18 Kasım 2016 Cuma

Rehine (Lizzy Gardner #1) - T.R. Ragan | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: Abducted
Seri: Lizzy Gardner
Yayınevi: Aspendos Yayınclık
Sayfa Sayısı: 360
Baskı Yılı: 2014
Goodreads Puanı: 3.92  (14,596 Oy)

Arka Kapak Yazısı

Lizzy Gardner daha 17 yaşındayken, mükemmel başlayan gecesi bir kabusa dönüşür. Erkek arkadaşı Jared ile romantik bir gecenin ardından evinden birkaç sokak ötede kaçırılan Lizzy, kendini azılı bir seri katilin merhametine kalmış bir hâlde bulur. Örümcek Adam olarak bilinen manyak katil tarafından türlü işkenceye maruz kalan Lizzy, hayatta kalmayı başaran tek kurban olarak kaçmayı başarır. Ama kaçmayı başaran tek kişi o değildir, polisi kurnazca atlatmayı başaran Örümcek Adam da kaçmıştır.

14 yıl sonra Lizzy, boş zamanlarında genç kızlara kendilerini savunmayı öğreten bir özel dedektiftir. Başkalarına kendilerini korumayı öğretebilmek ve yıllar önce yaşadığı işkenceyi unutabilmek için elinden geleni yapan Lizzy'nin hayatı, artık FBI ajanı olan Jared Shayne'den bir telefon almasıyla ikinci kez altüst olur. Görünüşe göre katil yeniden ortaya çıkmıştır ve bu sefer tek bir hedefi vardır: Lizzy. Böylece içlerinden yalnızca birinin hayatta kalacağı nefes kesen bir kedi-fare oyunu başlar.

Yorum

  Kütüphanede kitaplara bakarken Rehine'yi gördüm ve kadın yazardan da polisiye-gerilim okuyayım diyerek aldım. Kadın yazarlar çok polisiye-gerilim yazmıyor en azından ben pek sık okumuyorum, özellikle olan bir şey değil öyle denk geliyor. Neyse fazla uzattım.



  Eve gelince yazar kimmiş acaba dedim ve kitapta yazarın isminin yazmadığını fark ettim, araştırınca yazarın gerçekten kadın olduğunu gördüm. Bunu söylememin amacı kadın yazarlara karşı olan bu belirleyici tutum, yazarın ismini, kitabın ismini okumadan sadece kapak tasarımı ile yazarın kadın olduğunu anlayabiliyoruz. Bu durum değişmeli bence, ki Rehine polisiye-gerilim romanı aşk romanı değil ki o belirleyici kapaklardan olsun. 😒😒

  Rehine, Lizzy Gardner Serisi'nin ilk kitabı. Lizzy 17 yaşındayken yaşadığı çevredeki ürkütücü katil tarafından kaçırılır ve esrarengiz bir şekilde kurtulur, yıllar içinde hayatını kurmuş ve özel dedektifliğin yanı sıra insanlara kaçırılmaya karşı eğitim vermektedir. Lizzy'i kaçıran seri katil ise tutuklanmamıştır ve 14 yıl sonra Lizzy'nin peşine yeniden düşer ve ölümcül kovalamaca başlar. Bu arada Lizzy'nin hayatına, yıllar önce hayatından çıkardığı eski erkek arkadaşı yeniden girer.

  Konu oldukça sıradan aslında, hatta arka kapak yazısını üstün körü okuduğum sırada aklımda oluşan olaylar aynı şekilde kitapta gerçekleşti ki bu da benim kitaba karşı olan heyecanımı öldürdü. Yazar fena bir iş çıkarmamıştı belki ama bu türe yeni bir şeyler kazandırmadığı, hatta klişelerde boğulduğu da kesin. Kitabı okurken aklım ister istemez Lisa Gardner'ın Kusursuz Tuzak adlı kitabına gitti, çünkü her iki kitaptaki katilin mahlası Örümcek Adam ve ikisi de kurbanları üzerinde örümcekleri kullanmayı seviyor. Kusursuz Tuzak, Rehine'den üç yıl önce yayınlanmış, bu yazarın Lisa Gardner'dan esinlenmiş olma ihtimali var ama öyle mi bilemem. Rehine'deki baş karakterin ismi Lizzy Gardner ve Kusursuz Tuzak'ın yazarının ismi Lisa Gardner arasındaki benzerlikte düşündürücü.



  Kitabın bazı bölümlerde aşk romanı moduna bağlaması ve klişelerle dolu olması okura zevk vermiyor, en azından ben hiç zevk almadım. Yazarın baş karakterleri mükemmel özelliklerle donatmaya çalışması da ayrı olarak can sıkıcı bir durumdu. Bir kere de şu baş karakterler çok iyi, çok güzel, çok yakışıklı ve çekici olmasın lütfen!

  Kitabın baskısı kötü olmasa da olması gerekenden fazla yazım hatası vardı, eksik kelimeler, yanlış harfler.. Biraz daha özen gösterilse daha iyi olurdu.

 Yazıyı bitireyim artık, fazla uzattım. Rehine fena olmayan bir polisiye gerilim ancak çok fazla klişeye ev sahipliği yapıyor ve okuru şaşırtacak detaylara sahip değil. Kusursuz Tuzak'ın seri katiline benzeyen bir katile sahip olması da kitabı gözümden iyice düşürdü. Eğer iki kitap arasında kalırsanız muhakkak Kusursuz Tuzak'ı okuyun, o gerçekten çok iyi bir polisiye gerilimdi. Kitaba üzülerek iki puan veriyorum.

  Kusursuz Tuzak yorumum için buraya tıklayabilirsiniz.

  Yazımı okuduğunuz için teşekkürler, bol kitaplı günler. :)

Alıntılar

Bir kere katil olduysan geri dönüşün yok. 
Kimsenin, tüm umutlarının, hayallerinin kısacık bir an içinde elinden alınmasının ona ne kadar acı çektirdiğini görmesini istemezdi. 
Lizzy için geçmişi bırakıp hayata devam etmek, her sabah uyanıp yürümeyi tekrar öğrenmeye çalışmak gibiydi.


