaptı ve filmi de varmış. Fragmanı izledim ama karakterlerin ve kitabın büyüsünü en ufak olsun bozmak istemediğimden, aklımda en saf halleriyle kalmalarını arzu ettiğim için filmini izlemeyi düşünmüyorum. Yine de aşağıda izlemek isteyenler için fragmanını paylaştım. Oradan bakabilirsiniz. Harika bir dram okumak isteyenler için şiddetle tavsiye edebileceğim bir eserdir. Asla pişman olmayacaksınız. Tam puan verilmeyi hak eden çok kaliteli bir eser. Keyifli okumalar. :)


Alıntılar
Kimse bu vesileyle başarmayı amaçladığı şeyi ve bunu nasıl yürüteceğini kafasında açıklığa kavuşturmadan bir savaş başlatmaz; daha doğrusu aklı başında olan kimse bunu yapmamalıdır.
Kara delikler öyle ağırdır ki her şeyi, hatta ışığı bile içlerine, ta merkezlerine çekerler. Bu gibi anlar işte böyle bir çekimin harekete geçtiği anlardı; neye tutunursan tutun eninde sonunda içeri çekilmekten kaçamıyordun. 
Sahip olduğun her şey bir çekiçse, etrafındaki her şey sana çivi gibi görünmeye başlar.
Bu bir hata olmalı. Doktorun incelediği başka bir talihsiz insanın kanı olmalı. Baksanıza benim çocuğuma, lüle lüle savrulan saçlarının ışıltısına, güneş gibi doğan gülümsemesine...Bu yüz yavaş ölmekte olan birisinin yüzü değil ki.
Dünyanın sizin etrafınızda döndüğünü düşünmek çok kolay ama aslında tek yapmanız gereken, gökyüzüne bakmak ve bunun doğru olmadığını görmek.
Bana sorarsanız, aşk bir gökkuşağı kadar kalıcıdır; gözünüzün önündeyken güzeldir ve gözünüzü bir kez kırpınca bir bakarsınız yok olmuş.
Sizi öldürecek kadar kuvvetli olanlar, geldiğini göremediğiniz şeylerdir.
Yalnız biriyle tanıştığınızda size ne anlatırsa anlatsın aslında yalnızlığı sevdiği doğru değildir. Asıl sebep, daha önce dünyayla bütünleşmeyi denemelerine rağmen insanların onları sürekli hayal kırıklığına uğratmalarıdır.
Umutsuz durumlarda umutsuz çözümlere başvurursunuz.
Bazen herkes için daha iyi olacağına kendimizi inandırarak yaptığımız şeyler vardır. Kendimize bunun yapılması gereken en doğru şey olduğunu, fedakârca bir davranış olduğunu söyleriz. Bu, gerçeği itiraf etmekten çok daha kolaydır. 
Nereye gittiğinizi bilmediğinizde, kimsenin keşfetmeyi aklından geçirmeyeceği yerler bulursunuz.
 Hayat bazen ayrıntıların arasında öyle bir kayboluyor ki insan onu yaşadığını unutuyor. Her zaman yetişilecek başka bir randevu, ödenecek başka bir fatura, kendini gösteren yeni bir semptom, duvardaki çentiklere eklenecek başka bir olaysız gün vardır. 
Ama bu alevlerden,
Işık saçılmıyor da zifiri karanlık doğuyor.
Bazen en çok istediğini elde etmek için en az istediğin şeyi yapman gerekir. 
Bir şey, sen nasıl görmek istersen öyle görünür.
Kimseyi mükemmel olduğu için sevmezsin. Mükemmel olmadığı gerçeğine rağmen seversin.
Yeni bir ateş söndürür başkasının yaktığını,
Yeni bir acıyla hafifler eski bir ağrı.
Bir şeyin doğru olduğuna inandığınızı söylüyorsanız, iki şeyden birini kasteyorsunuzdur; ya hala alternatifleri tartıyorsunuzdur ya da bunu bir gerçek olarak kabul etmişsinizdir.




   




Puanım

10 yorum:

  1. bloğunuzu çok ama çok beğendim. Bundan sonra çok sıkı takipteyim, bana da beklerim. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim Seyhan hanım. Bende sizinkini merak ettim. Blogunuzu yakından takip edeceğim. Teşekkürler :)

      Sil
  2. Seni gerçekten çok etkileyen bir kitapmış, yorumunu okurken bu hissediliyor. Gerçekten merak ettim, ben de bir ara okuyayım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet çok etkiledi yazdıklarım hissettiklerimin sadece dile dökebildiğim kadarı. Okursan pişman olmazsın aksine favorilerin arasında bir kitabın okur. Yorum için teşekkürler :)

      Sil
  3. filmi de çok üzücüymüş yaa. okumayım bunu ben :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. tercih senin. Ama arada dram da okuması gerekir bence insanların bir dene derim :)

      Sil
  4. Şimdi okurken aklıma filmi geldi ve baya hüzünlendim tekrardan. Bana göre de ağır bir dramdı hala öyle. Kitabı okumak isterim film böyle etkileyici ise kitap da kesinlikle öyledir.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Film bir buzdağının görünen yüzü kadarını yansıtabiliyor. Buzdağının görünmeyen kısmını sadece kitaplar sağlayabilir. Kitabı okursanız bence çok daha seveceksiniz. Filme sığmayan detaylar var kitapta. Şyi okumalar. Yorum için teşekkürler :)

      Sil
  5. Okumaya değer kitap gibi duruyor yorumlarını çok harika:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim. Evet okumaya kesinlikle değer :)

      Sil