Puanım


17 Kasım 2016 Perşembe

A'dan Z'ye Seri Katiller Ansiklopedisi - Schechter & Everett | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: The A to Z Encyclopedia of Serial Killers
Seri: Yok
Yayınevi: Phoenix Yayınları
Sayfa Sayısı: 374
Baskı Yılı: 2006
Goodreads Puanı: 4.01  (1,652 Oy)

Arka Kapak Yazısı

  Seri cinayet daima insanların merakını cezbetmiştir. İşledikleri korkunç suçlar ve esin kaynağı oldukları kitaplar ve filmlerle seri katiller, sık sık medyada ilgi odağı olmuşlardır. Ancak pek çoğumuzun bildikleri yalnızca bu kitaplara ve filmlere konu olan, çoğunlukla hayal ürünü kahramanlardır. Seri katiller üzerinde önde gelen bir uzman olan Harold Schechter ile David Everitt'in birlikte hazırladıkları bu çalışmayla ilk defa konunun tüm boyutları hakkında bilgi sahibi olabilecek, okuyanın kanını donduran gerçek suç hikayeleriyle tanışacak, bir insanı seri cinayete, yamyamlığa, hatta vampirliğe kadar götürebilecek sebepleri öğreneceksiniz...

Yorum

  Sümeyye'nin kitaplığına göz attıkça bu kitap hep gözüme çarpıyordu ve artık okuyayım diyerek geçen başladım kitaba, kitabı hazmetmek için özellikle yavaş yavaş okudum.

  Kitap adından da anlaşıldığı üzere seri katilleri anlatıyor, ansiklopedi şeklinde hazırlanmış ve harf harf dizayn edilmiş, seri katillerin yanı sıra kullandıkları yöntemler, ilginç bilgiler ve bu katillerle ilgili olabilecek bir çok şey de ayrı ayrı kitapta kendine yer bulmuş. 1996 yılında yayınlanmış olduğu için sadece o tarihe kadar olan olayları ve kişileri içeriyor.

  Seri katillere, Sümeyye kadar olmasa da, bir ilgim vardı, onları bu davranışlara sürükleyen ne merak ediyordum, bir çok insan gibi. Bu kitap merakımı gidermekten ziyade beni farklı yönlerde gerçekten etkiledi. Daha önce de seri katillerle ilgili bir çok yazı okumuştum ama bu kadar çok bilgiyi bir anda alınca daha farklı bir şekilde etkilendim, belki de değişmeye başladığım için bilemiyorum.

  Kitapta kan donduran o kadar çok bilgi var ki okurken insan olarak sahip olduğumuz bu iğrenç potansiyelden çok utandım, dünya da ki en vahşi ve kötü canlının insan olduğu su götürmez bir gerçek ve bunu bu kitapta çok daha net anladım. Kitapta okuduğum şeylerden çok etkilenince buradaki yazıyı yazmaktan da kendimi alamadım.

David Berkovitz'in mektubundan
"İnsanları öldürmeyi seviyorum, çünkü çok eğlenceli. Ormanda hayvan avlamaktan bile daha eğlenceli, çünkü İnsan, en tehlikeli hayvandır.

  Kitabı okuyup seri katilleri tanıdıkça daha önce okuduğum seri katil romanlarının çıkış noktalarını daha net gördüm, zaten eskisi kadar etkilenmiyordum o romanlardan gözümden iyice düştüler. Belki de bu tarz romanlara gerekenden fazla değer veriyoruz.

  A'dan Z'ye Seri Katiller Ansiklopedisi, gerçekten güzel hazırlanmış bir kitaptı, yazarlar iyi bir iş çıkarmışlar. Ayrıntılı ve bolca detaya sahip bilgi içermese de yüzeysel haliyle bile yeterli ve etkileyici. Bu kitap sayesinde insanoğlundaki kötü potansiyelin ne kadar büyük olabileceğine bir kez daha şahit oldum ve ürpererek, insanlığımdan utanarak okudum. İtiraf etmeliyim ki seri katilleri ilginç ve merak uyandırıcı bulurdum artık öyle değil, onları iğrenç yaratıklar olarak görüyorum ve onların artmaması için otorite sahiplerinin acilen harekete geçmesi gerektiğine inanıyorum, son yüzyıllarda seri katiller türemiş ve sayıları giderek artıyorsa bunun muhakkak yeni dünya ile bir ilgisi olmalı. Bunlara karşı acil önlem alınmalı.

  Kitabı önermek yada önermemek de kararsızım, anlattıkları kan dondurucu. Belki de hepimizin okuyup ne kadar büyük bir tehlike ile karşı karşıya olduğumuzu anlamamız gerekiyor.
  Yazımı okuduğunuz için teşekkür ederim. Bol kitaplı ve insanın içindeki iyi potansiyelle karşılaştığınız günler dilerim. :)

Alıntılar

Bu kadar sıradan görünen, bizim gibi olan insanlar, nasıl bir canavar yüreği ve beyni taşıyabilirler? 
David Berkovitz'in mektubundan
"İnsanları öldürmeyi seviyorum, çünkü çok eğlenceli. Ormanda hayvan avlamaktan bile daha eğlenceli, çünkü İnsan, en tehlikeli hayvandır. 
Hep söylendiği gibi ağlamamak için güleriz. 
Kadınlar her zaman erkek şiddeti karşısında dengeleyici bir unsur olmuşlardır.

Puanım 



14 Kasım 2016 Pazartesi

Spoiler Uyarısı!



  Herkese merhaba! Bugün hepimiz için önemli olan bir konuya değinmek istiyorum. "Spoiler"lar. Kitap, film gibi şeylerin yorumlarını okumayı çok seviyorum. Henüz okumadığım ama merak ettiğim kitap yorumlarını okumaktan ayrı bir keyif alıyorum ancak burada şöyle bir tehlike ile karşılaşıyorum: Spoilerlar!


  Evet, spoilerlar. Henüz okumadığım ama çok merak ettiğim kitaplarla ilgili spoiler yeyince(yiyince de olabilir bu konuda TDK'nın kafası karışık gibi anlamadım.) kitabı okuyasım kalmıyor ve çıldırıyorum. Bazen yorum sahibi o yazaıyı öyle güzel spoilerla donatıyor ki kitabı okumş kadar oluyorum. Tama katil uşak kabul de ne olur bunu spoiler uyarısı ile söyleyin.

  Sözün özü lütfen yazılarınızda spoiler varsa bunu belirtin. Ve bizde rahatça okuyabilelim. Sırf bu yüzden okumadığım kitapların, izlemediğim filmlerin yorumlarını okumaktan vazgeçebiliyorum.


  Eğer bu konuda bir hatam olursa da bana belirtmenizi rica ederim, yazımı okuduğunuz için teşekkürler. Bol kitaplı ve spoilersız günler dilerim. :)

  

12 Kasım 2016 Cumartesi

İvan İlyiç'in Ölümü - Lev Nikolayeviç Tolstoy | Kitap Yorumu

Tolstoy

Orijinal Adı: Смерть Ивана Ильича (Smert' Ivana Ilyicha)
Seri: Yok
Yayınevi: Antik Kitap
Sayfa Sayısı: 112
Baskı Yılı: 2009
Goodreads Puanı: 4.02  (48,640 Oy)

Arka Kapak Yazısı



İvan İlyiç, önce sorgu yargıcı, sonra da hakim olarak yaptığı görevinde mutludur. İnsanların, onun ağzından çıkacak kelimelerle kaderlerinin değişmesi kendisini güçlü ve önemli hissetmesine vesile olmaktadır. Aldığı maaş yeterli olmasa da yüksek gelirli bir yaşantısı varmış görüntüsü vermeyi başardığı için de ayrıca memnundur. Her şey yolunda ve olması gerektiği gibi gitmektedir. Ta ki körbağırsağındaki ağrılar şiddetlenip bütün lezzetleri acılaştırıncaya kadar...

Ölüme ilişkin yazılmış en başarılı roman olduğu tartışmasız kabul edilen İvan İlyiç’in Ölümü okuyucuya, "Ölüm hiç bu kadar yakın bir duruşla anlatılmamıştı." dedirtecek denli dev bir Tolstoy klasiği.

Yorum

  Havalar soğuyor, kış ben geliyorum diyerek kendini belli etmeye başladı. Ee kış gelir de hazırlık olmaz mı? Benim kış hazırlığım klasiklerdir, sanki kış mevsimi biz klasiklerin tadını çıkara çıkara okuyabilelim diye yaratılmış. Uzun kış gecelerine kalın klasikler nasıl da yakışıyor. :)

  Klasikler mevsimimi açmaya karar verdim ve Tolstoy'la başladım, şu ara bol bol klasiklerden okumak istiyorum. Listem kabarık.

Son zamanlarda bütün yalnızlığın içinde, yüzü kanepenin arkasına dönük yatarken; bu çok tanıdık, her türlü ilişkinin bulunduğu kalabalık kentte, bir başka yerde olabileceğinden daha derin bir yalnızlık içinde; bir denizin dibinde ya da yeryüzünün alt katmanlarında bir yerde bulunabilecek bir yalnızlık içindeydi.

  İvan İlyiç'in Ölümü'ne geçersek, roman İvan İlyiç adlı baş karakterin ölümüne kadar olan yaşam serüvenini konu alıyor. Kitabın girişinde İvan İlyiç'in ölümüne şahit oluyorsunuz ve ilerleyen bölümlerde ölümüne kadar olan hayatını okuyorsunuz. Kitap bu yönüyle bana Kırmızı Pazartesi'yi anımsattı, belki Marquez bu kitaptan ilham alarak öyle bir kurgu tarzı benimsemiştir.

Her nedense çevresindekiler, İvan ilyiç'in ölümcül değil hafif bir hastalığı olduğuna, sessizce oturup doktorun dediklerini yerine getirmesi gerektiğine, bir gün sağlığında iyiliğe doğru bir değişiklik olacağını inandırmaya çalışıyordu. Bu yalan ve dolanlı davranışlar İvan ilyiç'in yıkıyordu. Kendisi, onlar ne derse desinler, ağrıların daha da artacağını ve öleceğini çok iyi biliyordu. Onların iki yüzlü davranışları İvan İlyiç'e büyük acı veriyordu. Bildikleri gerçek kabul etmeyerek ona yalan söylemeler, onun da bu yalanı katılmasını istemeleri onu kızdırıyordu. Bu iki yüzlülük onu ölümün eşiğine doğru biraz daha itiyordu sanki.
  Roman tüm açıklığı ile size ölümü ve acımasızlığını anlatıyor, yakalandığı hastalıktan adım adım ölümüne giden İvan İlyiç'in hayatını yeni baştan gözden geçirmesini ve inançlarını yeni baştan sorgulamasını anlatıyor. Ve okurken bize çok uzak olduğunu düşündüğümüz ölümün aslında hiç de uzak olmadığını, çok basit bir sebepten dahi size musallat olabileceğini bir kez daha anlıyorsunuz. Kitabın daha ilk sayfalarında insanların bencilliği yüzünüze tokat gibi çarpıyor, ilerleyen sayfalarda da aynı durum söz konusu. Biri hasta, ölüyor ama kimsenin gerçekten umrunda değil, herkes menfaatleri peşinde. Kimi iş yerinde boşalan koltuğunu kapma derdinde, kimi de kalacak paranın derdinde...

İvan İlyiç'in ölüm haberi üzerine oradakilerin aklına gelen şey, bu ölümün kendilerini ya da arkadaşlarının kariyerini nasıl etkileyeceği oldu.

  Okurken ürpermeden edemedim, Tolstoy hayatın acımasız gerçeklerini o kadar net ve çarpıcı biçimde ortaya koymuş ki kitabı bitirdiğinizde 100 küsur sayfalık kitap değilde 1000 küsur sayfalık kitap okumuş gibi hissediyorsunuz. Son sayfalara doğru her şey daha çarpıcı bir hale geldi, merhamete muhtaç olan ama sevdiklerinden onu bulamayan İvan İlyiç ruhen daha çok yıkıldı ve hayatındaki doğru sandığını kararlarını sorgulamaya başladı.
"Ya bütün hayatım yanlışsa?"

Ona önceleri imkansız gibi görünen şey (hayatını gerektiği gibi yaşamamış olduğu şüphesi), doğru olabilir gibi geldi.
  Aslında bu romanın kritiği uzun uzun yapılır, bence bir kitap bile yazılır o yüzden uzatmak istemiyorum. Okuyun, okutturun ve Tolstoy'a kulak verin.

Umarsızlığınai korkunç yalnızlığına, insanoğlunun acımasızlığına, Tanrı'nın kendinden yüz çevirmişliğine ağladı.
  Yazımı okuduğunuz için teşekkürler, bencilliklerimizi aşıp merhamet gösterebilmemiz dileğiyle.

Puanım




11 Kasım 2016 Cuma

Ölüm Defteri (Death Note) Seri İncelemesi


  Herkese merhaba! Bu yazımda Ölüm Defteri serisini genel olarak inceleyip yorumlamaya çalışacağım. Öncelikle belirteyim ki, Ölüm Defteri benim ilk çizgi roman deneyimim oldu, bu seriyi bitirmeden başka çizgi roman okumak istemedim. İlk cildini okuduktan sonra incelemesini yapmıştım ve seri bitince de genel bir inceleme yapacağımı belirtmiştim.

  Bilmeyenler İçin Serinin Konusu

  Ölüm Defteri, polisiye, fantezi, gizem, suç gibi türlerin bir arada bulunduğu bir çizgi roman serisi. Shinigami Dünyası'nda canı sıkılan Ryuk adlı ölüm tanrısının yani Shinigami'nin dünyaya bir ölüm deferi getirmesi ile olaylar başlar. Ölüm Defterine adı yazılan kişi ölür ancak bu defterinde kendine göre bazı kuralları vardır. Bu kuralları okudukça öğrenmenin daha iyi olacağını düşündüğüm için kurallardan bahsetmeyeceğim.




  Shinigami Ryuk'un dünyaya getirdiği defteri lise öğrencisi Light Yagami bulur, önce deftere inanmasa da defteri kullanmayı dener ve defterin gücünü anlar. Ve defterin gücünü dünyaya adalet sağlamak için kullanmaya karar verir, artık Light'ın amacı dünya üzerindeki suçlu ve kötü insanları öldürerek dünyayı adaletin hüküm sürdüğü ütopik bir yere çevirmektir.


  Light bir çok suçluyu öldürdükten sonra bu dünyadaki polis teşkilatlarının dikkatini çeker ve katili aramaya başlarlar. İşte burada devreye dünyanın en yetenekli dedektifi L girer ve Light ile L arasındaki ölümcül mücadele başlar.

  İşte buradan sonrasında ise Light nam-ı diğer Kira ve L arasında büyük bir kovalamaca başlıyor ve her ciltte Kira'nın etrafındaki çember daralıyor. L ne kadar iyi bir dedektifse Light da o kadar zeki bir insan, e haliyle bu kovalamaca amansız bir zekiler kapışmacasına dönüşüyor.

Yorum

  İlk ciltler seri gerçekten çok güzeldi, her sayı seri daha güzel ve daha heyecan verici bir biçimde ilerliyor. Bir yanda müthiş zekası ile Light/Kira diğer yanda çok kurnaz bir dedektif olan L, polis teşkilatı ve diğer başka kimseler. Light'ın babası bile habersiz bir şekilde Light'ın peşinde.Okurken yüreğiniz çoğu zaman hop oturup hop kalkıyor, tam Kira yakalandı, her şey ortaya çıktı derken zekice bir manevra ile karşılaşıyorsunuz ve durumlar ters düz oluyor.



  Dediğim gibi çok heyecanlı ve zekice hazırlanmış, okurken yazara ve kurgusuna hayran kalmamak elde değil. Tek sorun olağanüstü tahmin becerileriydi, bazen L ve Light öyle uç öyle imkansız çıkarımlarda bulunuyor ki karaktere peh git şuradan, asla tahmin edemezdi bunu deseniz de karakterlerin olağanüstü zekaları ve serinin türünün fantastik olması bu tarz şeyleri tolere etmenizi sağlıyor.

  Ölüm Defteri benim için biraz Osmanlı gibi, yükselme, duraklama ve gerileme dönemleri var. İlk 7 cilt gerçekten mükemmel denilebilecek kadar iyiydi, seri yükseldikçe yükseldi, özellikle de 7. ciltte doruk noktasına ulaştı. 7'den sonra kısa bir duraklama ve ardından hızlı bir gerileme. O yüzden ben Ölüm Defteri'nin 7'den önce ve 7'den sonra diye değerlendiriyorum.

  7. ciltten sonra seriye katılan Near ve Mello karakterleri seriye hareket getirip, yeni bir boyut kazandırmak yerine serinin kendini tekrarlamasına neden oldu. Son ciltleri artık bitse seri diyerek okudum ne yazık ki, o kadar kötü müydü derseniz değildi, sadece ilk yedi ciltte yazar çıtayı çok yükseltmişti ve beklentileri arttırmıştı, bu beklentiler de karşılanmayınca ben sevemedim son beş cildi.

  Ölüm Defteri'nin hikayesi bitti, ama ben sevmedim sonunu sevemedim. Burada biraz duygusal davranmış olabilirim tabii ama sonunu sevemedim ben. Sebebine gelecek olursak,



  Son Bir Kaç Şey Daha


  12 cildin tamamını bir anda inceleyince yazı aldı başını gitti, kusura bakmayın. :)



  En sevdiğim karakterler Light ve Ryuk oldu, ikisini okumak da çok keyifliydi. En sevmediğim karakterler de Near ve Mello oldu, çocuk yaştaki bu iki dahinin serideki konumu ve becerilerini sevmedim.
  Serinin genelinde sevmediğim bir kaç noktaya değineceğim ancak spoiler var tabii ki. :)



  Ölüm Defteri'nin bir film bir de anime uyarlaması var, ikisine de göz attım. Anime uyarlaması güzele benziyor ancak film hoşuma gitmedi, oyuncular zihnimdeki karakterlerle uyuşmuyorlar. Animesi gayet güzel görünüyor, beğenebilirsiniz.

  Puanıma gelirsek, ilk 7 cilt için ortalama 9 puan veririm, bence çok iyiydi.
  7'den sonrası için ise 6 anca. :)


  Eğer merak ediyorsanız Ölüm Defteri'ni mutlaka okuyun, ilk yediyi okuyup gerisine devam etmeseniz de olur ama ilk yediyi mutlaka okuyun. :)

9 Kasım 2016 Çarşamba

Parmak İzi - Edgar Wallace | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: The Gaunt Stranger
Seri: The Ringer #1
Yayınevi: Altınpost Yayınları
Sayfa Sayısı: 304
Baskı Yılı: 2015
Goodreads Puanı: 3.55 (143 Oy)

Arka Kapak Yazısı

Flanders Lane'de kalabalığa karışmış yürürken karanlık avluların birinden bir adam çıkıp peşine takıldı. 'Tanners Hill'e doğru tırmamrken adam da yanında yürüyordu. O sırada görevi başında olan bir polis, yarım metre kadar yakınından geçen bu adamlardan birinin, kıtada aranan ünlü bir katil ol­duğunu düşünde görse inanmazdı. Henry Arthur Milton'du bu. Yani Ringer!
Johnny'nin gidişinden beri, Maurice Meis­ter elleri arkasında ofisinde dolaşıp duruyordu.

Yorum

 Altınpost Yayınları tarafından çıkarılan, pardon rezil edilen Parmak İzi asıl adı ile The Ringer, 20. yy. Londrası'nda geçen bir polisiye roman. Benim kitabı alıp okumama ismi sebep oldu ancak isminin kitapla zerre kadar alakası yok, kitabın son cümlesine kadar parmak izi aradım durdum ancak kitap parmak izinden tamamen alakasız, hatta (gözümden kaçmadıysa!) kitapta bu kelime geçmiyor bile.

  Açıkçası kitapla ilgili şikayetim büyük, daha doğrusu basımıyla ilgili. Okuduğum en özensiz basılmış kitaplardan biriydi. Ve okuduğum baskı ikinci baskı! Sanki çevirmen klavyenin üstünde uyuyakalmadan önce kitabı çevirmiş ve okumadan baskıya vermiş. Editör de aman diyerek baskıya göndermiş sanki. Kitapta çok fazla yazım hatası ve düzeltilmemiş cümle var, okurken bu insanın canını çok sıkıyor. Kitabın editörü var mı baktım, evet güya bir editör kitabı kontrol etmiş, belki de adamın Türkçe dil bilgisi eğitimi yoktu bilemedim.
  Şu tek paragrafta bile altı hata var ki kitabın genelini siz düşünün!



  Kelimelerin arasındaki boşluk hataları da cabası, bazı boşluklar çok genişken bazıları çok dardı!




  Kitabın baskısına sayıp sövdükten sonra kitabın konusuna geçeyim, 20. yy'ın ilk yıllarında Londra'da geçiyor ve Ringer adlı anti-kahraman üzerine kurgulanmış bir seri. Kitabın kahramanı Alan Wembury gibi görünse de seri Ringer adlı karakter için yazılmış. Ringer polis teşkilatının uzun süredir yakalayamadığı kılık değiştirme işinde usta, çok becerikli bir suçlu. Yıllar sonra bazı işlerini halletmek için Londra'ya yeniden dönmüştür ve polis teşkilatı onun peşindedir. Diğer yandan polis müfettişi Alan, eski tanıdıklarının da karıştığı suç olaylarını çözmeye ve gerçekleri oraya çıkarmaya çalışmaktadır.

  Kitapta bir çok olay vardı aslında ama yazarın bize sunuş tarzından dolayı pek etkileyici değillerdi, yazar kitaptaki neredeyse tüm gizemi öldüren bir dil benimsemişti. Olaylar da çok hızlı geliştiği için kitaptan etkilenmeniz pek mümkün olmuyor. karakter kurguları da zayıf olduğu kitap bir çok polisiye romanın gerisinde kalmış bence. Kitabın sonu fena değildi ancak tahmin etmesi hiç zor olmayan bir sona sahipti ne yazık ki.

  Parmak İzi, Altınpost Yayınlarının ortaya koyduğu facia dışında genel olarak iyiydi, okumazsanız hiçbir şey kaybetmeyeceğiniz kitaplardan. Ben puanımı yayınevinin baskısından bağımsız veriyorum, sonuçta bu yazarın suçu değil. Bir daha da bu yayınevinden kitap okumak istemiyorum, her kitapta hatalar olur ancak bu kitaptaki hata değil özensizlikti.
  Yazımı okuduğunuz içi teşekkürler, hak ettiği özeni bulan kitaplarla karşılaşmanız dileğiyle. :)

Alıntılar

İnsan dünyayı aldatabilir; ama asla kendi kalbinden kaçamaz. İnsan, kalbine esir yaşar. 
Hayat bazen mucizelerden ibarettir.

Puanım


8 Kasım 2016 Salı

On Üç'ün Gizemi - Sebastian Beaumont | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: Thirteen
Seri: Yok
Yayınevi: Eksik Parça Yayınları
Sayfa Sayısı: 256
Baskı Yılı: 2014
Goodreads Puanı: 3.49  (125 Oy)

Arka Kapak Yazısı

Kimsenin nerede olduğunu bilmediği, bildiğini kabul etmediği bir yere nasıl gidilir?

Her şeyimi kaybettikten sonra taksicilik, mantıklı bir iş gibi görünmüştü. Uzun gece mesailerinde her türden insanla ve aklınıza gelmeyecek hikâyelerle karşılaşıyordum. Ama çok yorgun olduğum gecelerde gerçeklik algım değişiyor, zihnim bana garip oyunlar oynuyordu. Adresler labirentlere, yüzler tuhaf hikâyelere dönüşüyordu. Yorgunluğun insana neler yapabildiğini bilsem de, neredeyse her gün gittiğim bir adresin gerçekte var olmadığını öğrenince benim için her şey değişti.

Hasta bir kadını aldığım 13 numaralı evin artık orada olmadığını fark ettiğimde ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Ama belki de bilmeme gerek yoktu…

Yorum

  İki günlük internet perhizimin ardından herkese merhaba. :) Evet geçen iki gün içinde internete hç girmedim ve sanal dünyadan tamamen uzak yaşadım. Aslında bunun beni çok etkileyeceğini düşünüyordum ancak ilk gün hiç aklıma gelmedi, ikinci gün de ara ara geldi. Aslında internete girmemek değil blog ortamından uzak kalmak biraz sıkıntı oldu. Ve buna çok sevindim, düşündüğüm kadar internet bağımlısı değilmişim. :) İki gün uzakta kaldım ama bir sürü blog yazısı birikmiş, şimdi onları okumaya çalışıyorum ve araya da yorumumu sıkıştırmak istedim. :)

  On Üç'ün Gizemi hakkında hiç bilgi sahibi olmayıp bir an okusam diyerek başladığım kitaplardan biri ve iyi bir seçim olduğunu düşünüyorum. Aslında kitabı iki gün önce bitirdim ancak internete girmediğim için yorum yazamadım.

  Kitabın konusundan bahsedecek olursam eğer, kitap Stephen Bardot adındaki bir taksi şoförünün hayatını anlatıyor. Stephen, iyi bir işe sahipken iflas etmesi sonucu taksi şoförlüğü yapmaya başlamış ve gece vardiyasında çalışmaktadır. Sürekli müşterilerinden biri olan 13 numaradaki kadının ve evinin bir gün yok olması ile Stephen gerçekte neler olduğunun peşine düşer. 13 numaradaki uzun gece vardiyaları sonucu gördüğü bir hayal midir? Yoksa bu gizemin arkasında başka bir şey mi vardır?

  On Üç'ün Gizemi, olay romanı değil, kitabın bir hikayesi var ve belli başlı olaylar yaşanıyor ancak yazarın amacı olaylar değil insan psikolojisi. Taksici Stephen ve taksi yolcuları aracılığıyla yazar insanın umutsuzluğa sürüklenişini, boşluğun insanda oluşturduğu duygu durumunu, suçluluk duygusunun insan üzerindeki etkisini, psikozu çok güzel bir şekilde işlemiş. Kitaptan olaylar ve heyecan beklemek anlamsız, yazarın satır aralarında anlattığı şeylere kulak verirseniz kitabı gerçekten sevebilirsiniz. Kitapta bazı cümleler çok hoşuma gitmişti, en çok hoşuma giden ise şu cümle;

Gelecekte olacağım hiçbir şey bana benmişim gibi gelmiyor.

  Kitabın dili çok hafifti, rahatça okudum. Yer yer merakımı da uyandırdı ancak sonu açık uçluydu. Yazar öyle bir yerde bıraktı ki nereye çekseniz oluyor. Sonu kitaba ayrı bir yakışmıştı, daha net olsa sevinirdim ama böyle de güzel oldu bence. Bu arada kitabın türü ne bilemedim, ne desem de oluyor, fantastik ögeler de var ancak fantastik değil, her şeyden biraz var ama hiçbiri değildi.

  Şöyle böyle güzel ve farklı bir kitaptı. Durgundu ancak güzeldi, iyi bir değişiklik oldu, farklı bir şeyler okumak isterseniz size de öneririm. Sanırım ben kitabın en çok farklı oluşunu sevdim, kitap olarak farklı ama karakterler açısından ise bir o kadar sıradan. Çok etkilenmeseniz bile farklı ve hoş zaman geçirebilirsiniz.
 Yorumumu okuduğunuz için teşekkür, ederim. İyi okumalar. :)

Alıntılar

Kendi kendine çok zaman geçirdiğinde böyle oluyor işte. Sana rayların dışına çıktığını söyleyecek kimse olmuyor. 
Değişimler hiçbir uyarı olmadan geliyordu ve hiçbir şey eskiye dönmüyordu. 
Eskiden doğumla birlikte hayatın başladığını sanırdım. Ama doğmak aslında ölümün başı öyle değil mi? Bu dünyaya geliyorsun ve yaşadığın her saniye ölüme daha da yaklaşıyorsun. Doğduğun anda ölümün de yaratılmış oluyor aslında. 
Çok garip değil mi? Hayat sen tamda ne kadar güzel dediğin anda, sanki kötü bir esprinin sonuymuş gibi 'evet ama onu senden almak zorundayım' diyecektir. Buna ya gülersin ya da hayatın boyunca ağlamak zorunda kalırsın. 
Gelecekte olacağım hiçbir şey bana benmişim gibi gelmiyor.

Puanım


5 Kasım 2016 Cumartesi

Assassin's Creed: Rönesans (Suikastçının İnancı #1) - Oliver Bowden | Kitap Yorumu

Suikastçinin İnancı
Orijinal Adı: Assassin's Creed: Renaissance
Seri: Assassin's Creed #1
Sonraki Kitap: Yoldaşlık
Yayınevi: Epsilon Yayınları
Sayfa Sayısı: 479
Baskı Yılı: 2016
Goodreads Puanı: 3.76  (7,994 Oy)

Arka Kapak Yazısı

İtalya'nın soylu ailelerinin ihanetine uğrayan genç bir adam destansı bir intikam yolculuğuna çıktı.

Yozlaşmanın kökünü kazımak ve ailesinin onurunu temizlemek için Assasin sanatını öğrenecekti.

Yolculuğu boyunca Ezio, Leonardo da Vinci ve Niccolò Machiavelli gibi büyük zihinlerin bilgeliğinden yararlanacaktı - çünkü hayatta kalması, yaşamına rehberlik edecek becerileri edinmesine bağlıydı.

Dostları için, değişimin itici gücü olarak özgürlük ve adalet uğruna savaşacak; düşmanları içinse kendini İtalyan halkını sömüren diktatörleri yok etmeye adamış
bir tehdit olacaktı.

Güç, intikam ve komplonun destansı hikâyesi başlıyor.

"Aileme ihanet edenlerden intikamımı alacağım. Ben Ezio Auditore da Frienze. Ben bir Assasin'im..."

Yorum

  Kendimi bildim bileli suikastçılara karşı bir zaafım olmuştur, sevilecek bir yanları yok belki ama enim hep ilgimi çekmiştir. İşte bu ilgimden  dolayı da Assassin's Creed dikkatimi çekiyordu. Kitabını okumak istiyordum ancak uyarlamalarda benim bir takıntım vardır, önce hangisi orijinali ise onu izleyip-okuyup sonra uyarlamasına şans tanımak.  Uyarlamalar ne kadar iyi olursa olsun orijinali kadar iyi olamıyor ve aslolana saygı göstermek lazım.


  Uyarlamalara bakış açım nedeniyle kitap serisine başlamadan oyunu oynadım ki asıl halini görüp tanıyayım. Bilgisayar oyunu oynamayan ben Assassin's Creed sayesinde bu alana da adımımı attım, bir yıl önce kitabın uyarlandığı oyunu oynadım ve sevdim. Gerek grafikleri, gerek hikayesiyle oldukça hoşuma giden bir oyun olmuştu. Özellikle de İtalya'da geçmesi ve bolca suikast içermesiyle beni feth etmişti. :)


Floransa

  Kitaba geçecek olursak, kitap Assassin's Creed II'den uyarlanmış. İtalya'da geçiyor ve Ezio'nun hayat hikayesini anlatıyor, Ezio ailesini kaybettikten sonra intikam almaya karar veriyor ve hayat onu bambaşka yerlere sürüklüyor. İtalya ve dünyanın refahını düşünen bir suikastçıya dönüşüyor. Ezio'nun hikayesi 3 oyun/kitapta anlatılıyor.

Venedik
  Kitap oyuna paralel bir şekilde ilerliyor ve her ayrıntısıyla oyunla aynı diyebilirim, bir kaç ufak ayrıntı farkı olsa da oyundan farklı bir şey katmamış yazar, iyi ki de katmamış. Kitabın hikaye ve kurgusu tamamen oyuna bağlı (serinin hikayesi ve kurgusu bence çok iyiydi), bu yüzden yazara yorum yapamam. Yazara bağlı olan dil ve anlatım konusunda ise yazar biraz zayıf kalmış. Kitapta büyük bir duygu yoksunluğu ve mekan tasviri eksikliği vardı. Ben oyunu oynadığım için bölümleri okudukça mekanlar gözümde canlandı ve sıkıntı çekmedim ancak hiç bilmeyen biri için oldukça rahatsız edici olur. Ki İtalya gibi bir yer de tasvire layıktı ve kesinlikle olmalıydı bence. Aynı şekilde duygu eksikliği de vardı, yazar olayları art arda vermiş ancak Ezio'nun duygularına çok az değinmişti, biraz daha üstüne düşse iyi olurdu.

  Assassin's Creed bence hikayesi ve kurgusuyla çok güçlü bir yapıt ancak ben Oliver Bowden'ın bu sağlam hikayeyi iyi değerlendiremediğini düşünüyorum. Daha iyi bir yazarla bu kitap mükemmel olabilirdi bence.


  Kitabı alırken yazarın başarılı bir uyarlamaya imza atıp atmadığını bilmediğim için sadece ilkini almıştım. Seriye devam eder miyim bilmiyorum, edersem bile sadece İtalya ve Ezio'nun hikayesi için olur bu.

  Rönesans, çok başarılı bir uyarlama değil idare edebilir tonda. Eğer Assassin's Creed'i merak ediyorsanız oyununu oynayın derim, kitabı ondan sonra okumanız daha iyi olur bence.
  Baya uzun bir yorum oldu, okuduğunuz için teşekkür ederim. :) Bol kitaplı günler. :)

Alıntılar

“Peki sız kimsiniz?” diye karşılık verdi Ezio, son ifadeye aldırmadan.
 “İnsanların mallarını azat eden profesyonelleriz.” 
“Hırsızız yani,” diye gülerek açıkladı Paganıno. 
“Her şeyin büyüsünü bozuyorsun,” dedi Ugo üzgünce. 

Ümitlerimiz tek tek nasıl suya düşer.
Kurduğumuz saf yarınlar nasıl bulanıktır.
Cehalet tüm dünyada nasıl hüküm sürer.
Bize hepimizin sahibesi, olum anlatır.
Gününü kimi eğlencede, kumarda öldürür.
Kimi hünerlerini zarif sanatlara işler.
Kimi her bakışta dünyayı tepeden görür.
Kimiyse iştahını kabartan arzulan gizler.
Boş düşünceler. dilekler ve türlü türlü dertler
Bürünüp farklı biçimlere yaradılıştan itibaren.
Yatılır dön bir yana bu günahkâr dünyada;
Talih, hercaidir her zaman
Her şey fanidir, nahiftir bu gök kubbe altında,
Yâlnız ölüm zamana direnir ebediyen.

Seçme iradesi -neyin doğru neyin yanlış olduğunu seçme iradesi- bizim içimizde ve bizi biz yapan şey de bu iradeyi kullanmaktır.
Kendi yolunuzu kendiniz seçin! Benim ya da başka hiç kimsenin peşinden gitmeyin!

Puanım 



2 Kasım 2016 Çarşamba

Fedailerin Kalesi Alamut - Vladimir Bartol | Kitap Yorumu

Orijinal Adı: Alamut
Seri: Yok
Yayınevi: Yurt Kitap Yayın
Sayfa Sayısı: 512
Baskı Yılı: 1998
Goodreads Puanı: 4.28  (4,629 Oy)

Arka Kapak Yazısı

Hasan Sabbah' ın Alamut Kalesi' nin, cennet bahçelerinin ve fedailerinin tarihi romanı ''Hıristiyanların zaman ölçüsü ile 1092 yılının ilk baharında hatırı sayılır büyüklükte bir kervan, Semerkant'tan başlayarak Buhara üzerinden Horasan'ın kuzeyindeki Elbruz platosuna dek uzanan, bir zamanlar muzaffer orduların kullandığı eski yolun üzerinde ağır ağır ilerliyordu. Karların erimeye başlamasıyla birlikte Buhara'dan ayrılan kervan haftalardır yollardaydı...'' ''Avni oğlum, Tahir'in torunu!'' demişti ona. ''Doğruca Demavend Dağı'na giden yolu tut. Rey'e ulaşınca Şahrud Irmağı' na giden yolu sor. Irmağın kaynağı sarp bir vadide bulunmaktadır; oraya çık. Büyük bir kale göreceksin: Bu yerin ismi Alamut kalesidir, yani 'kartla yuvası.'..''

Yorum

  Fedailerin Kalesi Alamut, bu kitabın ismini sıkça duyuyordum ancak okumayı pek düşünmüyordum. Sonra Osman: Aşk kitabında bir bölümde Haşhaşilerden bahsediyordu ve bu konu çok ilgimi çekince bu bu kitabı da okumaya karar verdim.

  Fedailerin Kalesi Alamut, Hasan Sabbah'ın Haşhaşiler örgütünü nasıl kurduğunu, fedaileri nasıl eğittiğini ve vizyonunu konu alan bir kitap. Kitap Halime adlı 14 yaşındaki bir kızın köle olarak Alamut'a getirilmesi ve oradaki bahçelerde eğitilmesi ile başlıyor. İlk bölümler kızların kalede nasıl bir hayata sahip olduklarını ve eğitimlerini okuyoruz, sonraki bölümlerde fedailerin nasıl bir hayata sahip olduğunu, nasıl yetiştirildiklerini okuyoruz. Giriş bölümü biraz uzundu, yazar sanırım kalede yaşantıyı ve eğitim sürecini daha iyi anlatabilmek için bu kısmı uzun tutmuş. Kaledeki genel yaşantıyı anladıktan sonra kitapta olayların akışı değişiyor ve Hasan Sabbah'ın planı ortaya çıkıyor ve bu planın gerçekleşmesini okuyoruz.

  Hasan Sabbah'ın planı gerçekten çok etkileyici, bir çok kişi biliyordur muhtemelen. Yetiştirdiği fedailere cenneti vaat ediyor, gençlere haşhaş içirdikten sonra cennet tasvirleri ile neredeyse birebir örtüşen bir bahçeye götürerek orada sarhoş olan kişilerin kendisini cennette hissetmesini sağlıyor. Fedailer cennetin kapılarının kendilerine açıldığına inandıktan sonra en ölümcül görevleri bile yapmaktan çekinmiyorlar, tabii burada haşhaşın etkisini de göz ardı etmemek lazım. Hasan Sabbah ölüme gözünü kırpmadan hatta cennete gideceklerini düşündüklerini için ölüme sevinerek giden fedailerle büyük işler başarıyor.

  Kitabın konusu çok güzel, ham madde iyi çünkü Hasan Sabbah'ın hayatı gerçekten bir roman gibi. Yazar kurguyu da iyi hazırlamış, size önce küçük bir bilgi ve bolca sır veriyor ve sizin bu sırrın çözülmesini beklemeniz gerekiyor bu sırada olayları da farklı açılardan okuyunca her şey daha güzel oluyor tabii. Ancak ben kitabın dilini hiç sevemedim, yazarın diline bir türlü alışamadım. Sanki bir şeyler eksik gibiydi ancak ne olduğunu bilemiyorum. Kitabın dilinden dolayı okurken yer yer sıkıldım ve uzun sürede bitirdim. Eğer başka bir yazar kaleme alsa ortaya fevkalade bir şey çıkardı diye de düşünmeden edemedim. Yazar burada tarihi bir olayı size kendi kaleminden sunuyor, bu tarz kitaplarda yorum tarihi olaya değil yazarın ortaya çıkardığı işe olmalı, bunu göz ardı etmemek gerek.

  Fadeilerin Kalesi Alamut'un güzel yanı konusu, çekici ve iyi bir konusu var. Ancak hikayenin işlenişi ve dili ne yazık ki kitabın hikayesi kadar iyi değildi. Alamut'un hikayesini merak edenler için güzel bir kitap olabilir, ben kitabı sevdim ancak yeterince etkilenmedim. Haşhaşileri biraz daha yakından tanımış oldum, araştırma yaparak daha net sonuçlara ulaşmaya çalışacağım.

  Yazımı okuduğunuz için teşekkürler, bol kitaplı günler. :)

Alıntılar

Sadece cahil halk değil, okumuş ve bilgili kişile de ulaşılabilen bir yalanı, ulaşılamaz bir gerçeğe yeğ tutuyorlardı. 
Neden güzel olan her şey vaktinden çok sonra geliyor?

Puanım


28 Ekim 2016 Cuma

Sanal Aşk - Kemal Sayar | Kitap Yorumu


Orijinal Adı: Sanal Aşk
Seri: Yok
Yayınevi: Kapı Yayınları
Sayfa Sayısı: 360
Baskı Yılı: 2016

Arka Kapak Yazısı

Artık insanlar birbirine değil telefonlarına bakıyorlar. İnternet bizleri uzaklardakilere yakın ederken, yanı başımızdakilerden de uzaklaştırmaya başladı. İlişkiler Facebook'ta kurulur, WhatsApp'ta sürdürülür, "arkadaşlık listesinden silerek" de bitirilir oldu. Oysa aşkın ve ayrılığın acısı her çağda can yakıyor. Teknoloji değişse de insan yüreği aynı kalıyor.

Bu kitap sanal aşkları ve gerçek duyguları her yönüyle ele alarak, bir "internet profili"nden fazlası olan bizlere anlatan ilk kapsamlı eser. Okurken kendinize dair ilk kez fark edeceğiniz çok şey olacak.

Kesin olan bir şey var ki o da sanal dünyanın ilişkilerimizi ve ilişki sürdürme biçimlerimizi derinden etkilediği. Her şeyin bir "tık"la değiştiği bir zamanda aşk da uçuculuktan nasipleniyor, bir "tık"la buharlaşıyor. Geride kalan duygular ne kadar gerçek ve uzun ömürlü peki?

Yorum

  Kemal Sayar.. yazdıklarıyla, cümleleriyle ruhuma, hayatıma dokunabilen az sayıda yazardan biri. Kitaplarından etkilendiğim bir çok yazar oluyor ancak Sayar bir başka, o hayatıma cümleleriyle dokunuyor ve varlığını somut bir biçimde hissettiriyor. Bu yüzden onun yazdıkları benim için çok değerlidir, Sanal Aşk'ın çıkacağını duyunca çok sevinmiş ve heyecanla beklemiştim. Hatta tanıtım yazısında belirtmiştim, yazıya buradan ulaşabilirsiniz.



  Kemal Sayar ve Berna Yalaz'ın birlikte kaleme aldığı kitap, çağımızın yeni çözüm ve sorunlarına değiniyor. Değişen dünya ve değişen hayatlarımızda, sanal dünyanın, siberalemin eksi ve artı yönlerini değerlendiren bir kitap. Kitapta sanal dünyanın etkilerini tüm yönleriyle görebilmek mümkün, hayatlarımıza girişi ve hayatlarımızı yeniden şekillendirişi ve henüz netleşmemiş olan hayatlarımızın gittiği yön... Yazarlar bunların her birini artı ve eksi yönleri ile sunmaya çalışmış ve bu esnada da bir çok kaynak ve araştırmadan yararlanarak en net ve en doğru sonuca ulaşmaya çalışmışlar.

  Açıkçası kitap beni büyüledi ve hayatımı gerçekten etkiledi. Sanal alemde gereğinden fazla vakit geçirmeye, telefona daha fazla gömülmeye başlamıştım bu beni rahatsız ediyordu ki bu kitaba başladım ve internet bağımlılığımı gözden geçirmeye karar verdim ve kitabı okudukça kendi hayatımı da okumaya çalıştım. Kitaba başladıktan sonra bağımlılığıma dur demem gerektiğine karar verdim ve internet kullanımımı azaltmak için çabalamaya başladım, şimdilik iyi gidiyorum. Önceden bir günde telefonumun şarjı tamamen biterken artık bir günün sonunda %40 kadarı hala bitmemiş oluyor ve zamanla bu durumu daha da iyileştirmek istiyorum.

  Kitabın kendi hayatıma etkisini biraz uzunca anlattım çünkü boş bir kitap değil, size şunu yapan, bunu yapın diyen kitaplardan değil. Soru sormanıza, yapmanız gerekeni kendinizin bulmasına olanak sağlayan bir kitap. İşte bu yüzden uzunca yazmak ve belirmek istedim. Kitap size bilgiyi veriyor ne yapmak istediğiniz size kalmış, ben bağımlılığımla baş etmeye karar verdim *her ne kadar bağımlı olduğumu kabul etmek istemesem de öyleyim*, bence sizde kitabı okumalı ve ne yapacağınıza karar vermelisiniz. Sanal Aşk'ı okumasanız bile lütfen sanal dünya ile olan ilişkinize bir göz atın ve bağımlı olmadan onu yönetebilir hale gelin.

Yalnızlık, yalnız kalmanın sancısı iken; tek başınalık, yalnız olmayı seçmenin zaferidir. Yalnızlık fiziksel ve duygusal olarak acı verir, onu en çok istediğimiz anda bizden uzak kalan bir yakınlığın yokluğunu belirtir. Tek başınalık ise bilinçli ve iradi bir biçimde yalnızlığı yeğlemektir. Tek başınalığın ruha verdiği tatmin hissini yaşamayan kişi, yalnızlığın verdiği ıstırabı tadar. Tek başınalık lazım geldiğinde o yalnızlıktan çıkabilmektir de.
  Tek başına kalamıyoruz, çünkü her yalnız kaldığımızda kafamızı ekranlara gömüyor düşüncelerimizden, kendimizden kaçıyoruz. Hadi başımızı kaldıralım ve biraz tek başımıza kalalım. Ruhumuzun derinliklerinde yolculuğa çıkalım, kendimizden kaçmak yerine kendimizle yüzleşelim.

   Yazımı okuduğunuz için teşekkürler, iyi okumalar.

Puanım